42

Hakkı bâtılla karıştırmayın. Allah tarafından, indirilen gerçeği, kendi ellerinizle uydurup icat ettiğiniz ve yazdığınız şeylerle karıştırmayın. İşi, içinden çıkılamaz duruma getirmeyin, ya da içine bâtılı karıştırmak suretiyle, aralarına bir şeyler yazıp sokuşturmakla durumu zorlaştırmayım

Ve bilip dururken hakkı gizlemeyin. Birinci ifadede yer alan yasaklama, değiştirme ve bozmakla ilgili bir yasaklamaydı. Burada ise, hakkı gizleme konusunda bir yasaklama yer almaktadır. Çünkü yahudi bilginleri, Tevrat'ta Hazret-i Muhammed'e ait herhangi bir nitelik ve onu tanıtan bir hüküm bulamadıklarını söylüyorlardı. Bu bakımdan değiştirme ile, gizleme aynı şeyler değiller. Kaldı ki onlar, Hazret-i Muhammed'in hak peygamber olduğunu da bilmektedirler. Bu, onların gerçekten ne kadar kötü olduklarını bildiren bir ifadedir. Çünkü bir kimse cahilse ve bilmiyorsa mazur sayılabilir, oysa bunlar öyle değiller.

Bu âyet her ne kadar İsrail oğullarıyla ilgili olarak özel anlamda bir uyarıda bulunmakla birlikte, tıpkı onlar gibi davrananlar da aynı şekilde âyetin bu hükmü içinde yer alırlar. Bir kimse bir hakkı değiştirmek ve geçersiz kılmak için rüşvet alır, ya da görevi olan bir öğretim işini yapmaktan kaçınır, ücret verilmeden ona yanaşmak istemezse, bunlar da bu âyetin hükmü içinde yer alırlar. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadislerinde şöyle buyururlar: ”Kim, kendisiyle Allah'ın rızâsının kazanılacağı bir ilim öğrenir ve öğrenmekten amacı da sırf dünyalık bir şeyler elde etmek için olursa, bu kimse kıyamet gününde cennet kokusunu duymaz,"

Anlatıldığına göre Süleyman b. Abdulmelik, Ka'be'yi ziyaret etmek üzere çıktığı yolculukta Medine'ye de uğrar. Orada birkaç gün kalır. Bu arada: ”Aranızda Medine'de yaşayıp da Hazret-i Peygamberin ashabıyla görüşen bir kimse var mı?" diye sorar. Halk, Ebû Mazimin adını söylerler. Hemen ona birini gönderip yanına çağırtır. Ebû Hazım, gelip huzura girdiğinde, Mü'minlerin Emiri Süleyman b. Abdulmelik kendisine:

- Ey Ebû Hazım! Nedir bu ayrılık ve uzaklaşış? der. Ebû Hazım:

- Ey müminlerin Emiri! Benden ne anlamda bir uzaklaşma ve ayrılık gördün? diye sorar. Halife:

- Medine halkının önde gelenleri hep yanıma geldiler, fakat sen. gelmedin. Seni hiç göremedim, sebebi ne? der. Ebû Hazım:

- Ey Müminlerin Emiri, iş senin söylediğin gibi değildir. Bundan dolayı da sizin düşündüğünüz gibi olmaktan Allah'a sığınırım. Çünkü sen bugüne kadar beni tanımazdın, ben de seni tanımıyordum, cevabını verir. Ravi devamla diyor ki: Halife Süleyman b. Abdulmelik, Muhammed b. Şihabuzzun ye bakarak: ”Bu zat doğru söyler, ben ise yanıldım" der. Yine Süleyman:

- Ey Ebû Hazım! Biz neden ölümden hoşlanmayız? diye sorar. Ebû Hazım:

- Çünkü siz âhireti harabeye çevirdiniz, dünyayı da mamur hale getirdiniz. İşte bu yüzden mamur hale getirdiğiniz bir dünyadan, harabeye dönüştürdüğünüz âhirete gitmekten hoşlanmıyorsunuz, der. Yine Süleyman, ”doğru söyledin," der ve:

