4

Allah, bir adamın içinde iki kalp yaratmadığı gibi... ”Kalp," çam kozalağı şeklinde bir et parçası olup Allah onu insanın sol göğsünde yaratmış ve ilmin mahalli kılmıştır. Yani, Kurtubî'nin de belirttiği şekilde, Allahü teâlâ insan için, birinde inkâr, sapıklık, ısrar ve kararsızlığın; diğerinde de iman ve hidayetin yer aldığı iki kalp yaratmamıştır. Öyleyse münafıklara ne oluyor ki, gizlediklerini söylemiyorlar?

Rivayete göre İbn Abbas şöyle demiştir: ”Münafıklar, 'Rasûlüm Muhammed'in, bir kalbi bizimle, bir kalbi de ashabıyla olmak üzere iki kalbi varır.' diyorlardı. Bunun üzerine Allah onları yalanlamıştır."

Bazıları da şöyle demişlerdir: ”Araplar tecrübeli ve akıllı kişinin iki kalbi olduğunu iddia ederlerdi. Ayette bu, reddedilmektedir. Meseâ Araplar Cemil b. Ma'mer için, -'iki kalpli' diyorlardı. Çünkü o, Arapların en hafızalılarından, en dahilerinden ve insanlara ülkelerin yollarını en iyi gösterelerden biri olup Hazret-i Peygamber'e düşmandı. Ya o, ya da Cemil b. Esed şöyle diyordu: 'Göğsümde, iki kalp vardır ki, ben bunlarla anlarım. Bunlar, Rasûlüm Muhammed'in idrak ettiği kalbinden daha üstündür.' İnsanlar da onun bu iddiasında doğru olduğunu sanıyorlardı. Fakat Müşrikler Bedir savaşında yenilgiye uğrayıp dolayısıyla o da yenilgiye uğrayınca, bir pabucu elinde, diğeri ise ayağında olduğu halde kızgın taşlık bir yerde koşarken Ebu Sufyan ona rast gelmişti. O ise, pabucu elinde olduğunu fark etmeden: 'Pabucum nerede? Pabucum nerede?' diyordu. Bunun üzerine Ebu Süfyan ona: 'Pabuçlarından birisi elinde diğeri de ayağındadır' demiştir. İşte o zaman anlamışlardır ki, onun iki kalbi olsaydı elindeki pabucunu unutmazdı."

'Zıhar' yaptığınız eşlerinizi de ki, onlara: ”Siz bize, haram kılınması açısından, annelerimizin sırtları gibisiniz" diyordunuz. Buna göre zıhar; kişinin, hanımına: ”Sen bana annemin sırtı gibisin," denies idir. Zıhar, Câhiliyye döneminde boşanma usûlü idi. Ve o dönemin insanları boşanmış kadınlardan kaçındıkları gibi zıhar yaptıkları kadınlara da yaklaşmıyorlardı.

Anneleriniz yerinde tutmadı yani Allah, eşlik ve anneliği bir kadına vermedi. Nitekim anne, hizmet edilmeye değerdir ve ona başka türlü muamele yapılmaz. Halbuki insanın hanımı öyle değildir.

Ayetteki mesajdan maksat, Arapların, ”zıhar" dolayısıyla hanımın anne gibi sayıldığı, iddia ve âdetlerini redd ir. İslâm'da zıhar, kefaretin ödenmesine kadar kendilerine yaklaşmak haram olur. Bunun kefareti, kişinin bir köle azat etmesi; bu mümkün olmazsa Ramazan ayının dışında aralıksız iki ay oruç tutması -ki, bu süre içinde bayram günleri ve teşrik günleri gibi oruç tutmanın nehyedildiği günlerin bulunmaması gerekir. -Buna da gücü yetmezse altmış fakiri doyurması ya da bunların her birine, fitrede olduğu gibi yemeğin bedelini vermesidir.

Ve evlâtlıklarınızı da miras, mahremiyet ve soyda

öz oğullarınız olarak tanımadı. Yani Allah, evlât edinmekle öz oğula sahip olma hakkını bir adama vermedi. Çünkü evlât edinmek ârizî, öz oğula sahip olmak ise soyda asıldır. Ve ikisi yani ârizî olanla asil olan bir şeyde birleşmez.

Âyetin bu ifadesi, aynı zamanda Arapların, birinin evlâtlığını onun öz oğlu sayarak evlâtlarından erkeğin payı kadar ona miras ayırmalarını ve evlât edinenin, hanımını boşaması ya da ölümü halinde onu nikahlamasını haram kılmalarını reddetmektedir.

Öte yandan, bir insanda iki kalbin olmaması hususu, zıhar yoluyla eşin anne; evlât edinme yoluyla edinilen evlâtlığın da öz oğul olamıyacağınm dayandırıldığı bir esası oluşturmak için ortaya konmuş olabilir. Buna göre anlam şöyledir: ”Allah, zıtlığa sebep olmasından dolayı hiç bir kimseye iki kalp vermediği gibi -ki, her kalp, hem bütün güçlerin aslı olacak hem de olmayacaktır- eşi anne, evlâtlığı da öz oğul kılmamıştır." Yani bir kimsede iki kalbin bulunması mümkün olmadığı gibi, cahiliye halkı arasında geçerli olan hüküm ve esaslara göre eşin anne, evlâtlığın da öz oğul hükmünde olması da mümkün değildir.

Bunlar yani evlâtlığınız için, ”bu benim oğlumdur" demeniz -ki, bu ifade ile âyetin sadece son kısmına işaret edilmektedir. Çünkü sözün gelişinden kastedilen budur- sadece

sizin ağızlarınıza gelen sözlerinizdir. Onların gerçek payı yoktur. Öyleyse bu sözler, iddia ettiğiniz gibi evlât edinme hükümleriyle bağdaşmaz. ”Efvûh" ağız anlamındaki ”fem" kelimesinin çoğuludur. Allahü teâlâ'nın, sözü ağıza atfettiği her yerde yalana işaret edilmekte ve inancın bu söze uymadığı vurgulanmaktadır.

Allah ise gerçeği yani vakıaya uygun sözü

söyler, çünkü haktan ancak hak çıkar. O hak da, öz oğul dışındaki birinin, öz oğul gibi olmamasıdır.

Ve doğru yola hak yola

O eriştirir. Öyleyse sözünüzü bırakarak Allah'ın bu sözüne göre hareket ediniz.

4 ﴿