8

Bir kısım insanlar vardır ki... Her şeyden münezzeh olan Rabbimiz, Kitab'ının başında kendi zatını bize tanıttı. Sonra da gerçek anlamda inanan, özü ve sözü bir olan ihlâsiı kullarının niteliklerini anlattı. Bunların ardından, inkarcılardan söz etti. Bunlar da, inkâr açısından iç ve dışları aynı olanlardır. Üçüncü olarak şu anda ele alman, kimseler ise, birinci kısımla ikinci kısım arasında bir o tarafa, bir bu tarafa yalpalayıp duranlar, bir yerde karar kılmayanlardır. Bunlar içten inanmadıkları halde, ağızlarıyla inandıklarını söyleyen münafıklardır. Aslında onlar kâfirlerden daha kötü kimselerdir. Allah nezdinde de en çok buğzedilenler bunlardır. Çünkü bunlar, hakkın karşısında bâtılı ve küfrü seçmişler, böylece hak ile bâtılı bir aldatma ve alay unsuru olarak ele almışlardır. İşte bu yüzden de, bunlar hakkında daha uzun ve fazla bilgi verilmiş, iğrençlikleri ve kötülükleri açık bir tarzda ortaya konulmuştur.

Kâşânî şöyle diyor: ”Görüldüğü gibi burada, kâfirlerle ilgili olarak sadece iki âyete yer verilip onlar hakkında kısa bilgilerle yetinilmesine karşılık, münafıkların durumlarının onüç âyetle açıklanması, kâfirlerden yüz çevrilmesi içindir. Kâfirler sözden anlamazlar, dolayısıyla bunlarla konuşmanın bir anlamı yoktur. Halbuki münafıkların, bazan azarlanmaları, ağır bir şekilde sıkıştırılmaları halinde kendilerine söz kâr edebilir, yaptıkları kötülükler ve davranışların açıklanması halinde köşeye sıkışabilirler."

Ayette geçen ”Nâs" kelimesi ”insan" kelimesinin çoğuludur. İnsana nâs denilmesi, insanın kendisinden söz alındığı halde, verdiği sözü unutma özelliğine sahip olmasındandır. Çünkü bu kelimede unutma anlamı vardır. Nitekim şöyle buyuruluyor: ”Yemin olsun ki, biz Âdem'e daha önce emretmiştik. Fakat o bunu unuttu." (115)

Bir diğer yoruma göre bu kelime, görülmek, ortaya çıkmak gibi anlamlara gelen ”ânese" kökünden türemiştir. İnsan da görünen bir varlık olması nedeniyle kendisine bu ad verilmiştir. Çünkü insan, hem görünür ve hem de görür. Oysa cinlere ”cin" adının verilmesi, insanların gözlerine görünmemeleri dolayısıyladır.

Bir diğer yorum da, bu kelimenin ”vahşet" kelimesinin kart ışı olan ”üns" kökünden alındığıdır. Çünkü insan, çevresiyle ve benzerleriyle hemencecik kaynaşıp uyum sağlayabilen, aynı zamanda ruh ve beden uyumu içerisinde ve dengeli olarak yaşayabilen bir varlıktır.

'Allah'a ve ahiret gününe iman ettik' derler. Sadece dilleriyle inandıklarını söyleyen bu kimselerden amaç, Abdullah b. Übeyy b. Selûl ve arkadaşlarıyla, benzeri münafıklardır. Bunlar Müslüman olduklarım açıkça söyledikleri halde, gerçekte iman etmemişlerdi. Sadece Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile ashabından bir bakıma kurtulmak için Müslümanlıklarını ilan ediyorlardı. Ancak inançları farklıydı. Bunların çoğunluğu yahudi idi. Allah'ı tasdik ettiklerini ve âhiret gününe inandıklarını söylüyorlardı. Ahiret günü, haşr vaktinden, sonsuza kadar sürecek olan zamandır. Ahiret denmesi, dünyanın sayılı günlerinin sona ermesinden ve ondan sonra gelmesindendir. ”Allah'a ve âhiret gününe iman ettik," demekle nifak, aldatma ve Müslümanlarla alay tarzında bu iki ana unsur arasındaki diğer iman esaslarına da inandıklarını belirtmişlerdir. Bu, kötülük üzerine kötülük ve küfür üzerine küfürdür.

