7

Arş'ı yüklenen... ”Arş" bütün varlıkları kuşatan bir cisimdir. Kendisine Arş denmesi yüksek olduğundandır, ya da kaza ve kaderine dair ahkâmın oradan inmesi bakımından hükümdarların hüküm verirken oturduğu kürsüye benzediğindendir. Arşı dört melek taşır. Kıyamet günü geldiğinde arşı taşıyan melekler sekize çıkar. Nitekim ”...O gün Rabbinin arşını, bunların da üstünde sekiz (melek) yüklenir." (Hakka: 17) âyet-i kerimesi buna işaret etmektedir.

Ve bir de onun çevresinde bulunanlar, Rablerini hamd ile tesbih ederler. Rablerini azim olan şanına lâyık olmayan şeylerden bitip tükenmeyen nimetlerine hamd ederek tenzih ederler.

Fethur-Rahman isimli eserde meleklerin şöyle tesbih ettiği yazılıdır: ”İzzet ve üstünlük sahibi Allah'ı tesbih ederim. Mülk ve melekût sahibi olan Allah'ı tesbih ederim. Asla ölmeyecek ve diri olan mülkün sahibi melik olan Allah'ı tesbih ederim. Meleklerin ve ruhun Rabbi olan Allah, her türlü kötü sıfattan ve her türlü noksanlıklardan münezzehtir, uzakttır."

Bu âyet-i kerimede Yüce Allah tesbihi fiil kullanarak asıl, hamd olayını da hal (fiilimsi) olarak getirmiştir. Çünkü hamd, meleklerin içinde bulundukları durumun bir gereğidir. Oysa tesbih böyle değildir. Zira tesbihe Allah'ı lâyık olmadığı şeylerle vasıflayan ve niteleyen kimseye cevap sebebiyle ihtiyaç duyulur.

O'na Rablerine kendi durumlarına uygun olan bir imanla

iman ederler. Aslında yukarıda zikredilen şeyler iman ettiklerini belirtmeye ihtiyaç bırakmadığı halde iman etmiş olmalarının vurgulanması imanın faziletini ortaya koymak, imanlı olan kimselerin şerefini açıkça vurgulamak içindir. Şöyle bir tekerleme vardır: ”Şereflilerin vasıfları, vasıfların şereflileridir."

Mü'minlerin de şefaate uğramaları için

bağışlanmasını isterler:

Burada işaret olunuyor ki, onlar, Âdemoğul kırının günahlarım bilmektedirler. Âyet aynı zamanda, aynı imanı paylaşmanın -insanlar ve melekler ayrı ayrı cinslerden gelinmiş olsa bile - birbirine nasihat ve şefkat etmenin gerekli olduğunu vurgulamaktadır. Çünkü aynı imanı paylaşıyor olmak karşılıklı ilişkilerin en güçlüsü ve en mükemmelidir. Nitekim Yüce Allah bunu şöyle vurgular: ”Mü'minler ancak kardeştirler." (Hucurât: 10) Bu sebeple Fıkıh bilginleri şöyle söylemişlerdir: ”Jurnalcilik yapanları, zalimleri ve yol kesenleri öldürmek mubahtır. Onlarla çarpışmak - Müslüman bile olsalar - sevaptır. Çünkü İslâmın şartlarından birisi de Allah'ın yaratıklarına şefkat etmek, onların sevinçleriyle sevinmek, üzüntüleriyle üzülmektir. Oysa yukarıda sıralanan kişiler bunun aksinedir. Böylesi kişilerin kötülüklerinin hapis vb. yolla önlenmesi çok nadirdir."

Derler ki, mükemmel bir mutluluk iki şeye bağlıdır: ”Allah'ın emrine tazim etmek ve O'nun mahlukatına şefkatli olmak. Birinci unsurun ikinciden öncelikli olması gerekir. Âyetin ”Rablerini hamd ile tesbih ederler. O'na iman ederler." (Mü'min: 7) bölümü Allah'ın emrine tazimde bulunmayı ”Müminlerin de bağışlanmasını isterler." (Mü'min: 7) bölümü de Allah'ın yaratıklarına şefkati vurgulamaktadır."