- Allah'ın huzuruna gidiş yarın nasıl olacak? diye sorar. Ebû Hazım:

- Muhsin, yani bu dünyada iyilik yapan kimse, oraya tıpkı uzun bir süre ailesinden uzak kalmış biri gibi dönecektir. Fakat günahkâr olan, tıpkı kaçak bir köle gibi, efendisinin huzuruna çıkacaktır. Bunun üzerine Halife ağlamaya başladı ve:

"Vay halime, acaba Allah katında durum nice olur ki?" dedi.

Ebû Hazım: ”Yaptığın işlerini Allah'ın kitabına arzet, bakalım durumun nicedir?" dedi.

Süleyman: ”Peki orada ne ile karşılaşabilirim?" dedi.

Ebû Hazım da kendisine: ”iyiler muhakkak cennet içinde olurlar, kötüler de cehennem içinde" (İnfitar: 13-14) âyetlerini hatırlattı.

Bu defa Süleyman b. Abdulmelik, peki Ebû Hazım, Allah'ın rahmetinden haber ver, o nerede? diye sordu.

Ebû Hazım kendisine: ”Şüphesiz iyilik edenlere Allah'ın rahmeti çok yakındır" (A'raf: 56) âyetini hatırlattı.

Yine Süleyman, Ebu Hâzım'a: ”Allah'ın kullarından hangileri daha asalet sahibidir?" der.

Ebû Hazım: ”Akıllı ve mürüvvet sahibi olanlar" cevabını verir.

Yine Süleyman kendisine, hangi amellerin daha faziletli olduğunu sorduğunda,

Ebû Hazım: ”Haramlardan uzak durmak kaydıyla farzları eda etmektir," der.

Süleyman: ”Hangi duâ kabule değerdir?" der.

Ebû Hazım: ”Kendisine iyilik yapılan kimsenin, kendisine iyilikte bulunana yaptığı duâ.." cevabım verir. Hangi sadakanın daha faziletli olduğu sorusuna da: ”Gerçekten umutsuz kalmış yoksul kimseye, herhangi bir eziyet yapılmaksızın ve başa kakılmaksızın verilen sadaka daha faziletlidir," cevabını verir.

Süleyman b. Abdulmelik: ”Doğru söyledin" der ve: ”Bizim şimdiki halimizle ilgili olarak ne söylersin?" sorusunu yöneltir.

Ebû Hazım: ”Ey Mü'minlerin Emiri, beni bağışla, bu konuda konuşmayayım" der.

"Fakat Süleyman: ”Hayır, mümkün değil, bize mutlaka bir öğütte bulunmalısın" diye ısrar eder.

Ebû Hazım:

- Ey Mü'minlerin Emiri! Ataların halkı kılıçla ezdiler. Şu mülkü zorla elde ettiler. Hiçbir müslümanla istişarede bulunmaksızın, meşveret yapmaksızın bu saltanatı ele geçirdiler. Onların rızâsını almadılar. Onlardan kimisini, katliama varırcasına öldürdüler, kimisi de onların bulunduğu yerden kaçıp kurtulmak için yerlerini ve yurtlarını bıraktılar. Keşke onlar hakkında söylenenleri sen bir bilsen?...

Bu arada yanlarında bulunan biri: ”Ey Ebû Hazım! Ne de çirkin konuşuyorsun" diye müdahale etmek istedi.

Ebû Hazım da bu şahsa: ”Sen gerçekte yalancının birisin. Çünkü Allah âlimlerden: ”Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız; onu gizlemeyeceksiniz" (Al-i İmrân: 187) buyruğuyla söz almıştır," der.

Bu defa Süleyman: ”Bizim düzelebilmemiz için ne yapmak gerek?" diye sorar.

Ebû Hazım: ”Kini ve kötülüğü bırakacaksınız, insanlık işlerine değer verecek ve buna tutunacaksınız, herkes arasında eşitliğe riayet edeceksiniz. Bölüştürmeyi eşit yapacaksınız" der.

