3Rabbinizden mağfiret dileyin... Allah'tan mağfiret yani bağışlanma dilemek; dünyada kulun günahını örtmesini, âhirette ise cezalandırmamasını istemektir. Ve sonra da O'na tevbe edin ki, samimiyetle tevbe edip O'na yönelin ki, belli bir süreye kadar sizi güzelce geçindirsin size, razı olacağınız bir hayat sürdürsün, arzu ettiğiniz hiç bir şeyden mahrum bırakmasın. Böyle bir hayat; yataklarınızda can verinceye kadar, mukadder olan ömürlerinizin sonuna kadar sürsün. Burada iki soru akla gelir. Birincisi: Hazret-i peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ”Dünya müminin zindanı, kâfirin cennetidir." ve ”Belâya en çok maruz kalanlarınız peygamber ve derece derece diğer kimselerdir" gibi sözleri, Allah'a itaat edenin nasibinin dünyada rahat yüzü görmemek olduğunu ifade ediyor. Öyleyse mü'min nasıl ölünceye kadar bolluk ve emniyet içinde olabilir? Bunun cevabı şudur: Kalbini Allah'a bağlayan, hakkındaki kaderine razı olan, güzel bir hayat yaşar. Kalbini sebeplere bağlayan kimse ise sevdiği şeyin kaybolması korkusuyla daimi bir elem içinde bulunur. Hayatının tadı kaçar. Kalbi kararsız olur. Dünyanın mü'mine zindan olması; âhirette kendisi için hazırlanan nimetlere nisbetledir. Yoksa dünyada hiç rahat etmeyecek demek değildir. Anlatıldığına göre, Bağdat'lı bir kadı, hizmetçileri ve adamlarıyla külhan (hamam) sokağına uğradığında; pejmürde, cehennem kılıklı bir Yahudiyle karşılaştı. Üstünden başından âdeta katran akıyordu. Kadının katırının yularından tuttu ve dedi ki: ”Allah kadı efendiye güç kuvvet versin. Peygamberinizin 'dünya müminin zindanı, kâfirin ise cennetidir' sözü ne manaya geliyor? Çünkü dünya, mü'min olduğun halde senin için cennet, biz Yahudiler de kâfir olduğumuz halde, benim için cehennem?" Bunun üzerine Kadı, şöyle cevap verdi: ”Dünya ve şu gördüğün dünya nimet ve zinetleri, cennete ve cennetteki yüksek makamlara nisbetle mü'minler için zindandır. Kâfirler içinse dünya, cehennem ve cehennemdeki aşağılık ve zilletlere nisbetle cennettir." Bunun üzerine Yahudinin aklı başına geldi. İyi bir müslüman oldu. İkinci soru şudur: Âyetteki ”belirli bir süreye kadar" ifadesi, Kâ'bi'nin ”Maktulün iki eceli vardır: Katil eceli ve mevt eceli. Eğer maktul öldürülmeseydi, ölüm eceline kadar yaşayacaktı" dediği gibi gerçekten iki olduğuna mı işaret etmektedir? Aslında ehl-i sünnete göre ecel birdir. Her ne kadar ömürler ve rızıklar; tevbe ve istiğfar gibi amellerle ilgili ise de, her kul için belirlenmiş bir ecel vardır. Çünkü yüce Allah, kulun, ömrü artıracak taatlarla meşgul olacağını bildiği için, takdirini de ona göre yapmıştır. Bu durum ecelin birden fazla olduğunu isbat etmez. Ve her fazilet sahibine faziletinin karşılığını versin. Fazilet; amel, güzel ahlâk ve her türlü olgunlukta olur. Faziletin karşılığı ise, yüce makamlar ve ecirlerdir. Eğer yüz çevirirseniz, size teklif edilen tevhid, istiğfar ve tevbeden geri durup, direnmeye devam ederseniz Büyük bir günün azabına çarpılmanızdan korkarım. Size olan şefkat ve merhametimden dolayı, kıyamet gününün şiddetli azabından endişe ederim. "et-Tibyân" tefsirinde şöyle denilir: ”Büyük bir günün azabı" denilmesi, içerisinde korkunç şeyler olacağı içindir. Böylece ”gün" içerisinde olacak şeyle tavsif edilmiştir. |
﴾ 3 ﴿