34

Meleklere: 'Âdem'e secde edin' demiştik, hemen secde ettiler.

Ey Rasûlüm Muhammed! Bizim meleklere hitabettiğimiz zamanı bir hatırla. Bilindiği gibi meleklerden Âdem'e secde etmeleri istenmişti ve meleklerin hepsi de secde etmişlerdi. Nitekim Rabbimiz şöyle buyuruyor: ”Meleklerin hepsi de hemen secde ettiler." (Hicr: 30; Sâd: 73)

Aslında secde, herhangi bir baskı altında kalmaksızın iç rahatlığıyla ak çakgönüllülük göstermektir. Şeriat dilinde secde, ibadet amacıyla alnı yere koymaktır. Burada emredilen secde, ya şer'î anlamına göredir ki, bu durumda yapılan secde, gerçekte Allah'a yapılmış oluyor. Hazret-i Âdem'in orada olmasıysa meleklerin secde yapabilmeleri için kıble görevini yapmıştır. Bu da Hazret-i Âdem'in değerce üstünlüğünün kanıtıdır. Ya da bu sözlük anlamıyla değerlendirilmiştir. Buna göre, tıpkı Hazret-i Yusuf un kardeşlerinin, ona saygı ifadesiyle eğilip secde etmeleri anlamında bir durum gösterir ki, melekler de Hazret-i Âdem'e karşı sırf alçakgönüllülük maksadıyla, saygı ve tazim için secde etmişlerdir.

Saygı ifadesiyle secde, bu anlamda eski ümmetlerde caizdi. Daha sonra bu anlamdaki secde; Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in, Hazret-i Selman'ın kendisine secde etmek istemesi üzerine kendisine söylediği şu sözlerle yürürlükten kaldırılmıştır: ”Hiçbir yaratığın Allah'tan başkasına secde etmesi doğru değildir. Eğer bir kimsenin birbaşka kimseye secde etmesini emretseydim, kadının kocasına secde etmesini emrederdim."

Bu ümmetin saygı ve tazimi, ”selâm"dır. Ancak selâm verilirken yerlere eğilmek hoş karşılanmamıştır. Çünkü bu, Yehudilerin yaptıklarına benzemektedir.

Melekler, Hazret-i Âdem'e secde emrini alır almaz, hemen secde ettiler. Çünkü hepsi de nurdan yaratılmışlardır. Nur, yaratılışı gereği itaat etmeye ve boyun eğmeye müsaittir. Ancak melekler secde ettikleri halde

Yalnız İblis diretti, büyüktendi ve kâfirlerden oldu. Şeytan denen İblis, secde etmedi. Çünkü İblis ateşten yaratılmıştı. Ateş, özelliği bakımından hep kendini üstün görür, büyüklük peşinden koşar.

Âlimler, âyetteki istisna hakkında iki görüş ileri sürmüşlerdir:

a) Âyette yer alan istisna ”Muttasıl"dır. Buna göre İblis de bir melekti. Çünkü secde emri meleklerle birlikte ona da yapılmıştır.

b) Âyette yer alan istisna ”Münkatı" anlamında bir istisnadır. Çünkü İblis, meleklerden değildi. Cinlerdendi. Bu konuda elde kesin nass bulunmaktadır. (16) Allah, şöyle buyuruyor: ”iblis cinlerdendi; Rabbinin emrinden dışarı çıktı." (Kehf: 50)

"İblis diretti, büyüklendi, kâfirlerden oldu." İblis, emrolunduğu secde görevini yapmaktan kaçındı. Bunu kendi isteğiyle seçti. Çünkü büyüklendi ve büyüklüğünü, kibrini de gösterdi. Rabbine ibadet için bir harekete geçmedi. Kibri buna engel oldu. Tekebbür, kişinin kendisini bir başkasından üstün görmesidir. İstikbar ise, kendisini bâtıl ile süslemek suretiyle, aslında kendisinde olmayan bir şeyle üstünlük taslamaktır.