Halbuki onlar, inanmamışlardır. Bunlar doğrulayıcı değillerdi. Çünkü hep inandıklarının aksini ortaya koyuyorlar, asıl inançlarını gizliyorlardı. İşte bunlar münafıkların bizzat kendileridir. Bunların mü'min olmadıkları hakkındaki hüküm, iddialarının kesinlikle doğru olmadığı gerçeğidir. Burada ”iman" olayı kendilerinden kesinlikle kaldırılıyor ve ”Onlar iman edenlerden değildi" yerine, ”Onlar inanmamışlardır" şeklindeki kesin bir ifadeyle durumları gözler önüne seriliyor. Âyet, bunların ”biz inandık" iddialarının geçersizliğini gösteriyor. Çünkü, bu konuda doğru olduklarına ilişkin herhangi bir kanıt ortaya koymamışlardır. Bir kimse ilgisi olmayan bir şeyle övünmeye kalkışırsa, sonuçta imtihanı kaybeder ve rezil olur. Çünkü kendini öven yerilir, kendisini küçük gören de övülür. Meselâ: Firavun, ”Ben müslumanlardanım" (Yunus: 90) iddiasında bulunmuş, bunun üzerine kendisine: ”sen bozgunculardansın" (Yunus: 91) denilmiştir. Halbuki Hazret-i Yunus'un, ”gerçekten ben zalimlerden oldum" (Enbiya: 87) demesi üzerine kendisine: ”Eğer Allah'ı tesbih edenlerden olmasaydı..." (Saffât: 143) diye karşılık verilmiştir.

Anlatıldığına göre, bir bilginin bir öğrencisi vardı. Bu öğrenci kendisini herkese güvenilir biri olarak tanıtmıştı. Ancak hocası, öğrencisinin kendisini tanıttığı gibi olmadığını biliyordu. Öğrencisiyse her şeye rağmen hocasının kendisi hakkında yanıldığını ileri sürüyordu. Hocası günün birinde, bir başka öğrencisini götürerek bir evde sakladı. Sonra bir koç alıp kesti ve parçalayarak bir çuvala koydu. Bu sırada kendisini herkese güvenilir tanıtan öğrenci çıkageldi ve hocasını kanlara bulanmış bir halde gördü. Hocasının elinde kanlı bıçak, çuvalın başında bekliyordu. Öğrenci bu durum karşısında: ”Efendim, nedir bu halin?" dedi. Hocası: ”Falan öğrenci beni çok sinirlendirdi ve ben de kendisini öldürmek zorunda kaldım. Bu bir sırdır ve senden kimseye söylememeni istiyorum. Şimdi onu gömmek için bana yardım et" dedi. Birlikte çuvalı evin içine bir kuyu kazarak gömdüler. Ancak bir gün hocanın sakladığı öğrencinin babası çıkageldi. Çocuğunu görmek istediğini söyledi. Hocası da, çocuğun kendi yanında olduğunu söyledi. Çocuğun babası da böylece dönüp gitti. Fakat, bu olayı bir türlü içine sindiremeyen sözde güvenilir öğrenci, hocasının bu sırrını daha fazla gizleyemedi. Çocuğun babasına giderek olup bitenleri anlattı. Çocuğun hoca tarafından öldürüldüğünü ve birlikte gömdüklerini söyledi. Durum zamanın hükümdarına iletildi. Hükümdar bu durum karşısında ne yapacağını şaşırdı. Çünkü hocanın ne denli vakur ve güvenilir biri olduğunu biliyordu. Hemen kadı ve fakihleri adı geçen hocaya gönderdi. Öğrencisi de, artık hocası hakkında ileri geri konuşmaya başlamıştı. Şahitler gömülü yerden çuvalı bulup çıkardılar. Açtıklarında, içindeki şeyin kesilmiş bir koç olduğunu gördüler. Bu arada çocuk da gizlendiği yerden ortaya çıktı. Böylece kendisini herkese güvenilir olarak tanıtan öğrenci rezil olmuş, gözden düşmüş ve yaptığına da pişman olmuştu. Ancak bu pişmanlık artık işe yaramıyordu.

8 ﴿