3Size leş, haram kılınmıştır, onları alıp yemeniz haramdır, yasaktır. Helâl ve haram kılma, maddelerle ilgili değil, fiillerle ilgilidir. Leş ise boğazlanmadan ölen hayvan demektir. Kan, akıtılan, dökülen, bir yere boşaltılan kan da haramdır. Ciğer ve dalak ise haram değildir. Cahiliye döneminde kanı bağırsaklara doldurup kızartıyorlar, hacamat yapılan için bu kan haram değildir, diyorlardı. Domuz eti n in yenilmesi de haramdır. Hatta bu, bizzat necis olduğundan, boğazlansa bile helâl olmaz. Domuz etinin özellikle söz konusu edilmesinin sebebi, bir kısım kâfirlerin bunu yemeyi alışkanlık haline getirmeleriydi. Öte yandan, yenilen şey, vücudun bir parçası haline gelir; ahlâk ve karakteri, içinde bulunan özellikler doğrultusunda etkiler. Domuz ise aşırı ve pis bir hırsa sahiptir. İşte onun gibi olmaması için, insana domuz eti haram kılınmıştır. Üstelik, domuz namus yoksuludur. Kıskanma diye birşey domuz için sözkonusıı değildir. Hatta erkek domuzun gözü Önünde, kendisine ait olan dişi siyle cinsel ilişki kuran hayvana karşı kılını bile kıpırdatmaz. İşte domuz etinin yenilmesi, bu özelliklerin insana da geçmesine sebep olur. Allah'tan başkasının adı anılarak kesilen hayvanların etleri de yenilmez. Meselâ boğazlanırken üzerinde ”Lat ve Uzza adı" anılan hayvanların eti haramdır. Hatta İslâm hukukçuları (fakihler): ”Hayvanı kesen adam, Allah'ın adıyla Hazret-i Muhammed'inkini beraber ansa, meselâ 'Allah'ın ve Muhammed'in adıyla...' dese, kesilen hayvan haram olur" derler. Hadiste de şöyle geçer: ”Allah, anne ve babasını lânetleyeni lânetlesin. Allah, O'ndan başkasının adını anarak bir hayvan keseni de lânetlesin...". Nevevî, bundan amacın, Allah'tan başkasının; meselâ bir putun veya Mûsa'nın, ya da başka birisinin adı anılarak kesilen hayvan olduğunu belirtir. Mâverdî de. Buhara âlimlerinin, padişaha yakınlaşmak amacıyla onu karşılarken kesilen hayvanın Allah'tan başkasına kesildiği gerekçesiyle haram olduğuna fetva verdiklerini açıkça söyler. Rafiî ise, bunun haram olmadığı; çünkü bunun, gelişin bir müjdesi niteliğinde olduğu, çocukların doğumunda kesilen Akika kurbanına benzediği, sonuç olarak da haram kılınamayacağı görüşündedir. Boğulan, çeşitli şekillerde boğularak ölen hayvanların etleri de haramdır. Nitekim cahiliye döneminde insanlar, koyunları boğuyorlar ve ondan sonra yiyorlardı. Kesilip boğazlanmadan ölen bu hayvanlar da bir nevi leş sayılırlar. Dövülerek ölen hayvanların etleri de yenilmez. Bunlar da herhangi bir taş, ya da sopayla vurulup öldürülen hayvanlardır. Yüksek bir yerden düşerek ölen hayvanların etleri de haramdır. Bunların yere veya bir kuyuya düşmeleri arasında fark yoktur. Asıl olan düştükten sonra kesilmeden ölmesidir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Adiy b. Hâtem'e şöyle buyurmuştur: ”Vurduğun av hayvanı dağda yuvarlanıp suya düşünce, artık onu yeme. Çünkü sen, onun okun isabeti sonucu mu; yoksa suyun etkisi sonucu mu öldüğünü bilemezsin." İşte bu, ”sakıncalı" ve ”sakıncasız" iki durumun sözkonusu olabileceği tüm konularda bir kural haline gelmiştir. Buna göre, bu gibi durumlarda ”sakıncalı" yön göz önünde bulundurulacak, o ihtimale göre hareket edilecektir. Bu yüzden Allah'ın Rasûlü şöyle buyurmuştur: ”Helâl açıktır, haram da açıktır. Ancak öte yandan pek çok kimsenin bilemediği