180Sizden birine ölüm geldiği zaman, yani hastalık ve rahatsızdık gibi ölüm sebepleri ortaya çıktığı, belirtileri görüldüğünde... Çünkü insan ölümle burun buruna kaldığında vasiyete güç yetiremez. Eğer geride bir hayır yani az veya çok, ya da çok fazla bir mal bırakıyorsa... Meselâ ”falan, mal sahibidir" denildiğinde, bu söz az bir malı olan kimse için kullanılmaz. Hazret-i Âişe'den şu rivayet nakledilmiştir: Bir adam vasiyette bulunmak istedi. Hazret-i Âişe ona: ”Ne kadar malın var?" diye sordu. ”Üç bin" cevabını aldı. ”Bakmakla yükümlü olduğun kaç kişi var?" diye sordu? Adam: ”Dört" dedi. Bunun üzerine Hazret-i Âişe: Yüce Allah: ”Eğer geride bir hayır bırakıyorsa..." buyuruyor. Senin elinde olansa çok az bir şeydir. Dolayısıyla onu ailene bırak dedi. Ana-babaya ve akrabalara uygun bir şekilde vasiyette bulunmanız, size farz kılındı. Vasiyyet, ana-babaya, mirasçı olsun olmasın akrabaya, adalet ölçüsü içerisinde farz kılındı. Bunun ölçüsü de, üçte birinden fazla olamaz. Ayrıca fakir ve yoksulu bir kenarda bırakıp yalnızca zengin kimseye vasiyet yapılamaz. Bu âyetin nüzul sebebi, cahiliye döneminde kişilerin mallarını uzak olanlara riya ve gösteriş için, şan ve şöhret kazanmak için, vasiyet ederlerdi. Böylece yakınlarını yoksulluk ve meskenet içinde bırakırlardı. Allah, bu âyetle vasiyeti, en uzaklardan en yakın olan ana-babaya ve akrabaya dönüştürmüştür. Daha sonra Nisa süresindeki miras âyeti, bu âyeti neshetti. Şimdi hiçbir kimsenin, yakın veya uzak, herhangi birine vasiyette bulunması gerekmez. Eğer vasiyette bulunacaksa, o zaman, mirasçılar dışında akrabalardan herkese ve uzak olanlarına da vasiyet etmesi uygundur. Bu, müttakîler üzerine bir borçtur. Yani bu şekilde vasiyette bulunmak, malın zayi olmasından ve yoksulu mahrum bırakmaktan sakınanlar üzerine bir borçtur. Eğer Allah'tan korkuyorsanız, müttakîlerin üzerine bir borç olan bu görevi terketmezsiniz. |
﴾ 180 ﴿