Mücahid bu âyeti şu şekilde tefsir eder: ”Onlar Hârut ile Mârufun durumunu öğrendikleri, ya da ”...Onlar, bizler hamdinle Seni tesbih ve Seni takdis edip dururken yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun?..." (Bakara: 30) dedikleri andan itibaren Rablerinden mü'minlerin bağışlanmasını isterler. ”

Râğıb der ki,: ”Allah'ın mağfireti" demek, kulunu, kendisine azap gelmesinden koruması demektir. ”İstiğfar" ise bunu sözle ve fiil ile talep etmek demektir. Çünkü sadece sözle yapılan istiğfar yalancıların yaptıkları iştir. Âyet-i kerimenin bu ifadesinden, meleklerin ihtiyaçları olmadığı için öncelikle kendi günahlarının bağışlanmasını istemeksizin mü'minlerinkinin bağışlanmasını taleple meşgul olmalarından, onların insanlardan daha üstün oldukları sonucu çıkarılamaz. Onların üstünlükleri sıradan ınü'ıninlere göredir. Ama insanların seçkinleri olan peygamberler mutlak olarak meleklerden daha üstündürler. Melekler, peygamberlerin günahlarının bağışlanmasını talep etme yerine, onlara kendilerini tazim için salât-u selâm getirirler."

Ebu'l-Leys rahimehullah şu sözünü ne güzel söylemiştir: ”Bu âyet-i kerimede mü'minlerin faziletlerinin beyanı vardır. Çünkü melekler onlara duâ ile meşguldürler."

et-Te'vîlâtü'n-Necmiyye'de işaret olunuyor ki, meleklere Allah'ı tesbih, hamd ve tazim emrolunduğu gibi, günahkâr mü'minler için duâ ve istiğfar etmeleri de emrolunmaktadır. Çünkü ”istiğfar" günahkâr olan kimse için yapılır. Melekler mü'minlere duâ ile meşgul olurlar ve onlar için kurtuluş, ardından da derecelerinin yükselmesi için duâ ederler. Nitekim âyetin devamı buna şu şekilde işaret ediyor:

"Melekler

'Ey Rabbimiz! Sen, rahmetçe ve ilimce her şeyi kuşatmışsın. Bu ifadenin aslı: Ey Rabbimiz! Senin rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır, demektir. Ancak ifade bu asıl biçimden Yüce Allah'ın zâtı, rahmet ve ilim sıfatlarına son derece gark olduğu için çıkarılmıştır. Sanki Yüce Allah'ın zâtı her şeyi kuşatan rahmet ve ilimdir. Âyetin metninde rahmete öncelik verilmesi burada asıl maksadın o olmasından dolayıdır.

O halde tevbe eden ve Senin yoluna gidenleri bağışla... Âyetin başında yer alan ”fâ" kelimesi bu duanın yukarıdaki rahmetin ve ilmin genişliği olayından sonra yapıldığını vurgulamak için getirilmiştir. Çünkü âyetin manası şöyledir: ”İnkârdan ve günahlardan dönüp tevbe edeceğini ve iman, itaat yoluna tâbi olacaklarını bildiğin kimseleri bağışla." Burada meleklerin sadece tevbe eden ve hevâ ve arzularına uymaktan dönen kimselerin günahlarımı bağışlanmasını dileyeceklerine işaret vardır. Âyetin kalan kısmının manası ise: ”Doğru bir taleple ve saf halisane bir niyetle hak yola tabi olanları bağışla." Daha ağırlıklı olan ihtimal, âyetin bu son kısmında yapılan tahsisin, duanın rahmet ve ilimden sonra yapıldığını vurgulamak değil, tevbe ve Allah'ın yoluna gitmeyi teşviktir.

Âcizane kanaatimize göre: Âsi ya mü'mindir, ya da kâfirdir. Kâfir ise, onun için mağfiret söz konusu değildir. Çünkü mağfiret mutlak olarak mü"minlere has bir şeydir. Melekler Yüce Allah'ın kendisine şirk koşulmasını affetmediğini bildiklerine göre müşrikler ifade dışı kalsınlar diye dualarını tevbe eden kişilere özel kılmışlardır.

Onları cehennem azabından koru' (derler.) Âyet metninde yer alan kelimenin mastarı olan ”vikaye" insanı eziyet ve zarar veren şeyden korumak demektir. Şu halde âyetin manası: Sen onları cehennem azabından kora, demektir. Bu ifade pekiştirme olsun diye daha önce yapılan işaretten sonra aynı manaya getirilen açık bir ifadedir. Çünkü gufranın manası azabı düşürmektir. Burada işaret olunuyor ki, sırf kuru bir tövbeyle kurtuluş hasıl olmaz. Mutlaka bunun yanında tevbede sebatkâr olmak, riya ve gösterişin kirlerinden ameli kurtarmak, kalbi hevâ, heves ve bidat hırdan temizlemek de şarttır.

7 ﴿