210

Onlar, ille de buluttan gölgeler içinde Allah'ın ve meleklerinin kendilerine gelmesini mi beklerler? Âyette geçen soru edatı olumsuzluk anlamınadır. Yani İslâm'a girmeyi terkeden ve şeytanın adımlarına uyan kimse, Allah'ın azabının gelmesini mi bekliyor? Âyette: ”Yoksa onlar Allah'ın kendilerine gelmesini mi bekliyorlar? ” ifadesi, Allah'ın azabının gelmesi manasınadır. Çünkü Allah, gelip gitmekten münezzehtir. Bu gibi şeyler hareket ve sükûneti gerektirir. Halbuki Allah için bu gibi şeyler sözkonusu olamaz.

Bu ve benzeri âyetlerle ilgili olarak Mütekaddiminin (öncekilerin) görüşü şudur: İnsan, bunların zahirine iman etmeli, ancak bunun ilmini Allah'a bırakmalıdır. Çünkü insan, bu konuda Allah'ın muradının ne olduğunu gereğince ortaya koyabilmek konusunda, yanılabilir. En iyisi bu konuda bir şey söylemeyip susınaktır. Kelâmcılarm çoğunluğunun görüşü de, bunun kesinlikle etraflı bir şekilde anlatılması yoluyla teviline gitmektir. (101)

Selefin görüşüne göre, bu gibi âyetlerin zahirlerine iman etmek, keyfiyetini ise araştırmamaktır. Âyetin tefsirinde en iyi olanı, bizim, selef mezhebini ve görüşünü kabul ederek, öylece hareket etmemizdir. Bunun için biz şöyle deriz:"Allah, kıyamet gününde kullarının arasında hüküm vermesi için, Celaline uygun ve ona lâyık bir gelişle gelecektir. Bu hususta kelâmcılarm yoluna girmemize de gerek yoktur. Çünkü bu, insanın ayağının sürçmesine sebep olur."

Âyette geçen ”zulel" kelimesi ”zulle" kelimesinin çoğuludur. Zulle, insanı gölgeleyen şey demektir. ”Gamam" kelimesi ise ince beyaz bulut demektir. Örttüğü, için bu isim verilmiştir. Bulut, ancak üstüste gelerek bir arada bulunduğu zaman gölge olur. ”Meleklerin gelmesine" gelince, onlar, Allah'ın emrini getirmede aracıdırlar. Aslında o meleklerin gelişi, ancak gerçek te onlara azap getirmek içindir.

Özet olarak demek istenen şudur: Tüm deliller ortaya konulmuştur. Artık bundan sonra sadece azabın gelmesi kalmıştır.

Halbuki iş bitirilmiştir. Helak edilmeleriyle ilgli emir tamamlanmıştır. Ayette, işin olup bittiği, dili geçmiş zamana ait bir fiille, yani mazi fiiliyle anlatılmıştır. Bu ise, bu azabın kesin olacağını göstermek içindir.

Bütün işler, başka bir varlığa değil, sadece

Allah'a döner. Yaratılanların işleri ve amelleri hep O'na varacak ve kıyamet gününde aralarında O hüküm verecektir. Sevap verecek ve azaplandıracak olan O'dur. Mü'min kimseye yaraşan ise, hep Allah'a itaat etme tarafında bulunmak ve şeytanın adımlarına uymaktan, heva ve isteklerinin peşinden koşmaktan uzak durmaktır.

"Ey iman edenler! Hep birlikte itaata girin" (Bakara: 208) âyetinin biri genel, diğeri de özel olmak üzere iki anlamı vardır. Genel anlamı, tüm iman edenlere hitaptır ve ”Siz görünürde (zahirde) İslâm'ın şartlarını yerine getirdiğiniz gibi, içten de bu şartları yerine getirin", anlamındadır. Bunun şartlarından biri de Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şu hadisidir: ”Müslüman, öteki Müslümanların dilinin ve elinin kötülüklerinden güvencede bulunduğu kimsedir. Mü'min de, halkın malları ve kanları (canları) hususunda kendisinden emin olabildikleri kimsedir. ”(102)

Özel anlamı da, bizzat insanın şahsıyla ilgili özel hitaptır. Kişinin tüm zahirî ve batını organlarına yöneliktir. Kişiye yaraşanı tüm erkanıyla fiilen İslâm'a girmekdir. Meselâ: ”Gözü bakmakla, kulağı dinlemekle, ağız yemekle, tenasül organı şehvetle, el tutup yakalamakla, ayaklar da yürümekledir." İşte bunlardan birisinin İslâm'a sokulması demek, Hakkın emirlerine teslim olmak, yasaklarından kaçınıp uzak durmak demektir. Kısaca kişi üzerine düşmeyen şeylere bakmamak, yani boş şeyleri bırakmalı ve mutlaka kendisi için gerekli olanını yapmalıdır.

210 ﴿