11Yakında, bedevilerden geride kalmış olanlar sana diyecekler ki: Âyetin başındaki ”sin" harfi gelecek zamana delâlet eder. ”Geride kalmış olanlar" diye terceme ettiğimiz ”el-muhallefûn" aslında, geride bırakılanlar anlamına gelir. Bu kelimenin fiili olan ”hallefe" geride bıraktı, demektir. Meselâ, ”ağırlıklarını geride bıraktılar" anlamına gelmek üzere ”hallefû eskâlehüm" denilir. "Arab", Hazret-i İsmail'in evlâdına verilen addır, ”el-e'râb" ise, çölde yaşayan insanlar için özel isim olmuştur. Kamus'da şöyle denilmektedir: ”el-Arab" kasaba ve şehirlerde oturanlardır, ”el-e'râb" ise çöllerde yaşayanlardır. Bunun çoğulu ”eârib" gelir." Muhtaru's-Sıhah'ta da şöyle denilir: ”Arab, insanlardan bir nesildir. Bu nesle mensup olanlara Arabî denilir. Bunlar, kasaba ve şehirlerde yaşayanlardır. E'râb da bu nesilden, sırf çölde yaşayanlardır. Bunlara mensup olanlara da e'râbî denilir. E'râb, Arab'ın çoğulu değildir. Burada söz konusu olan bedeviler: Gıfâr, Müzeyne, Cüheyne, Eşca' ve Eşlem bedevileridir. Hazret-i Peygamber, umre yapmak için Hudeybiye senesinde Mekke'ye gitmek isitediği zaman Kureyş'lilerin kendilerine saldırmalarından ve Kabe'ye sokmamalarından endişe ettiği için, Medine'deki Arapları ve bedevileri kendisi ile birlikte sefere çıkmaya çağırdı. Ama bunlar davete uymayıp, Rasûlüllah'tan geri kaldılar. Hazret-i Peygamber ihrama girdi ve savaşmak niyetinde olmadığını göstermek için yanında kurbanlık götürdü. Anılan kabileler, Rasûlüllah'la yola çıkmaktan ağır davrandılar ve: ”Onunla, Medine'de evinin dibinde savaşan ve ashabını öldüren bir kavme karşı mı gideceğiz? Onlarla mı savaşacağız?" dediler. Allahü teâlâ Rasûlüne. Medine'ye vardığında onların bir mazeret beyan edip 'Mallarımız ve ailelerimiz bizi alıkoydu. diyeceklerini vahyetti. Yani diyeceklerdi ki: ”Biz kimseyi korumak ve kimsenin menfaat ve maslahatı için geri kalmış değiliz." "Mal": insanın malik olduğu her şeydir. Altın, gümüş, buğday, ekmek, hayvan, elbise, silâh ve benzeri şeylerdir. Gönüller kendisine meylettiği için bunlara mal denilmiştir. Telvîh'de mal şöyle tarif edilmektedir: ”Mal, insanın tabiatının kendisine meylettiği ve ihtiyaç zamanı için biriktirilen şeydir." Bir başka tarif de şudur: ”İnsanoğlunun maslahatı için yaratılan ve hakkında cimri davranılan şeydir." Buradaki ”aile"den maksat, kişinin sülâlesi ve akrabalarıdır. Bizim bağışlanmamızı isteyiver.1 Seninle çıkamadığımız için, Allah'tan bizi bağışlamasını iste. Çünük biz senden, keyfi olarak değil bir zarurete binaen geri kaldık. Onlar, kalplerinde olmayanı dilleriyle söylerler Bu, onların mazeret beyanlarını ve bağış istemelerinin yalan olduğunu belirtmektedir. Yani Allahü teâlâ bu âyetle, onların sözleri altında gizli olan ”Biz de gerçek anlamda müminleriz. Günahlarımızı itiraf ediyoruz," sözlerini yalanlamakta, olanaları geride bırakan şeyin şüphe ve nifaktan başka bir şey olmadığını bildirmektedir. Ey habibim! Onlar yalan yanlış sözlerle sana mazeret beyan ettiklerinde, de ki: 'Allah size bir zarar gelmesini yani korumak ve bir zarar gelmesini önlemek için geri kaldığınız ailenizin helakini ve mallarınızın telef olmasını gerektiren bir zarar dilerse veya bir fayda elde etmenizi isterse, O'na karşı kim, sizin için bir şeye güç yetirebilir?' Yani Allah sizin için bir zarar dilerse, kim sizi Allah'ın irade ve kazasından korur da menfaat verebilir? Ve Allah sizin için mallarınızı ve ailelerinizi korumak konusunda bir fayda dilerse kim size zarar verebilir? O halde, malı ve aileyi korumak bahanesiyle Peygamber'den geri kalmaya ne hacet? Hayır Allah yapmakta olduğunuz her şeyden haberdardır. Yani mesele, dediğiniz gibi değil. Allah yaptığınız tüm amelleri bilir. Rasûlüllah'tan geri kalmanız da bu kabildendir. Her kim Allah'ın emrine itaat etmez, Rasûlüne uymayı terkeder ve rahat isteyerek oturursa, bu âyetin hükmü altına girer, zarar ve belâdan da kurtulamaz. Çünkü Allahü teâlâ savaş olmadan da istenilmeyen şeyleri kullara ulaştırmaya muktedirdir. O halde kişi, sadık olamah, ihlâsla çalışmalı ve Allah'a güvenmelidir. Çünkü kurtuluş bundadır. |
﴾ 11 ﴿