24

Sapıklıklarında ve yoldan çıkmışlıklarında son derece ileri gitmiş olmaları sebebi ile öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden Kureyşli kâfirler ve Arapların müşrikleri

dediler ki: 'Hayat yani içinde bulunduğumuz hayat

ancak bu dünyada yaşadığımızdır. Ölürüz ve yaşarız yani dünya hayatında bize ölüm de gelir hayat da. Bunun ötesinde başka hiçbir hayat yoktur.

Keşfu'l-Esrar isimli eserde anlatıldığına göre bu sözler, ”insanlar tıpkı ot, çerçöp gibidirler" görüşünde olan zındıkların görüşüdür.

"Yaşarız" ifadesinin ”ölürüz" ifadesinden daha sonra getirilmesinin sebebi, ses uyumu bakımından bir nevi ”fasıla" gözetilmiş olmasındandır. Bir diğer sebebi de Arapçada ”vav" harfinin mutlak cem yani çoğul ifade etmesi, tertip şartının olmamasıdır. Buna göre ”ölürüz ve yaşarız. ” ifadesi, bu tertipde anlaşılmayacak, Dünyadaki gerçek duruma uygun olarak yaşarız ve ölürüz şeklinde anlaşılacaktır. Müşriklerin ”ölürüz ve yaşarız" ifadesi ile ”tenasuh'ii da kastetmiş olmaları mümkündür. Çünkü puta tapanların ekserisinin inancı tenasühtür.

er-Râgıb der ki: ”Tenasüh nazariyesini kabul edenler, şeriatın ifade ettiği biçimi ile öldükten sonra dirilmeyi inkâr eden kimselerdir. Onlar ruhların bir vücuttan diğer vücuda sonsuza kadar yani başka vücutlara sonsuza dek intikal ettiğini iddia ederler."

et-Ta'rifât'ââ şöyle söylenir: ”Tenasüh araya herhangi bir zaman dilimi girmeksizin ruhun bir cesetten ayrıldıktan sonra aralarındaki kopmaz bağ sebebi ile hemen başka bir cesede girmesinden ibarettir."

Bizi ancak zaman helak eder.' Yani bizi ancak zamanın geçişi helak eder, demektir. ”Dehr": Kâinatın yaratıldığı andan yok olacağı ana kadar geçen zaman dilimi demektir. Daha sonra uzun süre ve müddetler dehr kelimesi ile ifade edilmiştir. Dehr, zamanın aksine bir mana ifade eder. Çünkü zaman, az olan süreye denilebileceği gibi uzun müddete de denir.

Bizi ancak zaman helak eder diyenler, insanın helak olmasında asıl etkenin günlerin ve gecelerin geçmesi olduğunu iddia ederler. Ölüm meleğini ve Yüce Allah'ın emri ile ruhları aldığını inkâr ederlerdi. Meydana gelen olayların sebebi olarak defni ve zamanı görürlerdi. Zamana kötü söz söylerler, kınarlar ve ondan şikâyetçi olurlardı. Nitekim yazdıkları şiirler bu gerçekleri bizlere yansıtmaktadır. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): ”Dehr'e (zaman) sövmeyiniz. Çünkü Yüce Allah, dehrdir," (5) buyurarak yasaklamıştır. ”Allah dehrdir" demek yani olayları meydana getiren zaman değil, bizzat Allah'tır, demektir.

5- Hadisi îmam Müslim Sahih'inde merfu olarak Ebu Hureyreden rivayet eder.

Bazı âlimler derler ki: ”Zamana hayret eden ey âlim! Gadrinden dolayı zamanı kınama, çünkü o emir alan bir memurdur. Zaman kendisine emredene bağlıdır. Nice zengin kâfir vardır ki, bu zenginliği inkârını kat kat artırır. Bir dirheme mâlik olmayan nice mü'min de vardır ki, fakirliği imanını kat kat artırır. ”

Bu hususta hayatın sadece bu dünyada olduğu, hayatın ve ölümün sebebinin zaman olduğu hususunda

onların hiçbir bilgisi de yoktur ki bunu akla ya da naklî bir delile dayandırmış olsunlar.

Onlar sadece zannederler. Yani onlar öyle bir toplulukturlar ki, gidebilecekleri en ileri nokta genelde sarılabilecekleri herhangi bir delil olmaksızın zannetmek ve taklit etmektir. İşte onların kendi canları hakkındaki bozuk inançları budur.

