4Hiçbir şey O'nun dengi ve benzeri değildir. O'na hiç kimse denk olmadı. Yani; O'nun benzeri olmadı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) den O'nu (Allah'ı (celle celâlühü)) vasfetmelerini istediler de Allah Teâlâ ona sıfatlarını ihtiva eden şeyleri vahyetti. (.......) sözü, O'nun eşyanın yaratıcısı ve yoktan var edicisi olduğuna işarettir. Bunun muhtevasında O'nu, Kâdir ve Âlim olarak vasfetmiştir. Çünkü yaratma son derece mükemmel, düzenli ve intizamlı olduğu için kudret ve ilmi gerektirmektedir. Bunda da onu diri olarak vasfetmiştir. Çünkü kudret ve ilimle muttasıf olanın diri olması gereklidir. Bunda da O'nu, işiten, gören, irâde eden, konuşan ve sair kemal sıfatlara sahip olan olarak vasfetmiştir. Zira eğer bunlarla sıfatlanmış olmasaydı bunların zıddıyla -ki onlar da; noksan sıfatlardır- sıfatlanmış olacaktı. Bu da sonradan olma alâmeti erindendir. Dolayısıyla kadim olanın bunlarla muttasıf olması mümkün değildir. “tektir” sözü, teklikle nitelendirme ve ortağı nefyetmedir. Yine (bu söz), O'nu yok olanları var etmek suretiyle yegâne olmakla ve gizlilikleri bilmek suretiyle de tek olmakla nitel endirmesidir. (.......) sözü, her şeyi, O'na muhtaç olmakla nitelendirmedir. Her şey O'na muhtaç olduğunda da O, demek ki ganidir. Hiç kimseye muhtaç olamaz. Herkes O'na muhtaç olur. “doğurmadı” sözü, benzerliği ve hemcinsliği nefıydir. “doğurulmamıştır” sözü, sonradan olmayı nefiy ve ezelilikle ve ilklikle nitelendirmedir. (.......) sözü ise herhangi bir şeyin O'na benzediğini nefiydir. Kim denkliğin -ki o benzerliktir- nefyinin geçmişte olduğuna, şu anda nefyettiğine delalet etmediğine inanırsa -ki şu anda kâfirlerde bunu iddia ediyorlar- günah içerisinde sapıtmış gitmiş demektir. Çünkü bu geçmişte olmadıysa zarureten şimdi de olmaz. Çünkü sonradan var olan, kadim olana denk olamaz. Kâfirlerin sözünün hülasası, şirk koşmaya, benzemeye ve kemal sıfatlardan arî kılmaya yöneliktir. Bu sûre de -açıkladığımız gibi- bunların tümünü reddetmektedir. Sîbeveyh, zarfı müstekar, yani; haber olduğunda zarfın öne geçmesini hoş karşılamaktadır. Çünkü o, kendisine muhtaç olunan olunca ilk iş olarak onun haber olduğu fazlalık olmadığı bilinsin diye öne geçirildi. Onun geri bırakılması fazlalık olduğu zamandır. Çünkü geri bırakılma fazlalık olanların hakkıdır. Fasih sözde öne geçirilmiştir. Çünkü bu söz -yaratıcının zâtını noksan sıfatlardan tenzih ederim sözü- denkliği nefy için söylenmiştir. Bu, mananın ortaya çıktığı nokta ve onun merkezi bir zarftır. Onun için bu zarf öne alınması en önemli olandır. Ebû Amr (.......) üzerinde durulmasının güzel görüyor, geçilmesini hoş karşılamıyordu. Abdu’l-Varis şöyle demiştir: “Kurralara bunun üzerinde (oldukları hâlde) yetiştik.” Geçildiğinde tenvinlenir ve esre kılınır. Ya da: Tevbe, 30. âyetinin okunuşunda olduğu gibi tenvîn hazfedilir. Hamza ve Halefe göre (.......) şeklindedir. Hafs'a göre (.......) şeklindedir. Diğerlerine göre ise (.......) şeklindedir. Hadisi şerifte: “Kim ihlâs sûresini okursa muhakkak ki o, Kur'ân'ın üçte birini okumuştur.” Tirmizî, Fedâilü'l-Kur'ân, U/2896; Nesai, İftitaK 69. buyrulmuştur. Çünkü Kur'ân, Allah'ın (celle celâlühü) birliğini, sıfatlarının zikrini, emir ve nehiyleri, kıssaları ve öğütleri kapsamaktadır. Bu sûre ise tevhid ve sıfatlar için hasredilmiştir. Dolayısıyla Kur'ân'ın üçte birini ihtiva etmektedir. Bunda tevhid ilminin şerefine delil vardır. Niçin böyle olmasın ki ilim, öğrenilen şeyin şerefiyle şereflenir, düşüklüğüyle alçalır. Bu ilmin öğrettiği ise Allah (celle celâlühü), onun sıfatları ve onun üzerine câiz olanlar ve olmayanlardır. Onun makaminin şerefine ve mahallinin yüceliğine dair zannm nedir? Allah'ım! Bizi, seni bilenler, senin için çalışanlar, senin vereceğin sevabı umanlar, azâbmdan korkanlar ve sana kavuşmak suretiyle ikram olunanlar zümresi ile birlikte hasret. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ihlâs sûresini okuyan bir adamı işitti de ona - “Vacip oldu” buyurdu. - “Ya Rasûlellah! Ne vacip oldu?” denildi. Şöyle buyurdu: - “Ona cennet vacip oldu.” Muvatta, 6/18, Tirmizî, Fedâilü'l-Kur'ân, 11/2897; Nesai, İftitah, 69 |
﴾ 4 ﴿