45

Ey iman edenler! Savaşmak için,

herhangi bir toplulukla karşılaştığınızda, sebat edin. Yani, kâfir bir grubla savaştığınızda, sakın yenilmeyin! Bir hadiste: ”Düşmanla karşılaşmayı dilemeyin! Onlarla karşılaştığınız zaman ise, sabredin!" buyurulur.(12)

Hazret-i Peygamber bu hadisiyle, düşmanla karşılaşmayı istemeyi yasaklamıştır. Çünkü bunda, kuvvete güvenme ve kendini beğenme vardır. Ayrıca düşmana önem verilmemiş, küçük görülmüş olur. Çünkü ona önem vermezse zayıf sözler sarfedebilir. Bu da kendi aleyhine olur. Böylece zayıf olan hasmı galip gelir, bu durum ise, tedbirli davranmaya engel teşkil eder. Münazara adabında da, şöyle bir durum var: Bir kimse, karşısındaki kimseyi küçük, hor ve hakir görmemelidir. Kendisi zayıf ve aşağı duruma düşer. Güçlüler güçsüz, güçsüzler de güçlü olabilir.

Ve Allah'ı çok anın ki, başarıya ulaşasınız. Savaşın şiddetlendiği ve güçlüklerin ortaya çıktığı zamanlarda; tekbir, tehlil gibi şeylerle Allah'ı zikredin. Mum inlerin zaferi ve kâfirlerin yüzüstü düşmesi için duâ edin. Umulur ki bu durum, dileklerinize ulaşmanıza ve zaferi kazanmanıza sebep olur. Zaferi elde eder ve sevabına kavuşursunuz.

Burada, bir tenbih yapılmış ve her halükârda kulun, Allah'ı zikretmekten geri kalmaması tavsiye edilmiştir. Kul, her türlü şiddet anında Allah'a sığınmalıdır. Bütünüyle Allah'a yönelmelidir. Gönül huzuruyla O'na güvenmeli ve hiçbir şekilde O'nun lütfunun kendisinden ayrılacağını sanmamalıdır. Çünkü Allah'ı anmanın, kul için, belâların uzaklaştırılıp birçok faydalar elde etmede büyük bir etkisi vardır. Hadiste şöyle buyurulmuştur: ”Allahü teâlâ'nın, zikir halkalarını arayan gezgin melekleri vardır. Bunlar, o zikir halkalarına uğradıklarında, hemen etraflarını kuşatırlar, başkanlarını semaya, Allahü teâlâya gönderirler. Onlar da derler ki: 'Ey Rabb'imiz! Senin nimetlerini yücelten, Kitabını okuyan, peygamberine salevât getiren, dünya ve ahiretleri için istekte bulunan kullarına uğradık.' Allahü teâlâ da: 'Onları rahmetimle kaplayın. Onlar öyle topluluklardır ki, onlarla birlikte olan sapıtmaz' buyurur. ”(3)

Nitekim Envâru'l-Meşârik isimli eserde denilmiştir ki, halka halinde zikir yapmak da müstehabtır. Halka halinde zikir yapılırken, açıktan zikir yapmak âdet haline gelmiştir. Birtakım problemlerin ortaya çıkacağından emin olunmazsa, insanlar toplanır ve içlerinden zikir yaparlar. Yüksek sesle zikir yapmak, bu işe yeni başlayanların gönlünde daha büyük bir etki yapar. Ayrıca, sesli olarak zikir yapıldığı zaman, binalar, evler ve işitenler, zikrin bereketinden faydalanırlar. Kıyamet günü ise, bu sesi işiten her kuru ve yaş, onun için şahitlik eder. Özellikle, gafil ve cahil halk kitlelerinin bulunduğu yerlerdeki insanlar.

İnsanın, Allah'ın anılmadığı ve Peygambere salevat getirilmeyen bir yerde, oturması yasaklanmıştır. Böyle bir yerde bulunmak, kıyamet gününde o kimse için bir hasret olacaktır. Hadiste şöyle buyurulur: ”Her kim, ileri geri konuşulan bir toplantıda bulunur da, oradan ayrılmadan önce: 'Ey Allah'ım! Seni, sana yaraşır bir hamdle tesbih ederim. Senden başka tanrı olmadığına şahitlik ederim. Senden bağışlanmamı diler ve sana tevbe ederim' diye yalvarır sa, bu toplantıda işlediği hatalar bağışlanır. ”(14) Akıllı insanın dili; zikir, duâ ve istiğfara her zaman alışkın olmalıdır. Özellikle, mübarek zamanlarda.

Temiz bir kalple, bolca zikir yapmak, arif insanın dünyadaki cennetidir. O insan, Allah'ı zikretme sayesinde, kötülükleri emreden nefisten ve onun fenalıklarından böylece kurtulur ve huzurlu bir âleme ulaşır.

Ebû Bekir el-Ferğânî anlatır: ”Günlerden bir gün kervandan geri kaldım ve dedim ki: 'Ey Allah'ım! Bana ism-i a'zam'ı öğı etsen.' Bunun üzerine yanıma iki kişi gelip biri diğerine: 'İsm-i azanı, ”Yâ Allah" demendir' dedi. Buna çok sevindim. Yine o: 'Senin demen gibi değil, denize düşüp de, Allah'tan başka sığınacağı kimsesi olmayanın yaptığı gibi darda kalan kimsenin sıdkile O'na iltica etmesidir' dedi."

Biliniz ki cihad, en büyük itaattir. Onun içindir ki, mücahidin ayak tozu ile cehennem dumanı bir arada bulunmaz. Mücahidin bir adımı sebebiyle bir günahı bağışlanır, diğer adımı sebebiyle de kendisi için bir sevap yazılır. Fakat mücahit, niyetini temiz tutmalıdır, savaş meydanında sabretmelidir, meydanı terketmemelidir. Çünkü, insanların değerleri kalbin ve ayakların sabretmesiyle belli olur. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in vefatını duyan Hazret-i Ebû Bekir'in karşılaştığı acıklı durum da böyleydi. Ebû Bekir: ”Kim Muhammed'e tapıyor idiyse, bilsin ki o öldü. Kim Allah'a ibadet ediyor idiyse, o da bilsin ki, Allah diridir, ölmez" diyordu. Düşmanları yenmek, mukaddes güçle ve ilâhî destekledir. Maddî güç ve kuvvetin, araç ve gerecin çokluğuyla değildir.

İskender, ordusunun bir gösteri yapmasını istemişti. Topal bir ata binen eri görünce, onun attan inmesini istemişti. Bunun üzerine er, kahkahayla gülmüştü. Bu gülüş, İskender'in dikkatini çekmiş ve sormuştu. ”Niçin gülüyorsun? Senin attan indirilmeni emretttim." Er: ”Sana şaşıyorum" deyince, İskender ”niçin?" diye sorar ve şu cevabı alır: ”Senin altında kaçma âleti var. Benim altımda ise, sabır ve sebat etme âleti vardır. Hal böyleyken, beni attan indiriyorsun." Bu cevap İskender'in hoşuna gider ve eri tekrar ata bindirir.

45 ﴿