Yine söylendiğine göre, melekler secde ettikleri sırada, İblis secde etmekten kaçındı ve Hazret-i Âdem'e sırtını çevirip, secdede olan meleklere doğru yöneldi. İblis bu yaptığından da bir pişmanlık duymadı. Aynı zamanda tâbi olmaya da çalışmadı. Melekler, şeytanın bu halini gördüklerinde, hemen ikinci kez secdeye vardılar. Bu şekilde iki secde yapmış olan melekler, birini Hazret-i Âdem, ikincisini de Allah için yaptılar. İblis de meleklerin bu halini görüyordu. İşte bunun üzerine Allah, hemen İblis'in sıfatını ve durumunu anında değiştiriverdi. İblis bu haliyle çirkinin de en çirkini oluverdi. Çünkü İblis kâfirlerdendi. Allah'ın ezelî ilminde böyleydi. Başka bir ifadeyle İblis, Allah'ın kendisine, Âdem'e secde etme emrini uygun bulmadı, iyi karşılamadı ve bunun sonucu olarak da kâfirlerden oldu. Çünkü şeytan kendi inancına göre, Hazret-i Âdem'den üstün olduğunu ileri sürüyordu. Dolayısıyla üstün olan bir varlığın kendisinden bir alt derecede bulunan bir varlığa secde etmesini kendince güzel bulmadı.

Âyetten çıkarabileceğimiz bazı dersler:

a- Kibirlenmek kötü birşeydir. Çünkü kibir, sahibini küfre götürür.

b- Allah'ın emrine uymaya, sırrını araştırmayı terketmeye teşvik edilmektedir.

c- Asıl nazar-ı dikkate alınması gerekenin son nefesteki durum olduğu, belirtilmektedir. Madem ki değerlendirme, insanın son anda nasıl gittiği olacaktır, insan Allah'a itaat konusunda koşturmalıdır. Çünkü herkes, kendisi adına kolaylaştırılmış olan şey için yaratılmıştır. Özellikle, sonunda ömrün nasıl bir sonla kapandığı önemlidir. Bu bakımdan insan, defterinin sâlih amelle kapanması için gayret göstermelidir.

Rabiatu'l-Adeviyye şöyle diyor: ”Sen, sayılı günler içinde yaşayacaksın. Eğer bir gün ömrün ekşitirse, senin bir kısmının gittiğini bilmelisin. Madem ki sana ait bir kısmın gitti, senin tüm hayatının bir anda kaybolması da yakındır. O halde güzel amellerde bulun ve olan bitenden ibret al. Sakın param pulum gitti, malım ve mevkim düştü demeyesin. Bütün bunların aksine sen, bu günüm eksildi, ben bugün ne yaptım, demelisin. Doğrusu bugün ömür sona erebilir."

Bir âbid ölüm döşeğindeyken şöyle konuşmuştur: ”Üzüntüm hüzünler yurdu olan bu dünya için değil, ibadetsiz uyuyarak geçirdiğim geceye, oruçsuz geçirdiğim güne, Allah'ı anmaktan gafil kaldığım ânadır."

Alâ b. Ziyad da şöyle söylemiştir: ”Dünya hergün şöyle seslenir: Ey insanlar! Ben yeni bir günüm, ben yapacağınız amellere tanığım. Eğer güneşim batarsa, bundan böyle ben tâ kıyamete kadar size bir daha dönmeyeceğim."

Hasan-ı Basrî meclisine gelenlere: ”Ey gün görmüş kimseler! Ekinler olgunlaşmca ne yapılır?" diye sorar. Onlar da: ”Hasat edilir ve biçilir" derler. Bu konuda bir şâir şöyle der:

Ölümden önce sen, kendin için bir hazırlık yap. Çünkü yaşlılık ölüme hazırlıktır. Göç oldukça zordur, o halde çaba göster, Asıl durak yerinde durup dinlenmek için.

Yine Hasan-ı Basrî şunları dile getiriyor: ”Âdemoğlu! Bir yıla ait sıkıntıyı getirip bir güne sığdırmaya kalkışma. Çünkü o günün sana getireceği şeyler, sıkıntı olarak zaten sana yeter. Eğer sen o yıl yaşarsan zaten Allah senin rızkını verir. Şayet yaşayamayacaksan, bu takdirde kendine ait olmayan bir şeylerle uğraşır olacaksın."

34 ﴿