6

Peygamber, mü'minlere kendi canlarından daha değerlidir.

Rivayet edildiğine göre Hazret-i Peygamber Tebük seferine çıkmak üzere insanlara emir vermiştir. Bu emir üzerine bazı insanlar, ”Biz babalarımıza ve annelerimize danışacağız" deyince bu âyet inmiştir.

Gerçekten Hazret-i Peygamber, din ve dünya ile ilgili bütün işlerde mü'minlere kendilerinden daha ileridir. Buna göre Rasûlüllah onları bir şeye, nefisleri de başka bir şeye davet etmiş olsa nefislerinin isteği doğrultusunda hareket etme yerine Peygamber (sallalahü aleyhi ve sellem)'in davetine icabet etmeleri elbette daha uygundur. Çünkü Hazret-i Peygamber onları, sadece kurtuluşa davet eder. Halbuki nefisleri kendilerini, helak ve yok oluşları söz konusu olan şeye davet eder. Nitekim Allahü teâlâ Hazret-i Yusuftan bahisle şöyle buyurmuştur: ”...Nefis aşırı şekilde kötülüğü emredicidir..." (Yûsuf: 53) Buna göre Rasûlüllah, onlara kendi canlarından daha sevimli; emri, nefislerinin emrinden daha geçerli ve haklarından daha tercihe şayan olmalıdır. Canlarına acıdıklarından ziyade ona şefkat etmeleri ve yine canlarını onun uğruna vermeleri, tehlikeli durumlarda ve savaşlarda kendilerini ona feda etmeleri ve kendilerini davet ettiği her hususta ona uymaları gerekir.

Hadis-i Şerifte şöyle buyrulmuştur: ”Benimle sizin durumunuz tıpkı ateş yakan bir kimsenin durumu gibidir: Çekirgeler ve kelebekler o ateşe düşmeye başlamış, o ise onları oradan kovmaya çalışmaktadır, işte ben de sizi, ateşe düşmeyesiniz diye sımsıkı tutuyorum; Halbuki siz elimden kaçmaya çalışıyorsunuz?" Yine hadis-i şerife göre Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: ”Sizden biriniz, ben kendisine, canından, evlâdından, malından ve bütün insanlardan daha sevimli olmadıkça gerçekten iman etmiş olmaz."

Hadisi Buharî ve Müslim, ”İslâm'da babası dışındaki birinin, babası olduğunu iddia eden..." ilâvesiyle tahric etmişlerdir. Bkz. Câmiu'l-Usûl, 10/738.

Eşleri, onların anneleridir. Yani saygı ve hürmet göstermenin farz ve evlenmenin haram olması konusunda onlar, tıpkı anneleri gibidirler. Nitekim Allahü teâlâ  şöyle buyurmuştur: ”...Kendisinden sonra onun hanımlarını nikahlamanız asla caiz olmaz." (Afazâb: 53) Fakat bunun dışında, o hanımlara bakmak, kendileriyle başbaşa kalmak, birlikte yolculuk yapmak ve miras konusunda, tıpkı yabancı kadınlar gibidirler. Bu yüzden onlara bakmak helâl değildir. Çünkü Allahü teâlâ şöyle buyurur: ”...Peygamberin hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin." (Ahzâb: 53) Bu sebeple onlarla başbaşa kalmak, yolculuk yapmak doğru olmaz. Ve onlar müminlere mirasçı olmadıkları gibi mü’minlerde onlara mirasçı olamaz. Böylece bu annelik, Peygamber hanımlarını nikahlamanın haram kılınmasıyla sınırlanmıştır. Bundan dolayıdır ki, Hazret-i Âişe: ”Biz kadınların anneleri değil aksine erkeklerin anneleriyiz" demiştir. Bazı Müfessirlerin, Peygamber hanımlarının -erkek olsun, kadın olsun- bütün mü'minlerin anneleri olduğuna dair görüşleri zayıftır.

Söz konusu haram kılınma işi belli bir alan için sabit olup Hazret-i Peygamber'in hanımlarının yakınlarıyla ilgili değildir. Meselâ onların kızları için, ”Mü'min erkeklerin kız kardeşleri" denmediği gibi, erkek kardeşleri ve kız kardeşleri için de, ”Mü'min erkeklerin dayıları ve teyzeleri" denmez. Bu sebeple İmam Şafiî: ”Zübeyr, Ebu Bekir'in kızı ve mü'minlerin annesinin kız kardeşi Esma ile evlendi" demiş, ”Mü'minlerin teyzesi ile" diye söylememiştir. Sonra Peygamber'in hanımlarıyla evlenmenin haram oluşu, Hazret-i Peygamber'e saygı duyulmasından ileri gelmektedir. Ona saygı göstermek ise dinî bir görevdir.

Akraba olanlar, Allah'ın Kitabı'nda yani Levh-i Mahfuzda veya indirilen Kuranda -ki, o da bu âyettir- yahut mirasla ilgili âyette, ya da Allahü teâlâ'nın: ”...Allah'ın size emri budur..." (Nisa: 24) buyruiduğu gibi, farz kıldığında

(miras konusunda) birbirlerine öteki mü'minlerden yani Ensardan

ve muhacirlerden daha yakındırlar.

Bu âyette, akraba olanların birbirlerine vâris olmak suretiyle kendilerine yabancı olanlardan daha yakın oldukları açıklanmaktadır. Nitekim Müslümanlar, İslâm'ın ilk yıllarında akrabalık yerine dindeki dostluk (muvâlât), kardeşlik ve hicret sayesinde birbirine mirasçı oluyorlardı. Yine o zamanlar, kalpleri İslâm'a ısındırılmak istenen zümreye zekâttan pay ayrılıyordu. Daha sonra İslâmiyet güç kazanıp, Müslümanlar üstünlüğü elde edince bu hüküm kaldırılmış ve mirasçı olma akrabalığa bağlanmıştır.

Ancak dostlarınıza bir iyilik yapmanız hariçtir. Dostlardan maksat, dost ve kardeş edindikleri kimseler; iyilik yapmaktan maksat da, malın üçte birini ya da ondan fazlası yerine azını vasiyet etmektir. Yani onlar, vasiyetin dışında her türlü iyiliğe lâyık kimselerdir. Fakat vâris için vasiyet söz konusu değildir. Başka bir ifade ile akraba olanlar, mirasa yabancılardan daha ziyade hak sahibidirler. Fakat yabancılar için vasiyette bulunmak, akraba olanlara oranla daha büyük önem arzeder. Çünkü vâris için vasiyet söz konusu olmaz.

Bunlar kitapta, Kur'ân'da

yazılı bulunmakta ya da Levh-i Mahfuzda tesbit edilmiş ve korunmuş durumda

dır.

6 ﴿