Müminlere gelince onlar nasi ara sarılırlar ve yakîn yani kesin bilgi yolunu tutarlar. Zan ve tahmin ortamını aşarlar. Sûrî ve manevî haşri kabul ederler. Yani beş duyu ile hissedilebilen haşri, sıratı, cenneti, cehennemi kabul ederler. Aklen bilinenlerle, duyularla elde edilenleri bir arada bulundurmak, kudret açısından maddî nimet ve azaptan, yeme, içme, nikâh ve giymekten çok daha büyük bir kudret ister. Ve bu ilâhî mükemmellik açısından çok daha mükemmel ve tamdır. İşte peygamberlerin ve onlara inanan mü'minlerin inancı, itikadı budur. Onlar gibi itikad eden kurtuluşa erer. Böyle yapmayan helak olur. Bu inancın ve tevhidin zorunlu sonuçlarından birisi de her olayı azîz ve hamîd olan Yüce Allah'a dayandırmaktır. Çünkü her şeyde asıl müessir, etken O'dur. Bu sebeple rüzgâra sövmek yasak edilmiştir. Çünkü rüzgâr bir meleğin elindedir. Ve melek de Yüce Allah'ın elindedir. Bütün tasarruflar sonunda Yüce Allah'da düğümlenir.

Anlatılır ki Haccac Abdullah es-Sakafî'yi, Enes b. Mâlik (radıyallahü anh)'e göndererek kendisini yanına çağırır. Abdullah, Enes'e: ”Mü'minlerin emiri çağırıyor, davetine uy" der. Enes: ”Allah onu zelil kılsın. Çünkü azîz, Allah'a itaati nedeniyle Allah'ın azîz kıldığı kimsedir. Zelil ise, günahı dolayısıyla zelil kıldığıdır." Sonra Enes b. Mâlik gelen elçiyle kalkar ve Haccacin yanına vardığında der ki: ”Bizi çağıran sen misin?" Haccac: ”Evet" der. Sonra: ”Neden sordun?" diye ekler. Enes b. Malik: ”Çünkü sen Rabbine âsi birisisin. Peygamberinin sünnetine aykırı hareket ediyorsun. Allah'ın düşmanlarını azîz, dostlarını zelil kılıyorsun," der. Bunun üzerine Haccac: ”Seni en kötü biçimde katlederim," der. Enes b. Mâlik: ”Bunun senin elinde olduğunu bilseydim sana tapardım" der. Sonra sözüne devam eder: ”Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana bir duâ öğretti ve buyurdu ki: 'Kim her sabah bu duayı okursa ona hiçbir kimse zarar veremez.' Yani böyle bir kimseye ne zehir ne sihir ve ne de zalim sultan zarar veremez. Ben bu sabah bu duayı okudum" der. Haccac: ”O duayı bana öğret" der. Enes der ki: ”Sen ve ben sağ olduğumuz sürece o duayı sana öğretmekten Allah'a sığınırım." Haccac: ”Onu salıverin gitsin," der. Daha sonra Haccac'a bunun sebebini sorarlar. Der ki: ”Enes'in iki omuzunda kocaman ağızlarını açmış iki büyük aslan gördüm. ”

Bu haber bize gösteriyor ki, etki ve tesir, her şeye kadir olan Yüce Allah'ın elindedir. Yoksa sultanın ve vezirin elinde değildir. Tesirin ve etkinin Allah'ın dışında sebepler ve vesilelerde görünmesi bir göz yanılmasından ibarettir.

Daha sonraları Enes b. Mâlik (radıyallahü anh) öleceği sırada hizmetçisine: ”Senin benim üzerimde hizmet hakkın var," der ve duayı hizmetçisine öğretir. Şöyle söyler: ”Bismillahirrahmanirrahim, isimlerin en hayırlısı Allah'ın adı ile.

Yerde ve gökte isminin yanında hiçbir şeyin zarar vermeyeceği Allah'ın adıyla. O işiten ve bilendir." (6)

Enes b. Mâlik Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a hizmet eden hizmetçilerden biriydi ve Rasûlüllah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) on yıl hizmet etmiş idi. Sonra Hazret-i Ömer'in halifeliği zamanında Basra'ya göçmüş birisi idi. Basra'da sahabe neslinden en son vefat eden Hazret-i Enes'tir. Vefatı Hicrî 93 tarihinde olmuştur. Öldüğünde yaşı 103 idi. Hadis rivayetinde meşhur altı sahabeden birisidir.

24 ﴿