105

Ne kitap ehlinden olan kâfirler... Yahudilerden bir grup, müminlere karşı sevgi gösterisinde bulunuyor ve onlar için iyilik istediklerini ileri sürüyorlardı. İşte bu âyet onları yalanlamak üzere indi.

Ne de müşrikler... Yani inkarcıların tümü

Rabbiniz tarafından size bir hayır indirilmesini... Yani vahiy ve Kur'an'ı

istemezler. Burada ”istemek" anlamım verdiğimiz ”vüdd" kelimesi, bir şeyi arzulayarak sevmektir. Dolayısıyla anlam, ”kâfirler ve müşrikler sizin peygamberinize ve onun vasıtasıyla ümmetine bir hayrın indirilmesini sevmez ve bundan hoşlanmazlar" şeklinde olur. Çünkü onlar sizi kıskandıkları için, kendilerinin vahye daha lâyık olduğunu düşünür ve size gelen vahiyden hoşlanmazlar.

Oysa Allah, rahmetini dilediğine tahsis eder. Rahmet, peygamberlik, vahiy, hikmet, yardım ve zafer anlamınadır. Dilediğini rahmetiyle seçkin kılar ve rahmeti, iradesiyle ona özgü kılar.

Allah büyük lütuf sahibidir. Herhangi bir sebebe dayanmaksızın peygamberlik ve vahiyle kimi seçkin kıldıysa, onlara karşı büyük ikram sahibidir. Bu âyette peygamberliğin Allah tarafından verilmiş bir lütuf olduğuna işaret ediliyor. Bazı kulların bundan yoksun bırakılması, Allah'ın fazlının darlığından değil, aksine onun dilemesine ve kendisinin bildiği bir hikmete dayalıdır. Bu bakımdan Allah'ın mü'min kullarına olan lütfuna karşı çıkan kimse, işin gerçek yüzünü bilmiyor demektir. Bazı bilge kişiler, çekememezlik duygusu içinde olanların, beş yönden Rablerine karşı kavgaya girdiklerini belirtirler:

1- Başkasına verilen her nimet dolayısıyla öfke ve kin duyarlar.

2- Bunlar, Allah'ın yaptığı paylaştırmaya razı olmaz ve: ”Böyle değil de, şöyle taksim etseydin" derler.

3- Allah, lütfunu dilediğine verir, çekememezlik içindekiler ise Allah'ın lütfunda cimrilik eder.

4- O, Allah dostunu küçümser. Çünkü onun gözden düşmesini ve elindeki varlığı kaybetmesini ister.

5- Hasetçiler, Allah'ın düşmanına, yani İblise yardımcı olurlar.

Şüphesiz insanın kıskançlığı, düşmanına değil, kendisi aleyhinedir. Bu, düşmana atılan bir taşın geri sekerek, atan kimsenin kaşını yarmasına benzer. Adam bunun üzerine daha da öfkelenerek bir taş alır ve birincisinden daha şiddetli bir şekilde atar. Bu defa da geri seken taş, adamın gözünü çıkarır. Bu kez de kanı beynine sıçrar. Düşmanlarıysa, bu durumu karşısında, çevresini sararak onunla alay etmeye başlarlar. İşte çekememezlik içindeki kimsenin durumu budur.

Anlatıldığına göre, adamın biri bir hükümdarın huzuruna girer ve şöyle seslenir: ”İhsan sahibi kişiye, mertebesine yakışır bir şekilde ikramda bulun, kötü kimseye ise zaten kötülüğü yeter. ”Orada bulunanlardan biri, adamın hükümdarın yanındaki durumunu ve konuşmasını kıskanarak harekete geçti. Hükümdar'a giderek: ”Seninle konuşan adam, hükümdarın ağzı kötü bir şekilde kokuyor, diyor." dedi. Hükümdar da: ”Peki bunu nasıl ispatlayabilirsin?" diye sordu. Adam şu cevabı verdi: ”Onu huzurunuza getiririz. Yaklaştığında, o kokuyu duymamak için eliyle burnunu kapatacaktır." Adam huzurdan çıkar ve doğru haset duyduğu adama gider. Onu evine yemeğe davet eder. İkram ettiği yemeğe çok sarımsak koyar. Yemekten sonra hükümdar onu huzuruna çağırır. Adam, yediği sarımsağın kokusunun duyulmaması için huzura girince eliyle ağzını kapatır. Bu durumu gören Hükümdar, hasetcinin doğru söylediğine inanır. Hükümdar, kendi el yazısıyla valilerinden birine bir mektup yazarak şöyle der: ”Bu adam sana geldiğinde, derhal boynunu vur, derisini yüz ve içine saman doldurarak bana gönder." Masum adam yazılan mektubu Hükümdardan alarak çıktı. Bu sırada jurnalci adam, hükümdarın kendi el yazısıyla sadece ödüllendireceği kimseler için mektup yazdığını bildiğinden, o adama yetişerek mektubu kendisine vermesini istedi. Diller dökerek adamı kandırdı, mektubu elinden aldı ve valiye götürdü. Vali mektubu okuduktan sonra, adama, kendisini öldürmesi, derisini yüzmesi ve içine saman doldurup hükümdara gönderilmesinin emredildiğini söyledi. Bunun üzerine adam, mektubun kendisine ait olmadığını ve hükümdara bunun sorulmasını istedi. Fakat vali buna gerek olmadığını belirterek adamı öldürdü ve derisine saman doldurarak hükümdara gönderdi. Daha sonra asıl mektubu alan kişi, adeti üzere hükümdarın huzuruna çıktığında hükümdar şaşırdı: ”Mektubu ne yaptın?" diye sordu. O da: ”Falan adam, mektubu kendisine vermemi istedi ve ısrar etti; ben de ona verdim" dedi. Hükümdar: ”O adam, benim ağzımın çok kötü koktuğunu söylediğini aktardı. Bu doğru mu?" diye sordu. Adam: ”Hayır, kesinlikle böyle bir şey söylemedim" diye cevap verdi. Hükümdar: ”Peki, madem söylemedin, niçin elinle burnunu tutuyordun?" diye sordu. Adam da: ”Beni yemeğe davet etmişti. İkram ettiği yemekler ise çok sarımsaklıydı. Arkasından da siz çağırdınız. O pis kokuyu duymamanız için ağzımı kapatarak huzurunuza girdim" cevabını verdi. Hükümdar bunun üzerine gerçeği anladı ve asıl kötü kimsenin lâyık olduğu cezayı çektiğini söyledi. Allahım, bizi kötü ahlâktan koru!

105 ﴿