10

Onların kalblerinde hastalık vardır. Allah onların hastalığını artırmıştır. Hastalık, gerçek anlamda, bedene sonradan ilişen bir rahatsızlık olup, bedeni normal durumundan çıkarır. Davranış bozuklukları meydana getirerek, işi ölüme kadar vardırır. Ayrıca hastalık, mecazî anlamda nefsâni arazlar hakkında da kullanılır. Meselâ cehalet, çekememezlik, bozuk inanç, kin ve her türlü küfür gibi. Böylelerin gönlü hep elden kaçırdıkları şeyler yüzünden üzüntüdedir, kazanamadıkları liderlikler sebebiyle yanıp tutuşmaktadır. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in getirdiği dava ve yürüttüğü görev konusunda gösterdiği sebat ve günden güne ilerleme kaydettiğini gördükçe, iyiden iyiye rahatsızlaşıyorlar. Çünkü içleri küfürle, kötülüklerle ve bozuklukla doludur. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e karşı düşmanlıklarını giderek hızlandırmaktadırlar.

İşte Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in her anlamdaki başarısı ve müminlerin çoğalması gibi hususlar üzerine münafıkların hastalıklarını Allah, giderek artırmış ve gönüllerini de mühürlemiştir. Çünkü Allah, herhangi bir hatırlatmanın, uyarının bunlara etki etmeyeceğini biliyor. Şer'î tekliflerin artması, vahyin sürekli gelişi, yardım ve zaferin artarak Müslümanlar lehine devam etmesi, bu münafıkları adeta çileden çıkarıyor. Çünkü her vahyin gelişinde, Müslümanların sorumlulukları da o oranda artıyor. Bu durum, münafıkların işine gelmediğinden, küfürlerinde iyice azıtıyorlar. Öyle ki, şehadet kelimesini bile söylemek kendilerine ağır gelmektedir. Şehadet kelimesi söylemenin bu kadar zor geldiği kimseler, bundan sonraki emir ve yasakları nasıl yerine getirebilirler? Bu görevler ibadet ve taatle ilgilidir. Sonra da cinayetlere karşı verilecek cezalardır. Bunları düşündükçe, büsbütün çıldıracak duruma geliyorlar, izdıraptan ızdıraba, şüpheden şüpheye düşüyorlar. Bu durum, doğal olarak âhirette de onlara azap üzerine azaba neden olacaktır. Yüce Allah şöyle buyuruyor: ”Bozgunculuk yaptıklarından dolayı onlara, azap üstüne azap artırdık." (Nalıl: 88)

Kutbu'l-Allâme şöyle der: ”Kalb hastalıkları, ya bozuk inanç ve küfür gibi dinle ilgili ya da ahlâka ilişkindirler. Ahlâka ilişkin olan hastalıklar da, ya aldatma ve haset gibi bizzat fiilen yapılan, ya da, zaaf ve korkaklık gibi nefisle ilgili aşağılık şeylerdir. Buradaki hastalık ifadesini, öncelikle küfürle, sonra fiillere ilişkin işler ve daha sonra da nefs ve buna ait şeyler olarak anlamalıdır."

Ayrıca: ”Allah onların hastalığını artırmıştır" âyetinin münafıklar aleyhine bir beddua olma ihtimali de vardır. Ancak bunun niçin beddua olarak yorumlandığı sorusu akla gelebilir. Halbuki alışılagelen şekliyle âciz kimseler bedduada bulunur. Oysa yüce Allah, acizlikten münezzehtir. Öyleyse bunun sebebi ne olabilir? Buna şöyle cevap verebilirim: Burada Allah, insanlara münafıklar aleyhine bedduada bulunmanın caiz olduğunu ve onların Allah'ın rahmetinden uzaklaştırıldığını bildirmektedir. Çünkü münafıklar, Allah'ın yaratıkları içinde en kötüleridir. Nitekim: ”Allah onları kahretsin!" (Tevbe: 30) ve ”Allah onlara lanet etsin". (Tevbe: 68) gibi âyetlerde bu anlama işaret eder.

Yalan söylediklerinden dolayı onlara dayanılmaz bir azap vardır. Bunlar için âhirette öyle bir azap var ki, bu onların kalblerinin tâ derinliklerine ulaşır. Bu azap, onların yalan söylemeleri ve bunda ısrarlı olmaları yüzündendir. Bu da onların: ”Allah'a... iman ettik" demeleridir. Burada yalanın kötülüğüne işaret edilmiş ve yalan söylemelerinden dolayı dayanılmaz azaba uğrayacakları haber verilmiştir. Yalan anlamında olan ”Kizb", birşeyi olduğundan başka türlü haber vermektir ki bu, tümüyle çirkin bir davranıştır.

