141

Onlar, bir ümmetti, o peygamberler bir topluluktu

gelip geçti. Yani ölümle göçüp gittiler.

Onların kazandıkları kendilerine, yani onların amelleri onlara,

sizin kazandıklarınızda da sizedir. Siz, onların yaptıklarından sorumlu değilsiniz. Yani hiçbir kimse başkasının amelinden sorumlu tutamaz, aksine kendi yaptığından sorgulanır ve bununla ceza, ya da mükâfat görür.

Bu âyet daha önce geçen bir âyetin aynen tekrarıdır. Uyarmada daha fazla dikkat çekilmesi için gelmiştir. Atalarıyla övünmenin, onların yaptığına güvenmelerinin kendileri için bir yarar getirmeyeceğini bildirmektedir. Nitekim şöyle buyurulmuştur: ”Tekrar dirilmek için sûra üfürüldüğü zaman, aralarında soy bağının hiçbir değeri kalmaz." (Mü'minûn: 101)

Denilir ki: Harun Reşit hacdan dönerken, birkaç gün Kûfe'de kalır. Çıktığı zaman, Mecnun Behlül (Behlül Divâne) yolunda durur ve avazının çıktığı kadar yüksek bir sesle üç kez ”Ey Harun!" diye seslenir. Harun Reşit: ”Bana seslenen kim?" diye sorar. Ona, Behlûl Divâne olduğunu söylerler. Harun Reşid durur ve kendisine : ”Beni tanımadın mı?" der. O da: ”Elbette tanıdım" deyince, Harun Reşit: ”O halde ben kimim?" diye sorar. Behlûl: ”Sen, mağribte (batıda) iken, şarkta (doğuda) biri zulme uğrasa, kıyamet gününde Allah'ın senden hesap soracağı kimsesin" der. Harun'Reşid ağlamaya başlar ve: ”Durumumu nasıl görüyorsun?" diye sorar. O da: ”Durumunu Allah'ın kitabına arzet bakalım" der ve: ”Gerçekten o gün iyiler nimet (cennet) içindedirler. Tacirler (ve kâfirler) ise, cehennemdedirler." (İnfitar: 13-14) âyetlerini okur. Bu defa: ”Amellerimiz nerededir?" diye sorar. Behlûl: ”Allah, ancak takva sahiplerinden kabul eder" (Mâide: 27) âyetini okur. Harun Reşid: ”Peki, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a olan yakınlığımız ne olacak?" der. Behlûl: ”Tekrar dirilmek için sûra üfürüldüğü zaman, aralarında soy bağının hiçbir değeri kalmaz" (Mü'minûn: 101) âyetini okur. Bu defa: ”Peki Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in bizim için şefaati nerede?" diye sorar. Behlûl: ”O gün, Rahman olan Allah'ın izin verdiği ve konuşmasına rızâ gösterdiği kimseden başkasının şefaati fayda vermeyecektir" (Tâhâ: 109) âyetini okur. Bunun, içindir ki, mutlaka sâlih amel gereklidir. Bunlarda samimi ve ihlâslı da olmak lâzımdır. Çünkü Allah, sadece bunları kabul eder, başkasını değil.

Cüneyd Bağdadî de şöyle der: ”İhlâs, yani samimiyet, kul ile Allah arasında bir sırdır. Hiçbir melek onu bilemez ki, yazıp deftere geçirsin ve hiçbir şeytan da bilemez ki, onu ifsat edip yoldan çıkarsın."

Fudayl b. İyad ise şöyle der: ”Sırf insanlar için ameli bırakıp terketmek riya, yani gösteriştir. İnsanlar için amel etmekse, şirktir, ihlâs ise, seni bu iki şeyden arındıran şeydir."

Bazı bilginler de demişlerdir ki: Sırf desinler ve görsünler diye taatta bulunan kimsenin durumu, para kesesi çakıl taşıyla dolu bir şekilde pazara çıkan kimse gibidir. Görenler, falanca kimsenin para kesesi (cüzdanı) ne de kabarıktır derler. Bunun, halkın kendisi hakkında ileri geri konuşmalarından başka kendisine hiç bir yararı yoktur.

Bir eserde (güzel bir sözde) şu ifadeler yer alıyor: ”Allah için amellerinizde ihlâslı ve samimi olun. Doğrusu Allah, ancak ihlâsla yapılan ameli kabul eder. Sakın bu Allah için ve yakınlar içindir, demeyin. Çünkü bunda Allah için bir şey yoktur." (64)

141 ﴿