9Eğer mü'minlerden iki grup birbiriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin. ”Düzeltmek" diye terceme ettiğimiz ”ıslah" kelimesinin kökü olan ”salâh", faydalı ve düzgün bir hâlde olmak, ”ıslah" da, bu hâli elde etmek demektir. Buna göre mânâ şudur: ”Bu iki grubun arasım öğütle ve Allah'ın hükmüne çağırarak düzeltin." İnsanların arası bozulduğu zaman, aralarını bulmak en büyük taat ve ibadetlerdendir. Mazluma yardım etmek de aynıdır. Bir hadisi şerifte şöyle buyurulmuştur: Peygamber Efendimiz: ”Size orucun, namazın ve zekâtın derecesinden daha efdal bir şeyi haber vereyim mi?" buyurdu. Sahabiler: ”Evet ya Rasûlüllah" dediler. ”İki kişinin arasını düzeltmektir, ”(5) buyurdu. 5- Hadisi Tirmîzî, Ebû Davud, Ahmed ve İbni Hıbban rivayet etmişlerdir: Devamı şu şekildedir: ”Şüphesiz iki kişi arasındaki anlaşmazlık, kökten kazıyıcıdır. Saçı kazır demiyorum, dini kazır." Bkz. Camiu'l-Usûl, 6/668. Âyeti kerime, Rasûlüllah zamanında, Evs ve Hazreç kabileleri arasında çıkan, hurma dalları ve pabuçlarla yapılan bir dövüş üzerine inmiştir. İbn Abbas (radıyallahü anh)'ın dediğine göre kavganın sebebi şudur: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün eşeği üzerinde, ashaptan içlerinde münafık Abdullah b. Übey'in de bulunduğu bir grubun yanına uğradı. Durup onlara nasihat etti. Eşeği idrarını veya çişini yaptı. Abdullah b. Obey, burnunu tuttu. ”Eşeğinin kokusunu bizden uzaklaştır. Onun kokusuyla bize eziyet verdin. Bizden sana kim gelirse ona nasihat et," dedi. Abdullah b. Ravâha (radıyallahü anh) bunu duydu ve ”Rasûlüllah'ın eşeğine mi böyle diyorsun? Vallahi onun eşeğinin idrarı senin kokundan daha temizdir," dedi. Hazret-i Peygamber geçip gitti ama Hazreçli olan münafık Abdullah b. Übey ile, Evs'li olan Abdullah b. Revâha arasındaki tartışma uzadı. Hatta birbirlerine kötü söylediler, kavga ettiler. Evs ve Hazreç'ten her birinin taraftarları geldiler, sopalarla veya pabuçlarla ve elleriyle yada kılıçlarıyla dövüştüler. Bu olay üzerine bu âyet indi. Hazret-i Peygamber onların yanına döndü, âyeti okudu ve aralarını düzeltti. Âyetin iniş sebebi için başka olaylar da nakledilmektedir. Âyetin, nakledilen olayların tümünün sonunda inmiş olması dolayısıyla rivayetlerin hepsinin sahih olması muhtemeldir. Âyetteki şart edatı (eğer kelimesi), Müslümanlar arasında bir vuruşma olmasının gerekmediğine işarettir. Çıktığı farzedildiğinde böyle yapılacağı anlatılmaktadır. Âyetin özel bir sebepten dolayı inmesi, hükmün kıyamete kadar Müslümanlar arasında savaş çıkması halinde hepsi için genel olmasına zıt değildir. Şayet birisi ötekine saldırırsa, yani Haktan ayrılıp zulme yönelirse ve nasihat kâr etmezse Allah'ın emrine, kitabı azizinde hükmettiği hükme -o, düşmanlığı kaldırıp sulh yapmaktır- veya Allah'ın emrettiği itaata -"Allah'a itaat edin, Rasûlüme ve sizden olan emir sahiplerine de itaat edin..." (Nisa: 59) âyeti buna delâlet etmektedir.- dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın. Eğer sizinle savaşmaktan kaçınarak Allah'ın emrine dönerse, adaletle aralarını düzeltin. Onlar arasında mücerret bir mütareke ile yetinmeyin. Öyle yaparsanız belki de başka bir vakitte yine kapışırlar. Onun için aralarını Allah'ın hükmüne göre ayırın. Âyetin baş tarafında, mü'minlerin birbirleri ile vuruşmaları durumunda aralarının düzeltilmesi emredilmiş, adalet kaydı konulmamıştı. Burada ise, aralarının, ”adaletle" düzeltilmesi özellikle vurgulanmıştır. Çünkü buradaki, vuruşmanın vukuundan sonra olduğu için zulüm endişesi söz konusudur. Çünkü vuruşma, genelde kin ve hiddet doğurur. Nitekim bu, daha sonra âyetin devamında şu şekilde te'kid edilmiştir: Ve (hep) adaletle davranın. Yani yaptığınız ve yapmadığınız her şeyde âdil olunuz. Şüphesiz ki Allah âdil davrananları yani her hak sahibine hakkını veren ve onları en iyi şekilde mükâfatlandıranları sever. Âyeti kerime işaret ediyor ki, Müslümanlara isyan eden bir Müslüman, bu saldırıdan dolayı imandan çıkmaz. Çünkü, iki grup birbirleri ile savaştıkları zaman, bunların fasık olduklarında şüphe yoktur. Buna rağmen âyet onları ”müminler" diye isimlendirmiştir. Bununla ”büyük günah işleyen dinden çıkar" diyen Mutezile ve Haricîlerin görüşlerinin bâtıl olduğu ortaya çıkmış olmaktadır. Hazret-i Ali (radıyallahü anh)'den gelen şu rivayet de buna işaret etmektedir: ”Kendisine, Cemel vak asında ve Sıflinde savaşan âsilerin müşrik olup olmadıkları sorulmuş: ”Hayır, onlar şirkten kaçınmışlardır," demiş. Münafık olup olmadıkları sorulmuş buna da: ”Hayır, münafıklar Allah'ı çok az anarlar" demiş, ”O halde onların durumu nedir?" denildiğinde: ”Kardeşlerimiz bize isyan ettiler," cevabını vermiştir." Yine bu âyet delâlet etmektedir ki, âsi, isyanını bırakırsa takibata uğramaz. Çünkü o Allah'ın emrine dönmüştür. Kendilerine isyan edilenlere yardım etmek vaciptir. Ama önce nasihat etmek, sulh yapmaları için gayret etmek gerekir. ”Onların arasını düzeltin" emri buna işaret etmektedir. Çünkü iki grup arasında haksız anlaşmazlıklar çıktığında onlara nasihat etmek ve Allah'ın hükmüne davet etmek vacip olunca, sadece bir taraftan haksız başkaldırı olduğunda nasihat ve hakka davetin gerekliliği öncelikle sabit olur. Çünkü bu davetin ona etki etmesi daha çok umulur. Şeriat ıstılahında bâği (âsi): Âdil devlet başkanına baş kaldıran kişidir. Âsi ile ilgili hükümler, fıkıh kitaplarının ”büğât" bahsinde yer alır. |
﴾ 9 ﴿