23Hevâ ve hevesini tanrı edinen... ”Hevâ", insanın kötü nefsinin arzulamış olduğu şeye denir. eş-Şa'bî der ki: ”Nefsin isteklerine 'hevâ' denmesi, insanı cehenneme götürmesi nedeniyledir." Âyeti kerime, hidâyeti bırakıp da insanın nefsinin isteklerine boyun eğmesinin ne kadar şaşılacak ve hayret edilecek bir şey olduğunu ifade etmektedir. Nefsinin isteklerine uyan kimse, sanki onun kulu ve kölesi gibi olmuştur. Yani âyetin mânâsı şöyledir: Hevâ ve hevesini tanrı edinen kimseye baktın da onu gördün mü? İşte bu hayreti gerektirecek bir durumdur. Şâirin biri şöyle söyler: Hevânın nun'u gidince Hevâ kalır. Her hevâ'nın esiri, Hevân'ın esiridir. Beyitte geçen ”hevân" aşağılık, hakirlik demektir. Bir diğeri şöyle der: Nefsin arzularına karşı gel, onu hoşnut etme Nefsini kızdırırsan süslenirsin Arzularına daha ne kadar boyun eğeceksin. Biliyor musun düşmanını arzuluyorsun sen. Ve Allah'ın, (durumunu) bilerek saptırdığı... Âyeti iki türlü anlamak mümkündür. Birincisi: Yüce Allah'ın durumunu, sapıklığını ve aslî fıtratım değiştirdiğini bilerek saptırdığı kimseyi gördün mü? İkincisi: ”..Tevrattan bilip öğrendikleri gerçekler karşılarına dikilince onu inkâr ettiler..." (Bakara: 89) ve ”...Ama onlar kendilerine ilim geldikten sonra...ayrılığa düştüler..." (Câsiye: 17) âyetlerinin ifade ettiği gibi hevâ ve hevesini tanrı edinen, hidâyet yolundan bile bile inat ederek sapan ve Allah'ın kendisini saptırdığı kimseyi gördün mü? demektir. Vaaz ve nasihatlerden etkilenmeyecek ve hakkı duymayacak şekilde kulağını ve, Allah'ın âyetleri ve yapılan uyarılar üzerinde düşünmeyecek ve hakkı anlamaz biçimde kalbini mühürlediği, gözünün üstüne de görmeyi ve ibret almayı engelleyen perde çektiği kimseyi gördün mü? Âyetin orjinal metninde yer alan ”ğışâve" kelimesi, insanın gözünü perdeleyen, görmesine, idrak etmesine engel olan bir nesne demektir. Bu kelimenin âyet metninde elif lamsız getirilmesi çeşit bildirmek ve tazim ifade etmek içindir. Bazı âlimler şöyle demişlerdir: ”Yüce Allah böyle bir kimsenin kulağını mühürlemiş, kendisini hitabını işitmekten mahrum kılmıştır. Kalbini mühürlemiş muradını anlamaktan mahrum olmuştur. İki gözünü mühürlemiş yarattığı eşyada kudretinin izlerini görmesine mani olmuştur. Artık böyle bir kimse hakkı göremez. ” Şimdi onu Allah'tan sonra yani hidâyeti görmesini engellemesi ve onun da dalâlet içinde devam etmesi sebebiyle Allah'ın kendisini saptırmasından sonra kim doğru yola eriştirebilir? Yani böyle bir kimseyi hiçbir kişi hidâyete erdiremez. Hâlâ ibret almayacak mısınız? Ey insanlar bakıp da öğüt almayacak mısınız, düşünmeyecek misiniz? Hidayete Allah'tan başka hiç kimsenin mâlik olmadığını öğrenmeyecek misiniz? Ya da hâlâ öğüt almayacak mısınız? Bu âyeti kerime işaret ediyor ki, filozoflar, dehriler, tabi atçı lar ve şeriatın kanununa uymayan ilim adamlarının eğitimi sayesinde riyazat ahkâmını tam olarak yerine getirmeyen, nefsinin arzularından tümüyle soyunup çıkmayan, tam tersine küfür ve sapılığın önderlerinin peşinden giden, onların ortaya attıkları aklî şüpheler ardından gidip onları birer kesin delil kabul edenler şeytanın tuzağına düşmüştür ve şeytan onu arzularının yuları ile yakalamış, nefsinin isteklerinin çölünde saptırmıştır. Belki de onu aklını tasfiye etmek, fikrini selâmete eriştirmek adına şehvetlerini terke ve riyazata çağırır. Böylece ona hakikati idrak ettiği hissini verir ki, kendisini şüphelerin çukurunda helak etsin. Her türlü sapıklık içinde şaşırtsın, bütün uzak yollarda saptırsın. Böyle birinin zararı, kârından çok fazladır. Noksanı, elde ettiğinden daha çoktur. Onlar haktan uzak bir sapıklık içindedirler. Zannederler ki, kendileri doğru yoldadırlar. Oysa onlar sapıklıkları içinde dolaşmaktadırlar. Yularları hevâ ve heveslerinin elindedir. Onlar hilebaz kimselerdir. Hiç hissetmedikleri yerden yavaş yavaş helake götürüleceklerdir. |
﴾ 23 ﴿