5

Eğer onlar, sen yanlarına çıkıncaya kadar sabretselerdi, yani sen çıkıncaya kadar bekleselerdi

elbette kendileri için acele etmelerinden

daha iyi olurdu. Çünkü o sevap ve övgüyü gerektiren, Rasûlüllah'a saygı ve güzel edebe riayettir.

İbn Abbas bu âyet konusunda şu bilgiyi vermektedir: Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Benü'l-Anber kabilesine bir seriyye (birlik) gönderdi. Birliğin başına Uyeyne b. Husayn'ı geçirdi. Benü'l-Anber'liler, kendilerine doğru gelen birliği haber alınca, ailelerini bırakıp kaçtılar. Uyeyne de onları esir edip, Rasûlüllah'a getirdi. Bundan sonra onların erkekleri, çocuklarını kurtarmak için öğle vakti Medine'ye geldiler. O esnada Hazret-i Peygamber ailesinin yanında uyumakta idi.1" Çocuklar babalarını görünce ağlayarak sızlandılar. Rasûlüllah'ın her bir hanımı için bir oda vardı. Adamlar, ”Ey Muhammed! Bize çık," diye bağırmaya başladılar ve Hazret-i Peygamberi uyandırdılar. Rasûlüllah onların yanına çıktı. ”Ey Muhammed! Ailelerimizi bize ver" dediler. Bunun üzerine Cebrail inip: ”Allah sana, seninle onlar arasında birisini tayin etmeni emrediyor," dedi. Rasûlüllah onlara: ”Sabre b. Amr'ın benimle sizin aranızda hakem olmasına razı mısınız? O sizin dininizde," dedi. ”Evet" dediler. Sabre: ”Ben onların yarısını serbest bırakmanı, yarısını köleleştirmeni uygun görüyorum," dedi. Hazret-i Peygamber: ”Ben razıyım" buyurup, yarısını serbest bıraktı, yarısını köleleştirdi. Mukâtil: ” 'Bu, onlar için daha iyi olurdu.' Çünkü sen hepsini karşılıksız salıverecektin." dedi.

Buradaki uyku, öğle vaktinde uyumak anlamında olan ”kaylûle" kelimesi ile ifadelendirilmiştir. ”Nice memleketler var ki Biz onları helak ettik. Azabımız onlara geceleyin yahut gündüz istirahat ederlerken geldi." (A'raf: 4) âyetindeki gündüz istirahatından maksat da kaylûle denilen gündüz uykusudur.

Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir. Bağışlaması bol, rahmeti geniştir. O'nun sahası, tevbe edip durumlarını düzeltirse bu terbiyesizleri almayacak değildir.

Burada işaret edilmesi gereken birkaç nokta var:

1. Âyet, Hazret-i Peygamber'in mertebesine ve her halükârda ona karşı edepli olmanın gerekliliğine dikkat çekmektedir. Onlar, Efendimizin kıymetini takdir edecek akıldan yoksun oldukları için böyle çağırmışlardır. Eğer onun değerini bilselerdi, kapısını tırnaklarıyla çalarlardı.

Rasülüllah'la birlikte iken edep gerekli olduğu gibi, ilmiyle amel eden âlimler gibi onun izinde gidenlere karşı da edepli olunmalıdır. Bilginlerden bir grup, diğerlerinin kapısı önünde otururlar, o bir ihtiyacı için çıkıncaya kadar, saygılarından dolayı kapısını çalmazlardı.

Ebû Ubeyde Kasım b. Sellâm şöyle demiştir: ”Eğer onlar sen yanlarına çıkıncaya kadar sabretselerdi..." âyetinden dolayı hiç bir âlimin kapısını çalmadım. Dışarı çıkıncaya kadar sabrederdim.

Bir hadiste: ”Rabbim beni terbiye etti, terbiyemi güzel yaptı,'" buyurulmaktadır. (2)

2- Hadisi İbnü's-Sem'anî, Edebu'l-İmlâ da İbni Mes'ud'dan merfû olarak rivayet etmiştir. Bkz. el-Fethu'l-Kebîr, 1/59.

Büyüklerden birisi şöyle demiştir: ”Büyüğe saygılı, küçüğe merhametli, insanlara yumuşak davranmak hikmetin eseridir. Eğer dostun senden üstünse, ona saygılı, denginse vefalı, senden aşağı ise merhametli davran. Âlimse saygı ve hizmetle, cahilse siyasetle, zenginse minnetsiz, fakirse cömert davran."

Hikmet sahiplerinden birisi de şöyle demiştir: ”İnsanlara öyle davranın ki, ölürseniz ağlasınlar, kaybolursanız özlesinler."

2. Cehaleti yermek, akıl ve ilmi övmek. Aklın şerefi; akıl, ilim ve güzellikle anlaşılır. Öyleki en iri ve en kuvvetli hayvan, insanı görünce ondan korkar ve çekinir. Çünkü hilesiyle kendisine üstün geleceğini hisseder.

Büyüklerden birisi şöyle der: ”Akıllı, sözü kalbinin arkasında olan kişidir. Konuşmak istediği zaman onu kalbine sorar ve bakar. Eğer menfaatine ise söyler, zararına ise tutar, söylemez. Ahmağın sözü, dilinin kenarında aklı kucağındadır, kalktığı zaman düşer."

Hazret-i Ali de şöyle demiştir: ”Akıllının dili kalbinde, ahmağın kalbi ağzındadır. Edep, aklın suretidir. Kötü edeple, şeref olmaz. Cehaletten daha kötü hastalık yoktur. Akıl tam olunca, söz eksik olur. İnsanların cehenneme yüzü koyun atılmaları ancak dilleri yüzündendir." (3)

3- Bu son cümle, Tirmîzî'nin İman'da, İbn Mâce'nin Fiten'de ve Ahmedin Müsned'de rivayet ettikleri hadisin bir bölümüdür. Müsned, 5/231.

3. ”Eğer onlar sabretselerdi..." âyetinin iniş sebebine bakmanın inceliğini düşün. Âhirette şefkat kapısının açılmasını bekle. Kıyamet günü şefaatçi o Peygamberdir. Kıyamet günü, insanların peygamberlere sığınacakları haktır. Bu, Hazret-i Muhammed'e ulaşıncaya kadar devam edecektir. Onun yanında olmadan muratlarına ermeleri katiyyen mümkün değildir. Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmaktadır: ”Âdemoğulları dirildiklerinde, (kabrinden) ilk çıkacak olan benim. Bir heyet olduklarında reisleri ve sözcüleri benim. Umutlarını yitirdiklerinde müjdeleyicileri, haşr olunduklarında şefaatçileri benim. Livaü'l-Hamd (hamd sancağı) benim. Rabbim katında, Âdem'in en saygın kulu benim, Bu bir öğünme değildir. ” (4)

4- Hadisi Tirmizi, Menakıb'da rivayet etmiş, ”hasen" demiştir. Bkz. Camiu'l-Usûl,8/527.

5 ﴿