108

Ey mü'minler!

Onların, yâni kâfirlerin

Allah'tan başka taptıklarına, ilâh edindikleri putlarına

sövmeyin. ”Size ve taptığınız putlara yazıklar olsun" şeklinde hakaretlerde bulunmayın

ki onlar da aşırı giderek, hakkı bırakıp bâtıla yönelerek

bilgisizce Allah'a sövmesinler. Allah'ı, anılması gereken yüce ifadelerle anmayıp O'nun hakkında körü körüne ileri-geri konuşmasınlar.

Bu âyetten anlaşılıyor ki, isyan ve günaha yol açan taatı terketınek vaciptir. Çünkü, kötülüğün meydana gelmesini sağlayan şey de kötüdür. Nitekim, putlara sövmek bir bakıma taat olduğu halde -Allah'a ve peygambere sövmek ve bilgisizce hareketin kapısını açmak gibi- çok büyük günaha dolaylı olarak sebep olduğundan yüce Allah (celle celalühü) tarafından yasaklanmıştır.

Her ümmete iyilik ve kötülük, itaat ve günah olarak

yaptığı işi böylece süslü gösterdik. Daha

sonra onların varacakları yer, öldükten sonra dirilip toplanacakları yer, onların her şeyini yöneten

Rablerinin huzurudur. Kesinlikle, O'nun huzuruna varacaklardır.

O Rableri,

yaptıklarını kendilerine haber verecektir. Dünyada iken kendilerine süslü gösterilen günahlarda nasıl ısrarla hayat sürdürdüklerini kendilerine bildirecektir.

Buradaki ”haber verme" olayı, herhangi bir adamın, tehdit ettiği birisine: ”Ne yaptığını sana gösteririm" demesine benzer. Öte yandan, burada çok anlamlı bir incelik vardır. Buna göre, bu dünyada görünen madde ve arazlar, âhirette görülecekleri hakiki şekillerinden farklı bir durumda görünürler. Nitekim öldürücü bir zehir olan günahlar, bu âyette de belirtildiği üzere dünyadaki günah kârlarca çok süslü görünür. Güzellerin güzeli olan taat ve ibadetler ise, onlarca çirkin karşılanır. Bu yüzden Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): ”Cennet nefsin hoşlanmadığı şeylerle, cehennem de şehevî arzularla kuşatılmıştır" buyurmuştur. (24) Şu halde dünyada, kâfirlerin amelleri kendilerine çok güzel görünmüştür. Âhirette de yaptıkları amellerin gerçek yüzünü görecekler, ne kadar kötü ve ürkütücü olduğunu anlayacaklardır. Başka bir deyişle; kâfirler, âhirette amellerinin gerçek yüzünü tanıyacaklardır.

Sâlih insanlardan bir zat diyor ki: Bana yakın oturan ve ibadet ede ede zayıf düşen bir kadıncağız vardı. Ben ona: ”Biraz kendine acı" dedim. Bana şu cevabı verdi: ”Ey Şeyh! Nefsime acıdığım takdirde, Mevlamın kapısından uzaklaştırılacağımı bilmiyor musun? Çünkü, dünya ile meşgul olup o Mevladan uzaklaşan çeşitli felâketlerle sınanır. Ayrıca, gayret gösterdiğim halde amelim ne kadardır ki, az yaptığımda ne olsun?" Daha sonra dedi ki: ”Yarışmanın hasretinden ve ayrılığın acısından dolayı, vay başıma gelenler!..." Yarışma hasretinden amaç şudur: Kabirlerden kalkıldıktan sonra bir kısım insanlar, nuranî bineklere binip saygın ve yüce bir saraya gidecekler. Kendilerine üstün makamlar verilip Allah dostlarına yaraşır hediyeler sunulacak. Yarışı kaybedenler ise üzüntülüler arasında kalacaklardır. İşte o zaman bunların kalbleri üzüntü ve kederden dolayı yerinden kopacak, pişmanlıktan ötürü eriyip gideceklerdir. Ayrılığın acısıyla da şu husus anlatılmak istenmiştir: Bütün insanların bir arada toplandıkları bir sırada yüce Allah bir meleğe: ”Ey suçlular! Bugün müminlerden ayrılın!" (Yasin: 59) şeklinde bir duyuru yapmasını emreder. O zaman erkek karısından, çocuk annesinden, sevgililer biribirinden ayrılmak zorunda kalacaktır. Bir kısmı cennet bahçelerine gönderilirken diğer bir kısmı da cehennem çukurlarına atılacaktır. Kısacası, acı ayrılıktan dolayı, gözyaşları dinmeyecek sel gibi akacaktır. Hatta bu durum şu şekilde şiirle ifade edilmiştir:

Eğer ayrılık ânında aramızda olsaydın

Ve defalarca ve dalaştığımızı görseydin

O zaman göz yaşlarından denizlerin oluştuğunu

Ve kan şeklinde aktığını görecektin....

108 ﴿