Bir de Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm)'e atfen gelen bir haber vardır. Bu habere göre Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm) üç yerde yalan söylemiştir. Aslında bu tariz yoluyla söylenmiştir. Çünkü söyleyiş tarzı bakımından yalana benziyor. İşte bunun için de yalan ismi verilmiştir.

Yalan gibi gözüken bu şeyin

İlki, Hazret-i İbrahim'in: ”Ben hastayım" (Saffât: 89) demesidir. Çünkü kavmi onu, kendileriyle birlikte bayrama katılmaya davet etmişlerdi. Oysa kavmi, yıldızları ilâh ediniyorlardı. Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm) onların bu hareketine kızdığı için rahatsız olduğunu söylemek istemişti.

İkincisi ise, Hazret-i İbrahim'in kırılan putlarla ilgili olarak: ”Belki de bu işi şu büyükleri yapmıştır" (Enbiya: 63) demesidir. O, bunun mümkün bir iş olmadığını, ancak putların en büyüğünün bu işi yapmış olacağının varsayılmasıyla, karşısındakilere susturucu bir cevap vermek için söylemiştir. Çünkü bu ifade onların akılsız olduklarını ortaya koyuyor ve onları beyinsizlikle damgalıyor.

Üçüncü yalan ise, Hazret-i İbrahim'in hanımına ilişkin söylediği sözdür. Hazret-i İbrahim, hükümdarın sorusu üzerine hanımı Sare için: ”Bu, benim kızkardeşimdir" diyordu. Bununla söylemek istediği şey, hanımının din bakımından kardeşi olduğuydu. Çünkü amacı, hanımını zalimin elinden kurtarmaktı. Kralın dinine göre o, yalnız evli kadınlara elini uzatırdı.

Şurası da iyice bilinmelidir ki, yalan söylemek, en çirkin ve iğrenç günahlardandır. Bu, ayıpların da en kötüsüdür. Nitekim tüm kötülüklerin başı da yalancılıktır. Yalan söyleme, imanla çelişir. Yani yalan bir tarafta, iman diğer tarafta olur. İkisi bir yerde bulunmaz. Bu ifade, kinaye yoluyla ikisi arasındaki mesafenin uzaklığını anlatmak içindir. Nitekim bir hadiste şöyle buyurulmuştur: ”Kuşkusuz tüm yalanlar kaydedilir. Ancak kişinin savaşta yalan söylemesi bunun dışındadır. Çünkü savaş bir hiledir. Ya da aralarında dargınlık bulunan iki kişinin arasını düzeltmek için söylenen yalan kaydedilmez. Bir de hanımını hoşnut etmek için kişinin söylediği şey yalan sayılmaz."m

Bir erkeğin karısına, onu herkesten ve herşeyden daha fazla sevdiğini ya da bir kadının kocasına aynı şeyleri söylemesi yalan sayılmaz.

İşte bu üç konuda yalan söylemekte herhangi bir sakınca yoktur. Yeter ki bu, kendisi veya bir başkası adına doğru bir gerekçeye dayandırılarak söylenmiş olsun. Hadiste ifade edildiği gibi, ya savaş hilesini düşünerek, ya iki kişinin arasını bulmak veya karı kocanın arasını düzeltmeye yönelik olmalıdır.

Ancak münafıkların ”Allah'a iman ettik" demeleri, gerçeği yansıtmamaktadır. Bu bakımdan yalan söylemeleri yüzünden, bunlar gerçek anlamda mümin değildirler. Çünkü gerçek iman bir nurdur, bir kez kalbe girince, mü'min üzerinde varlığını gösterir. Nitekim Hârise'de bu durumu görüyoruz. Allah'ın Rasûlü kendisine: ”Ey Harise! Nasıl sabahladın?" diye sormuş. O da: ”Mümin olarak sabahladım diye cevap verince: ”Ey Harise! Her hakkın bir hakikati vardır. Senin imanının hakikati nedir?" demesi üzerine, Harise: ”Tüm dünya işlerinden kendimi çektim. Gündüzleri susuz ve geceleri de uykusuz bıraktım. Bana göre bu dünyanın taşıyla altını arasında fark yoktur. Ben, cennetlikleri adeta görür gibiyim. Birbirlerini ziyaret edip duruyorlar. Cehennemliklerin de çığlıklarını duyar gibiyim. Ben, âdeta Rabbimin Arş'ını açıkça görür gibiyim" cevabını verince, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): ”isabet ettin. Buna devam et" buyurdular.00'

10 ﴿