111

Rivayet edildiğine göre, Mekke'deki Akabe gecesinde. Hazret-i Peygamber'e Ensar'dan yetmiş kişi biat edeceği zaman Abdullah b. Revaha şöyle demişti: ”Ey Allah'ın Rasûlü! Rabbin ve kendin istediğin şartı koş." Hazret-i Peygamber de: ”Rabbime, ona ibadet etmenizi ve ona hiçbir şeyi ortak koşmamanızı şart koşuyorum. Kendim için ise, kendinize ve malınıza gelmesini istemediğiniz şeyden beni de korumanızı şart koşuyorum" demişti. Bunun üzerine Abdullah b. Revaha: ”Bunu yaparsak bize ne var?" diye sorunca, Hazret-i Peygamber: ”Cennet" diye cevap vermiştir. Ensar: ”Alışveriş kârlı oldu. Ne anlaşmayı bozarız, ne de feshederiz" dediler. İşte bunun üzerine aşağıdaki âyet indi:

Şüphesiz ki Allah, mü'minlerden canlarını ve mallarını cennet karşılığında satın almıştır. Cennet karşılığında canları satın alınanlar, münafıklar ve kâfirler değillerdir. Onlar bu alışverişe hazır değillerdir.

Hasan-ı Basrî bu konuda şöyle diyor: ”Kazançlı bir alışverişe bakınız.

Allahü teâlâ, her mü'min ile bu alışverişi yapmıştır. Yeryüzünde hiçbir mü'min yoktur ki, bu alışverişe dahil olmuş olmasın."

Ayette geçen ” canlar" dmı kasıt, insanların vücutlarıdır. Çünkü vücutlar, ruhların kemale erişebilmesi için gerekli olan vasıtalardır. ”Mallar"dan kasıt ise, vücudun varlığını sürdürebilmesini sağlayan vasıtalardır.

İşte mü'minler, canları ve mallarıyla yaptıkları cihad karşılığında, cenneti hak etmişlerdir. Eğer: ”Bir kimse, kendi mülküyle başkasının mülkünü nasıl satın alabilir? Halbuki kul da, mülk de efendinindir" diye sorulacak olursa, bunun cevabı şudur: ” Bu ifadeler, mü'minleri savaşa teşvik içindir. Burada mü'minlere iltifat vardır. Onları itaata çağırmaya, mâlî ve bedenî hayırlar yapmaya teşvik ve her şeyin karşılığının verileceğine dair tekid vardır. Tıpkı: ”Allah'a kim güzel bir ödünç verir" (Bakara: 245) âyetinde olduğu gibi. Burada da, sadaka vermeye, başkalarına yardımda bulunmaya teşvik için ödünç verme zikredilmiş, bununla sadaka kastedilmiştir. Çünkü borcun, aynı şekilde geri ödenmesi gerekir. Sanki Allahü teâlâ, varlığın aslî sahibi değilmiş gibi davranmaktadır. Burada Allah müşteri, mü'min ise satıcı durumundadır. Mü'minin malı ve bedeni ise, satışın esası olan mal konumundadır. Cennet ise, bu alışverişin vasıtası olan ücrettir, değerdir. Bütün bunlar, kulları iyi şeylere teşvik içindir.

Ca'fer-i Sâdık şöyle der: ” Ey insanoğlu! Kendi değerini bil. Yüce Allah senin değerini bildiği için, senin karşılığında, cennetten başka bir şeye razı olmadı."

Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar. Öldürürler ve öldürülürler. Âyetin bu bölümü önceki bölümünü açıklamaktadır. Burada sanki: ”Canlarını ve mallarını, cennet karşılığında nasıl satıyorlar?" diye sorulmuş cevaben: Onlar Allah yolunda savaşırlar, canlarını ve mallarını feda ederler. ”Öldürürler" ifadesinden kastedilen, savaşan gazilerdir ki, onlar için cennet vardır. ”Öldürülürler" den kasıt ise, şehitlerdir. Bunlar için de cennet vardır. Artık satıcı yani Allah yolunda savaşıp malını ve canını feda eden kul, teslim edilen malın karşılığını almaya hak kazanmıştır. Kufe'li Ebû Ali şöyle der:

Adıı cennetinde, Tûbâ gölgesinde bulunan Yüksek binaların yüksek kubbesini kim satırı alır. Orayı gösteren Mustafa, orasını dilediğine satan Allah'tır. Cebrail ise, oraya çağıran ve davet edendir.

Bu, Allah'ın Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'ân'da olan gerçek va'didir. Bu durum, Kur'ân'da böyle olduğu gibi, İncil ve Tevrat'ta da böyledir. Yani, Allahü teâlâ'nın, kendi yolunda savaşanları cennete koyacağına dair va'di, bütün semavî kitaplarda mevcuttur.

Kim, Allah'tan daha çok sözünde durur? Öyleyse, yapmış olduğunuz bu alışverişe sevinin! Büyük kurtuluş da budur işte. Buradaki soru, inkâr ve red anlamına gelir. Hiçbir kimse, sözünü yerine getirme konusunda Allah'tan daha ileri olamaz. Çünkü Allah, her şeye kadirdir, başkaları ise âcizdirler. Yani O'nun yolunda savaşıp cenneti kazanmış iseniz, sevininiz. Mutlu olunuz. Bu sizin hakkınızdır.

Haddâdî şöyle der: ”Kendi nefislerinizi Allah'a sattığınız için sevininiz. Çünkü Allah'tan daha yüce müşteri, cennetten de daha büyük karşılık olamaz."

Âyette ki ”baye'tüm bih" tabiri, alışverişlerini iyice pekiştirmek içindir. Çünkü, fâni olan kul ile, bakî olan Allah arasında geçen bir alışveriş gerçekleşiyor. Bir de alış-verişe konu olan can ve mal da cennet de Allah'ındır. İşte burada canlar ve mallar verilmek suretiyle kazanılan cennet gerçek kurtuluş yeridir. Ondan daha büyük bir kurtuluş yoktur. Çünkü, fânî olan varlık mukabilinde bakî olan cenneti kazanılıyor.

Biliniz ki, bütün varlık Allah'ın mülküdür ve ona boyun eğer. Allah, mülkünde dilediği gibi tasarrufta bulunur. Yaptığı tasarruflardan dolayı sorgulanmaz. O herkesi sorgular. Bununla birlikte, mü'minlerin nefislerini, kendi katında değerli olduğu için yüce katından bir lütuf olmak üzere satın alır.

Yine biliniz ki, ecel hükmedilmiş ve kesindir, rızık ise, paylaştırılmış ve bellidir. Bütün nefisler de ölümü tadacaktır. Cennet ise kılıçların gölgeleri altındadır. Canlıların şehit olmaları, Allah katında bir gerçektir. Onların ruhları, cennette hazırlanmış yeşil kuşların kanundadır. Cennette istedikleri yerde barınırlar. .Şehidin bütün hata ve günahları bağışlanır. Yine şehit, kendi aile ve yakınlarından yetmiş kişiye şefaat eder. Kıyamet günündeki çok büyük korkudan emindir, ölümün ve haşrin sıkıntı ve belâlarından kurtulur ve ölüm acısını duymaz. Şâir ne güzel söyler:

Ey dünya He sarmaş dolaş olan kişi, orada kalmak yoktur. Orada aklanmış ve aldatmış olarak akşamlayıp, sabahlarsın. Erkenden firdevs cennetiyle sarmaş dolaş olmak için, Dünya ile olan iç içeliğini keşke bıraksaydın:

Huid cennetinde ikamet etmek istiyorsan, Âteşten emin olmamalısın."

111 ﴿