46Allah'ın izni, kolaylaştırması ile, yahut senin huyun ve görüşün doğrultusunda değil O'nun emriyle O'na yani birliğini ve iman edilmesi gereken diğer sıfatlarını ve fiillerini kabullenmeye bir davetçi ve nur saçan bir lâmba olarak (gönderdik.) Bil ki, Allahü teâlâ Peygamberini bazı hususlardan dolayı lâmbaya benzetmiştir: Birincisi: Onun sayesinde cehalet ve sapıklık karanlıklarında aydınlanılır ve karanlıkta ışık saçan lâmba ile doğru yola girildiği gibi, onun nuruyla doğru ve hidayet yollarına girilir. İkincisi: Bir tek lâmbadan bin lâmba tutuşturulmasına rağmen o lâmbanın ışığından bir şey eksilmez. Ay ışığının güneşten kaynaklandığını, yine de güneş ışığının aynen kaldığını görmüyor musun? Şair ne güzel söylemiş: O, fazilet güneşidir, diğerleri yıldızlar gibidir. Karanlıkta insanları o güneşin nurlarıyle aydınlatırlar. Yani Efendimiz Rasûlüm Muhammed (sallalahü aleyhi ve sellem) Allah'ın lütfuyla âlemler üzerine doğmuş bir güneş, peygamberler de o güneşten kaynaklanan nurları ortaya koyan aylardır. Bu nurlar, şu dünyada mevcut olan ilimler ve hikmetlerdir ki, bunlar, o güneşin ortaya çıkmasıyla kaybolurlar. Dini de, diğer dinleri geçersiz kılar. Üçüncüsü: Hazret-i Peygamber tıpkı her yönden aydınlatan lâmba gibi bütün âlemleri her açıdan aydınlatmaktadır. Yine Hazret-i Peygamber, bütün ümmetini tıpkı kandil gibi her yönüyle aydınlatmaktadır. Fakat Ebu Cehil ve aynı nitelikte olup da ona tabi olanlar gibi, basireti kapalı kimseler müstesna. Bunlar onun nuruyla aydınlanmaz ve o nuru gerçek görmez. Nitekim Allahü teâlâ bu konuyla ilgili olarak şöyle buyurur: ”...Onların sana baktıklarını görürsün, Halbuki onlar görmezler. ” (A'raf: 198) Anlatıldığına göre Sultan Gazneli Mahmut Şeyh Ebu'l-Hasan el-Herkânî'nin huzuruna girerek bir saat oturmuş, daha sonra şeyhe hitaben şöyle demiştir: ”Ey Şeyh! Ebû Yezid Bestâmî hakkında ne dersin?" Şeyh: ”Kendisini görenin doğru yola girdiği bir adamdır," dedi. Sultan Mahmut: ”Bu nasıl olur? Ebû Cehil, Rasûlüllah'nü görmesine rağmen sapıklıktan kurtulamamıştır" deyince, Şeyh cevap olarak şöyle demiştir: ”O, Rasûlüllah'nü görmemiş, sadece Ebû Talib'in himayesindeki yelimi, Rasûlüm Muhammed b. Abdullah'ı görmüştür. Şayet Rasûlüllah'nü görseydi saadete kavuşmuş olurdu." Dördüncüsü: Hazret-i Peygamber, yeryüzünden göklere, mülk âleminden melekût âlemine yükseltilmiş ve yaklaştırılmış; nihayet kalbinin kandili, melek veya peygamber vasıtası olmadan Allah'ın nuruyla nurlandırılmıştır. Bu konuda Mi'rac hadisesi senin için örnek olarak yeterlidir. Nitekim Hazret-i Peygamber, her gökte bir peygambere rastlamış, nihayet yedinci göğe ulaşmıştır. Orada ise Hazret-i İbrahim'i, Sidretü'l-Münteha'ya dayanmış bir halde bulmuştur. Oradan da Cebrail'le birlikte Sidre'nin son noktasına ulaşınca Cebrail Sidre'de kalmış, ardından Refref inmiş ve Hazret-i Peygamber ona binmiştir. Refref onu iki yay kadar yahut daha yakına götürdü. Burada Allahü teâlâ, kendisine nur lütfederek onu insanlara göndermiş ve şöyle buyurmuştur: ”...Gerçekten size Allah'tan bir nur, apaçık bir kitap gelmiştir." (Mâide: 15) Yine Allah ona, kendisine uyulmak suretiyle insanları Allah'a davet etmesine izin vermiştir. Gerçekten Hazret-i Peygamber'e hakkıyla itaat eden Allah'a itaat etmiş; ona biat edenler Allah'a biat etmiştir. Öte yandan Allahü teâlâ, Hazret-i Peygamber'in nurunun ziyadeliği ve mükemmelliği dolayısıyla onu ”nur saçan" diye nitelemiştir. Nitekim bazı lâmbalar, gevşeklikleri yüzünden ışık vermezler. Bazı kimseler de şöyle demişlerdir: ”Sirâc (lâmba) dan maksat güneş, ”münir'den (aydınlatandan) maksat ise aydır." Buna göre Allahü teâlâ. Hazret-i Peygamberde güneş ve ay gibi iki vasfı toplamıştır. Yüce Mevlâ'nın şu âyeti de bu durumu vurgulamaktadır: ”Gökte burçları var eden, onların içinde bir çerağ (güneş) ve nurlu bir ay barındıran Allah, yüceler yücesidir." (Furkan: 61) L Deniyor ki,: ”Allahü teâlâ onu 'sirâc' diye adlandırmış, fakat ne güneş, ne ay, ne de yıldız diye adlandırmamıştır. Çünkü kıyamet günü, güneş bulunmadığı gibi, ay ve yıldız da bulunmaz. Ayrıca güneş ve ay bir yerden başka bir yere taşınmaz. Fakat sirâc (kandil, lâmba), böyle değildir. Allahü teâlâ'nın Peygamber (sallalahü aleyhi ve sellem)'i Mekke'den Medine'ye intikal ettirdiğini görmüyor musun?" |
﴾ 46 ﴿