159Allah'ın rahmeti sebebiyle, onlara yumuşak davrandın. Sen onlara, büyük bir merhamet örneği gösterdin. Onlar senin emrine muhalefet ederek, seni düşmana teslim ettiler. Buna rağmen, onlara yine de lütufda bulunup, yumuşak davrandın. Eğer onlara karşı kaba ve katı kalpli olsaydın, etrafından dağılırlardı. Senin yanında oturmazlardı. Eğer sen, söz ve davranışlarınla, onlara kaba davranıp, fena muamelede bulunmuş olsaydın, hepsi kaçıp giderdi. "Fezz", kaba ve ahlâksız demektir. ”Katı kalpli" ise, kalbi hiçbir şeyden etkilenmeyen demektir. İnsan bazan, kötü huylu olmaz ve kimseyi de incitmeyebilir. Fakat, merhametli olup, hassas da davranmaz. Aradaki fark da işte budur. Onları, Allahü teâlâ'nın affettiği gibi, senin hukukuna ait konularda sen de affet ve Allah'ın hukukuna ait konularda bağışlanmalarını dile. İş konusunda onlara danış. Savaş ve buna benzer görüşülmesi gereken konularda, onların görüşlerini al. Onların gönüllerini al ve onları onore et. Aynı zamanda, ümmet içerisinde danışma sünnetinin yerleşmesine örnek ol. Bu danışmadan sonra bir şeye karar verdin mi de, artık Allah'a dayan. Danışma sonucunda varılmış olan en iyi neticeyi uygulama konusunda Allah'a dayan. Senin için en iyi olanı. Allah'tan başkası bilemez. Ne sen, ne de senin danıştığın kişi bilebilir. Allah, kendisine dayananları sever. Kendisine tevekkül edenlere yardım eder, onları en doğru ve kendilerine hayırlı olan yola iletir. "Tevekkül", işi Allah'a havale etmek ve O'na güvenmenin yeterliliğine inanmaktır. Bu âyetten anlaşılan, (bazı cahillerin dediği gibi) insanın tevekkül ediyorum derken, kendini ihmal etmemesidir. Aksi halde, danışma emri, tevekkül etmeye aykırı olurdu. Tevekkül, insanın görünür sebepleri gözetmesi demektir. Fakat, kalbiyle onlara dayanmayacaktır. Sadece, hikmete inanacaktır. Yani her şeyde bir hikmetin varlığını unutmayacaktır. Âyet-i kerimede belirtildiğine göre, Hazret-i Peygamber, ashabına kaba ve katı kalbli davranmış olsaydı, kendisinden ayrılacaklardı. Halbuki ona uymak din, ondan ayrılmak ise inkârdır. İnsanların kendisine boyun eğdiği, kendisine tâbi olduğu ve itaat ettiği birisinin, onlara kaba ve katı kalple muamele etmesi nasıl düşünülebilir? Yumuşak söz, kalplerde en etkili olan ve en çabuk cevap verilen sözdür. İtaat edilmeye en lâyık olan sözdür. Onun için Allah, Hazret-i Mûsa ve Harun peygamberlere: ”Ona yumuşak söz söyleyin" (Tâhâ: 44) emrini vermiştir. İmam Fahreddin eı-Râzî tefsirinde şöyle der: ”Rıfk ve yumuşaklıkla muamele, Allah'ın hukukuna tecavüz etmiyorsa caizdir. Allah'ın hukukunu ihlâle götürürse caiz değildir." Allahü teâlâ şöyle buyurur: ”Ey Peygamber! İnkarcılara ve iki yüzlülere sert davran."(Tahrim: 9) Zina suçu işleyenlere verilecek olan ceza konusunda da, müminlere şöyle deniliyor: ”Allah'ın dini konusunda; sizi, onlara karşı acıma duygusu engellemesin!" (Nur: 2) Dikkat ediniz! İfrat ve tefrit, yerilmiş iki mefhumdur. Aşırılık, olumsuz da olsa, olumlu da olsa iyi karşılanmamıştır. Faziletli yol, orta yoldur. Kaba davranmak, bir yerde yasaklanmış, bir yerde de emredilmiştir. Bu da, ifrat ve tefritten uzaklaşmak içindir. Orta yolu takip etmek gerekir ki, o da en doğru yoldur. Bu sırdan dolayıdır ki Allahu teâlâ: ”Böylece sizi, orta bir ümmet yaptık" (Bakara: 243) buyurmuştur. Bilmiş olunuz ki, peygamber göndermekten kasıt, insanlara Allah'ın tekliflerini bildirmektir. Bu maksada ulaşmak için, gönüllerinin peygambere yönelmesi gerekir. Nefislerinin ona ısınması lâzımdır. Bunun gerçekleşmesi için ise, peygamberlerin, kerîm ve rahîm olmaları, cömert, şefkatli ve merhametli davranmaları, insanların günahlarını görmemeleri, suçlarını bağışlamaları, şefkat ve merhametle onlara yaklaşmaları gerekir. Bu sebeplerden dolayı peygamberler, kötü ahlâktan arındırılmışlardır. Katı kalbli değillerdir. Fakir ve yoksullara yardıma meyillidirler. Onların kötülüklerine pek bakmazlar. Bunun için aksi olsaydı âyette belirtildiği gibi ”Sert ve katı kalbli olsaydın, etrafından dağılırlardı." O zaman ise, peygamberler göndermekten maksat hasıl olmamış olurdu. Onların vârisleri olan ilim adamları ve hocaların böyle olması gerekir. İnsanlar, iç ve dış yönleriyle, uymuş oldukları kişilerin dini üzeredirler. Her ne kadar, güzel ahlâk üzere olan ilim adamı ve hoca, bu devirde az bulunsa da, durum yine aynıdır. Ancak Allah'ın kendilerini koruduğu, şeriata sarılma yolunu gösterdiği ve hakikat adabını gerçekleştirmeye muvaffak kıldığı kimseler hariç. Rivâyet edilir ki: Hilimde darb-ı mesel haline gelen Ahnef, bir adamla birlikte bulunuyordu. Adam Ahnef'e çok çirkin bir şekilde sövdü. Ahnef, kalktı, gitmeye başladı, adam da onun peşine düştü. Ahnef kavmine yaklaşınca durdu ve: ” Bak arkadaş! Benim toplumuma geldik. Eğer söveceğin başka söz varsa onu da söyle. Sonra bu toplum işitirse, sana eziyet ederler" dedi. Ahnef'in ahlâkına bakınız. Cahile nasıl davranıyor ve ona nasıl iltifatta bulunuyor? Bir adam Ahnefe der ki: ”Kişilik (mürûet) nedir, bana söyle?" Ahnef cevap verir: ”Güzel ahlâklı olman ve kötü ahlâktan kaçınmandır." |
﴾ 159 ﴿