7

(

Yani;) o direk sâhibi İreme?

Yani; “Ey Resûlüm Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)! Yakin hususunda gözle görmüş gibi bilmiyor musun?” Bu, tasdik ettirme sorusudur. Denildi ki:

Haşim oğullarına Haşim denildiği gibi Âd b. Avs b. İrem b. Sam b. Nûh'un (aleyhisselâm) çocuklarına ve torunlarına da Âd denilmiştir. Daha sonra onların ilk nesillerine Âd-ı ûlâ denilmiştir. İrem de; onların, dedelerinin ismiyle adlarıdırılışıdır. Onlardan sonrakilere de Âd-ı ahîre denilmiştir.

(.......) kelimesi (.......) kelimesinin atfı beyanıdır. Ve onların Kadim Âd-ı ûla oluşunu bildirmektedir. Denildi ki:

“İrem; onların beldesi ve içinde yaşadıkları topraklardır.” Abdullah b. Zübeyr'in (.......) şeklinde izafetle okuyuşu da buna delalet etmektedir. Bunun takdiri;

“Kasaba (halkın)dan sor.” Yûsuf, 82.

âyetinde olduğu gibi; “İrem halkının İsmi” şeklindedir. İrem kelimesi mali fe ve müennes olduğu için kabile ismi de olsa, mekân ismi de olsa gayri Munsarıftrr.

(.......); kabileye sıfat olduğunda mana; onların, çadır halkı bedeviler olması ya da onların, boyları direklere benzetilmiş uzun boylu kişiler olması, şeklindedir. Beldeye sıfat olduğunda ise mana; onun, sütunlar, direkler sâhibi belde olduğu şeklindedir.

Rivâyet edildiğine göre Âd’ın, Şeddad ve Şedid adında iki oğlu vardı. Bunlar hükümdar oldular. Ve milletleri zorla hâkimiyetleri altına aldılar. Bir zaman sonra Şedid öldü. Saltanat tek başına Şeddad'a kaldı. O, dünyaya sahip oldu. Dünya sultanları ona boyun eğdiler. Bu orada o, cennet hakkında sözler işitti:

- “Onun bir benzerini bina edeceğim” dedi. Üç yüz sene zarfında Aden sahralarından birinde İrem'i bina etti. Şeddad'ın ömrü dokuz yüz yıl sürdü.

İrem, büyük bir şehirdi. Sarayları altından ve gümüştendi. Direkleri/eberced ve yakuttandı. İçinde çeşit çeşit ağaçlar ve nehirler vardı. Şehrin kuruluşu tamamlanınca Şeddad memleket ahalisini oraya şevketti. Oraya varmalarına bir günlük mesafe kalmıştı ki Allah (celle celâlühü) üzerlerine gökten bir gürültü gönderdi de helâk oldular.

Rivâyete göre Abdullah b. Kılabe kendisine âit deveyi aramak için çıkmış ve bu şehirle karşılaşmış. Oradan taşıyacak kadar bazı şeyler almış. Onun bu haberi Muâviye'ye (radıyallahü anh) ulaşırıca Muâviye onu huzuruna çağırmış, Abdullah da ona hikâyesini anlatmış. Bunun üzerine Muâviye Ka'bul Ahbar'a haber göndermiş, durumu ona sormuş. O da:

“Orası sütunlar sâhibi İrem'dir. Senin zamanında Müslümanlardan kırmızı yüzlü kumral (saçlı) bir adam oraya girecektir. Onun kaşırıın üzerinde de topuğu üzerinde de ben vardır. Kendine âit devesini aramak için çıkar.” demiş. Sonra da etrafına bakmış, İbni Kılabe'yi görmüş ve:

-'Vallahi o, bu adamdır.” demiş.

7 ﴿