124Bir önceki âyette bir beldedeki fâsıkların, oradaki ileri gelenler, mal ve mevki bakımından seçkin bir konumda bulunanlar olduğu belirtildikten sonra bu âyette Mekke reislerinin işlemiş oldukları suç ve fısk belirtilmiştir. Bu durum âyette şöyle belirtilir: Onlara Hazret-i Muhammed'in peygamberliğinin doğruluğunu kanıtlayan bir âyet geldiği zaman: 'Allah'ın Peygamberlerine verilenin aynısı bize de verilmedikçe; bize de vahiy ve kitap gönderilmedikçe iman etmeyiz' dediler. Rivayet edildiğine göre Ebû Cehil şöyle demiştir: ”Biz Abdülmenaf oğullarıyla tıpkı iki yarış atı gibi şan ve şeref konusunda yarıştık. Sonuçta bize: 'Bizden, kendisine vahiy gönderilen bir peygamber çıktı', dediler. Vallahi, ona vahiy geldiği gibi, bize de gelmedikçe biz bu işe razı olmayız." İşte bunun üzerine bu âyet inmiştir. (26) Kısacası, Mekke halkı, Hazret-i Muhammed'e verilen nübüvvet ve risaletin aynısının kendilerine verilmesini istiyor ve kendilerinin, uyan kimseler değil, uyulan kimseler olmasını istediklerini ortaya koyuyorlardı. Kuşkusuz herhangi bir adama ”iman et" denildiğinde: ”Hayır, Allah beni peygamber yapmadıkça iman etmem" karşılığını vermesi, akılsızlığın doruk noktasıdır. Buradaki âyette geçen ”Peygamberler" ifadesinden amaç, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dir. Kendisini yüceltme amacıyla çoğul olarak kullanılmıştır. Allah peygamberliğini nereye yani kime vereceğini, peygamberlik için en uygun olan yeri her şeyden daha iyi bilir. Bunlar ise peygamberliğe lâyık değildirler. Çünkü peygamberlik için ehliyet ölçüsü soy ve mal değil, kişisel erdemi iktir. Suçlu olanlara bekledikleri peygamberlik şerefi yerine sürekli olarak yaptıkları hilelerinden dolayı kıyamet gününde Allah katından bir zillet ve şiddetli azap erişecektir. Şu halde peygamberlik, çalışılarak elde edilen bir şey değil, ilâhî bir tensibtir. O'nun tahsisiyle gerçekleşir. Buna göre kişi, bütün şart ve sebeplerini yerine getirse bile, kendi kendine o makama ulaşamaz. |
﴾ 124 ﴿