şüpheli durumlar da vardır..." Birbiriyle dövüşerek ölen, yani bu dövüşme sonucu can veren ve canı çıkmadan kestiğiniz hariç yırtıcı hayvanlar tarafından parçalanıp bir kısmı yenilen hayvanların etleri de yenilmez. ”Yırtıcı hayvanlar"dan amaç, azı ve köpek dişleri olup, insan ve hayvanları parçalamak için saldıran aslan ve benzeri hayvanlardır. Şu halde av hayvanı, yakaladığı avın bir kısmını yerse, geri kalan kısım, yani artığı da haram olur, artık yenilmez. ”Canı çıkmadan kestiğiniz hariç" yani, anılan hayvanlardan ölmeden, canları çıkmadan kesebildikleriniz haram değildir. Buna göre, tepinirken; gözünü kırpar veya kuyruğunu sallarken yetişip kesebildikleriniz helâl olur. İslâmî anlamda kesim; gırtlağın ve gırtlağa bitişik olan yeme-içme borusunun kesilmesiyle gerçekleşir. Hayvanları boğazlarken en azından bu ikisini kesmek gerekir. Mükemmel bir kesimde ise gırtlak ve yemek borusu ile beraber her iki yandaki şahdamarları da kesilmelidir. Keskin olan her şeyle kesim yapılabilir. Bu bir demir parçası olabileceği gibi, herhangi bir kamış, cam, yahut taş parçası da olabilir. Kısacası, şahdamarlarını yarıp kan akıtabilen her şey kesim âleti olabilir. Dikilen o taşlar için kesilen hayvanlar da haramdır. Bu taşlardan amaç Kabe'nin etrafına dikilen ve cahil iye toplumunda üzerlerinde kurban kesilen ve kutsallaştırman taşlardır. İşte bu taşlar için kesilen kurbanlar size haram kılınmıştır. Ve fal oklarıvla kısmet aramanız da haram kılınmıştır. Ayette geçen ”ezlâm" kelimesi fal okları, ya da zarları anlamında olup ”zelem" kelimesinin çoğuludur. Kısacası, bu fal oklarıyla da kısmet aramak yasaklanmıştır. Cahiliye toplumunda yaygın olan şöyle bir uygulama vardı: Herhangi bir işe giriştiklerinde, ya da niyetlendiklerinde üç tane fal oku getirip birisinin üzerine ”yap" anlamında ”Rabbim emretti" ; ikincisinin üzerine ”yapma" anlamında ”Rabbim yasakladı" yazarlar; üçüncüsünü ise ”boş" bırakırlardı. Ardından giriştikleri iş niyetine, torbaya koydukları o oklardan birini çekerler, yap emri çıkarsa yaparlar; yasak çıkarsa yapmazlar; boş olan çıkınca da bu fiili bir daha tekrarlarlardı. Burada ”kısmet aramak"tan maksat kısmetlerini bu yolla belirlemek ve buna inanmaktır. İşte bunları yapmak, bu çeşit kısmetlere başvurmak, yoldan çıkmaktır, isyandır, haddi aşmakdır, gayb bilgisine müdahaledir. Oysa gaybı ancak Allah bilir. Şunu bilin ki, meşru olmayan bir yolla gaybı öğrenmeye kalkışmak; - meselâ bir işin iyi mi, yoksa kötü mü olduğunu kâhin ve müneccimlerden öğrenme teşebbüsünde bulunmak- kesinlikle yasaktır. Kuranla istiharede bulunmak, ya da hayırlı bir iş için istihare namazını kılmak; duâsını okumak ise ona benzemez. Çünkü bu meşru bir yolla bilgi aramaktır; hayır peşinde koşmaktır. Hayır ile ilgili çabanın yasak olması düşünülemez. Yasak olan, fal okları aracılığıyla, kısmet aramaktır. Nitekim Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de şöyle buyuruyor: ”Kuş uçurtarak, taş karıştırarak, fal baktırarak bazı kararlara varmak ve bir şeyleri uğursuz saymak, sihirbazlık, hayırsız bir davranıştır, putlara inanmak gibidir." Bugün yani şimdi, şu ânda... (tıpkı: ”Dün genç idim, bugün ihtiyarladım" demek gibi.) Kuşkusuz ”dün" derken, özellikle bulunulan günden bir önceki gün ifade edilmek istenmediği gibi; ”bugün" derken de