Yine Süleyman kendisine: ”O halde hangi şeylerden alıp yararlanmamızı tavsiye edersiniz?" diye sorar.

Ebû Hazım: ”Helâhndan alıp kazanacaksınız ve onu da yerinde kullanacaksınız, ehil olana vereceksiniz" cevabını verir.

Süleyman b. Abdulmelik kendisine: ”Ey Ebû Hazım, ister misin, seninle dostluk kuralım ve senden faydalanalım" der.

Ancak Ebû Hazım: ”Allah'a sığınırım" der.

Süleyman: ”Peki niye böyle dersin?" der.

Ebû Hâzini: ”Olur ki, ben de size meylederim de bu yüzden Allah beni, hayatım boyunca ve ölümüm süresince kat kat azaplandırır," cevabını verir.

Süleyman: ”O halde, ihtiyaçların nelerse, onları bize bildir?" der.

Ebû Hazım: ”Beni cehennem ateşinden kurtaracak ve cennete koyabilecek misin?" diye sorar.

Süleyman: ”Ben böyle bir şeyi başaramaın" der.

Ebû Hazım da: ”Benim, bundan başka bir ihtiyacım ve isteğim yoktur" cevabını verir.

Süleyman: ”Öyleyse benim için duâ et," ricasında bulunur.

Ebû Hâzini da: ”Allah'ım! Eğer Süleyman senin dostumsa, kendisi için dünya ve âhiret hayırlarını kolaylaştır, eğer düşmanınsa, onun perçeminden tut da, senin razı olduğun yola ilet" diye duâ eder.

Süleyman: ”Bana öğütte bulun," der.

Ebû Hazım da: ”Eğer sen bu işin ehli ve erbabıysan aslında kısa konuştum ve fakat çok şeyler söyledim, yok bunun ehli değilsen, benim kirişi olmayan bir okla atış yapmam doğru değildir" cevabını verir.

İmam Kurtubî, tefsirinde bu hikayeye yer verdikten sonra şöyle der: ”İşte Kitab'a ve peygamberlere uymak böyle olur."

Âlimler: ”Benim âyetlerimi az bir paha ile satmayın" (Bakara: 41) âyetiyle ilgili olarak, Kur'an'ı öğretme ve ilim öğretimi karşılığında ücret alınıp alınamayacağı konusunda görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Günümüzde bu konuda, Kur'an öğretmek karşılığında alınan ücretin caiz olduğuna ilişkin fetva verilmiş, Kuran, fıkıh ve benzeri ilimlerin ortadan kalkmaması için, ücret alınabileceği söylenmiştir. Bunun için de Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şu hadisini örnek göstermişlerdir: ”Karşılığında ücret aldığınız en haklı iş, Allah'ın kitabını öğretmektir. ”

Bu âyet, Kur'an'ı kendisinden başka öğretecek olmadığı halde, ücret almaksızın öğretmekten kaçınanla ilgilidir. Ancak Kur'an'ı kendisinden başka öğretecek kimseler varsa o zaman ücret alması caizdir. Çünkü sünnetteki delil bunu göstermektedir. Öte taraftan devlet başkanının böyle bir hizmet için birini tayin etmesi üzerine vaciptir. Yoksa bu, Müslümanlar üzerine vacip olur Çünkü Hazret-i Ebû Bekir hilâfet göreviyle görevlendirilip, bu iş için tayin olununca, ailesini geçindirecek bir imkânı yoktu. Geçimini sağlamak için, elbise alıp pazara götürdü. Kendisine niçin böyle yaptığı sorulunca, şu cevabı vermiştir: ”Bunu yapmazsam ailemin geçimini nasıl sağlayabilirim?" Bunun üzerine hemen kendisini geri çevirdiler ve geçinebilecek bir ücret belirlediler

Aynı şekilde imamlık, müezzinlik ve bunlara benzer görevler için de ücret almak caizdir.

42 ﴿