6Yeryüzünde, dünyanın her bölgesinde yaşayan bütün canlıların, rızka muhtaç olan, büyük-küçük, dişi-erkek tüm yaşayanların, kendilerine uygun tarzda rızkı, rahmet ve ikramının bir eseri olarak ancak Allah'a aittir. Allah, o canlının yerleştiği yeri ve ilerde geçici olarak bırakılacağı mekânı bilir. Bu âyetin tefsiriyle ilgili çeşitli açıklamalar vardır: Birincisi: İbn Abbas (radıyallahü anh)'dan rivayet edildiğine göre, canlının yerleştiği yer, gece veya gündüz başını soktuğu veya istikrar bulduğu mekândır. İlerde geçici olarak bırakılacağı mekân ise, öldüğü zaman iradesi dışında emanet bırakılan bir şey gibi defnedileceği yerdir. İbn Abbas (radıyallahü anh) şöyle der: ”Kişinin kabri nerede olacaksa ihtiyaç onu oraya sevkeder, öyle ki işi biter bitmez orada ruhu kabzedilir. Kıyamet günü o yer: İşte bu, bana emanet bıraktığındır, der." İkincisi: Canlının yerleştiği yer, babaların sulbünde karar kıldığı mahaldir. Bırakılacağı mekân ise, ana rahmidir. Rahimlere ”bırakılan yer" denir. Çünkü nûtfe (döl) oraya başkası tarafından bırakılır. Nûtfenin, babaların sulbünde bulunuşu ise bunun aksinedir. Çünkü orada, tabiî olarak oluşur. Üçüncüsü: Canlının yerleştiği yer, fiilen dünyaya geldiği andaki yeridir. Bırakılacağı yer ise, fiilen dünyaya gelmeden önce rahim veya sulbteki geçici olarak kaldığı yeridir. Her şey apaçık bir kitaptadır. Her canlı, onun rızkı, yerleştiği yer ve bırakılacağı mekân, Levh-i mahfuzda yazılıdır. Bu kitap, bakan meleklere açık olarak gözükür. Alimlerin ittifak ettiklerine göre dört şey asla değişmez: Ömür, rızık, ecel ve saadet-şekâvet. Akıllı kimsenin, rızkı için gam çekmemesi, Allah'a tevekkül etmesi gerekir. Çünkü Allah, ona kâfidir. Rivayet edildiğine göre Hazret-i Mûsa, kendisini imana davet etmek üzere Firavun'a gitmekle emrolunduğunda, ailesinin durumu aklına geldi ve: ”Ey Rabbim! Ailemin işlerini kim görecek?" dedi. Yüce Allah ise ona, asasını kayaya vurmasını emretti. Hazret-i Mûsa asasını kayaya vurunca; kaya yarıldı. İçinden bir kaya çıktı. Sonra bir daha vurunca bir kaya daha çıktı. Bir daha vurunca bu sefer kayadan bir kurt (böcek) çıktı. Ağzında gıdası mesabesinde bir şey vardı. Hazret-i Mûsa'nın kulak perdesi açıldı ve kurdun şöyle dediğini işitti: ”Beni gören, sözümü işiten, yerimi bilen, beni hatırlayıp unutmayan Allah, bütün kusurlardan münezzehtir. Onu tesbih ederim." Enes (radıyallahü anh)'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: ”Bir gün Hazret-i peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'le birlikte bir ihtiyaç için şehir dışına çıktık. Yüksek sesle öten bir kuş gördük. Hazret-i peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): 'Ey Enes! Bu kuş ne söylüyor biliyor musun?' deyince ben: 'Allah ve Rasûlü en iyi bilir' dedim. Efendimiz buyurdular ki: 'Kuş şöyle söylüyor: Ey Rabbim! Gözümü kör ettin, beni âmâ yarattın, beni doyur. Çünkü açım.' Biz bu kuşa bakarken uçarak bir çekirge geldi ve kuşun ağzına girdi. Kuş da onu yuttu. Sonra kuş daha yüksek sesle ötmeye başladı. Rasûlüllah bana: 'Ey Enes! Kuş şimdi ne diyor biliyor musun?' diye sordu. Ben de: 'Allah ve Rasûlü en iyi bilir' dedim. Efendimiz buyurdu ki: 'Kuş şöyle söylüyor: Hamdolsun Allaha ki kendisini zikredeni unutmuyor.' Başka bir rivayette ise: 'Kim Allah'a tevekkül ederse ona kâfi gelir denilmiştir." Bu rivayetler ”insanü'l-Uyûn" adlı eserde geçmektedir. Rivayet edildiğine göre Hazret-i Hüseyin'in kılıcında şu dört kelime yazılıydı: Rızık taksim edilmiştir; tamahkâr mahrumdur; cimri kötülenmiştir; hasetçi kederlidir. |
﴾ 6 ﴿