özellikle içinde bulunulan gün belirtilmek islenmez... Öte yandan âyette geçen ”bugün"den amacın, âyetin indiği gün olan Cuma günü ikindi sonrası, peygamberin Arafat'ta bulunduğu, Veda Haccmın arefe günü olduğu da ileri sürülmüştür. İşte bugün kâfirler, dininize karşı ümitsizliğe düşmüşlerdir. Sizin dininize karşı üstünlük sağlayamayacaklarını anlayan, yüce Allah'ın İslâm Dinini tüm dinlerden üstün kılacağına ilişkin sözünü gerçekleştirdiğini gören dinsizler, artık size galip gelmekten ümitlerini kesmişlerdir. Bu yüzden onlardan korkmayın, size üstünlük sağlayabileceklerini düşünmeyin. Benden korkun! Sadece benden!.. Bugün, dininizi kemale erdırdım. Diğer bütün dinlerden üstün ve yüce kıldım. Size nimetimi tamamladım. Sizlere hidayet ve başarı nasip ettim. Dinlerin ve şeriatların en mükemmelini size verdim. Ve din olarak size İslâm'ı seçtim. Bütün dinler arasında Allah katında en değerli ve makbul din olan İslâm'ı size verdim. Hazret-i Ömer'den rivayet edildiğine göre, Yahudilerden bir adam bir giin, kendisine demiş ki: ”Ey mü'minlerin emiri! Sizin kitabınızda okuduğunuz bir âyet vardır ki, eğer bize inmiş olsaydı; biz o günü bayram edinirdik." Hazret-i Ömer: ”Hangi âyettir" diye sorduğunda, yahudi: ”Bugün, dininizi kemâle erdirdim... diye başlayan âyettir" cevabını vermiş, bunun üzerine Hazret-i Ömer: ”Biz o gıinü ve âyetin peygambere indiği o yeri çok iyi biliyoruz. Bu âyet cuma günü peygamberimiz Arafatta iken inmişti, karşılığını vermiş." Böylece Hazret-i Ömer de o günü bayram edindiğimize işaret etmek istemiş. Yine rivayet edildiğine göre, bu âyet indiğinde Hazret-i Ömer ağlamaya başlamış; Rasûlullah Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ”Niye ağlıyorsun ey Ömer?" diye sorunca şu cevabı vermiş: ”Beni ağlatan şu: Biz dinimizin artmasını bekler dururduk. Artık kemâle erdiğine göre azalacak, eksilecek demektir." Bunun üzerine Allah'ın Rasûlü: ”Doğru söyledin" karşılığını vermiş. Böylece bu âyet Rasûlü llah'ın ölüm haberini veriyordu. Nitekim Allah'ın Rasûlü bundan 81 gün sonra Rebiülevvel ayının 12'sine rastlayan bir pazartesi günü vefat etti. Ne gariptir ki Hicret'i de bir Rebiülevvel ayının 12'ci günü olmuştu. Açlık sebebiyle zaruret içinde olanlar, içinde bulunduğu zorunlu dunun, dolayısıyla haram kılman bu şeyleri yemek mecburiyetinde kalanlar, açlıktan ölüm korkusu içinde olanlar günaha kaymayacak bir şekilde bu haram kılman şeylerden yiyebilirler. Bunların yemeleri isteyerek, lezzet duyarak ve iştahla olmayacak; ruhsat verilen sınırı aşmayacaktır. Çünkü Allah çok bağışlayan ve çok merhamet edendir. Bu durumda kalanları, yemeleri sebebiyle hesaba çekmez. Rivayet edildiğine göre adamın biri Rasûlullah'a: ”Ey Allah'ın Resûlü! Herhangi bir yerde açlık tehlikesiyle karşı karşıya kaldığımızda ölü hayvanların etleri bize nasıl helâl olur" diye sormuş. Allah'ın Rasûlü şu cevabı vermiştir: ”Sabah ve akşam, yemeği haline getirmediğiniz, ve günaha kaymadığınız sürece..."(9) Açlık tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı halele, ölü hayvan etinden yemeyerek ölen kişi günahkârdır. Oysa öte yandan hasta olup da tedavi görmeye yanaşmayan ve ölen adamın durumu böyle değildir, yani günahkâr olmaz. Çünkü onun, o ilâçla iyileşeceği kesin değildir; ilâç olmadan da iyileşmesi imkân dahilindedir. |
﴾ 3 ﴿