18Ey Rasûlüm Muhammed! Yaklaşan gün hususunda onları, Mekkelileri uyar. Onları korkut. Âyet metninde yer alan ”âzife" kelimesi ”ezife el-emru" dan türeme olup manası ”yaklaştı" demektir. ”Âzife" den burada maksat, kıyamet günüdür. Zaten bu takdir ile müennes kılınmıştır. Bunun bir benzeri başka bir âyette ”ezifeti'l-âzife" (Necm: 57) şeklindedir. Manası ise ”kıyamet yaklaştı" demektir. Kıyamete ”âzife" denmesi yakın olmasından dolayıdır. Çünkü gelecek olan her şey, ümitsiz olan kimse süresini uzun görse bile, mutlaka yakındır. Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır: ”Peygamber olarak gönderilen ben ve kıyamet şu iki (parmağım) gibiyiz. Kıyamet neredeyse beni az kalsın geçecekti." (7) 7- Hadisi Ahmed b. Hanbel ve Tirmizî rivayet etmişlerdir. Aslı Sahihayndadır. Bkz. Süyûtî, el-Fethu’l-Kebîr, 2/7. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın bu hadiste işaret etmiş olduğu işaret parmağıyla orta parmağıdır. Rasûlüllah demiş oluyor ki, benimle kıyamet arasında zaman, gecen zamana oranla orta parmağın işaret parmağına uzunluğu miktarı kadardır. Zaman bakımından yakınlık, kıyametin son derece yakın olduğunu anlatabilmek için mekân açısından yakınlığa benzetilmiştir. Sonra ”uzûf kelimesinin seçilmesi vaktin darlığına işaret etmekledir. Bu sebeple kıyamet ”saat" kelimesiyle de anlatılmıştır. Derler ki,: ”Allah'ın emri gelmiştir..." (Nahl: 1 ) âyetinde kıyametin yakınlığı ve zamanının darlığına dikkat çekilmek için fiil dili geçmiş zaman olarak getirilmiştir. Çünkü o anda dehşet içinde yutkunurken yürekleri ağızlarına gelmiştir. O gün yürekleri ağızlarına gelmiştir. Çünkü o günün korkusundan yürekler yerlerinden fırlarlar ve boğazlarına yapışırlar. Artık yürekleri ne yapıştığı yerden geri döner -ki, rahata kavuşsunlar ve nefes alıp versinler- ve ne de yerinden çıkar -ki, ölüp de rahata ersinler.- Bazı âlimlere göre korkudan ciğerleri şişer ve böylelikle kalpleri boğazlarına dikilir. Yutkunmalarına gelince üzüntü ve sıkıntı ile dopdolu olarak sessizce bunları yutkunmaya çalışırlar. Bir başka ifadeyle onların konuşup da içlerindeki üzüntü ve korkuyu, yaşadıkları sıkıntı ve uzunlunun fazlalığından açıktan açığa dile getirmeleri mümkün değildir. ”Yürekleri ağızlarına gelmiştir" ifadesi duydukları şiddetli korkuyu ifade etmekte, ”... yutkunurken" ifadesi de konuşmaktan acizliklerini dile getirmektedir. Çünkü üzülen ve pişmanlıktan içi yanan kimse konuşabiliyorsa, derdini ve şikâyetini dile getirebiliyorsa birazcık hafiflik ve sükûnet sağlamış demektir. Buna karşılık şayet konuşamıyorsa ızdırabı büyük ve sıkıntısı çok demektir. Zalimlerin, kâfirlerin ne şefkat gösteren yakını, ne de sözü dinlenir şefaatçisi vardır. Âyet metninde yer alan ”yutâu" (kendisine itaat olunan) kelimesi, ”sözü dinlenilen ve şefaati kabul edilen" mânâsına mecazdır. Âyet-i kerime beyan ediyor ki, kâfir hakkında asla şefaat söz konusu değildir. Çünkü âyet onları kınamak üzere gelmiştir. ”Zalimler" ifadesi ”kâfirler" anlamında getirilmiştir. Zahire göre her ne kadar zalimler, kâfirlerden ve öteki isyankârlardan daha geniş bir tabir ise de burada kâfir anlamında kullanılmıştır. Böylece onların zulmü tescil edilmiş, herbirinin herhangi bir yakınının ve şefaati kabul edilecek şefaatçisinin olmayacakları tescil edilmiştir. Ve böylece sabit olmuştur ki,. Müslümanların âsilerinin hem yakınları ve hem de kendilerine şefkat eden şefaatçileri olacaktır. Bu şefaatçi Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ve diğer gönderilmiş olan peygamberler, mukarrabîn olan veliler ve tüm meleklerdir. |
﴾ 18 ﴿