12Ey iman edenler! Zannın birçoğundan kaçının. Yani uzak durun. ”Zan ”; bir alâmetten dolayı insanın içinde hasıl olan düşüncedir. Eğer bu güçlenirse, bilgi olur. Çok zayıf olduğu taktirde de vehim olmaktan öte geçmez. Âyetteki ”birçok" kelimesinin mübhem (belirsiz) olması, hangi türden olduğunu bilene kadar, zannedilen her konuda düşünmenin ve ihtiyatın gerekliliğini göstermek içindir. Şüphesiz zanlar içerisinde, uyulması gerekenler vardır. Allah'a hüsnü zan beslemek bu türdendir. Nitekim bir hadiste: ”Şüphesiz hüsnü zan imandandır," buyuru lmaktadır. (13) Vitir namazı gibi hakkında kesin nass bulunmayan amellere -vitir vâhid haberle sabit olduğu için kesin değildir- vacip diyoruz. Onu inkâr eden kâfir olmaz, ama haberi vahidi reddettiği için bid'atçı ve sapık olur. Amelî farzı terkettiği için, cezaya müstehaktır. el-Eşbah adındaki eserde, vitrin ve kurbanın aslını inkâr etmenin, küfrü gerektirdiği söylenmektedir. 13- Hadisi Ebû Dâvud ve Hakim şu lâfızla rivayet etmişlerdir: ”Hüsnü zan iyi ibadettendir." Bkz. el-Fethu'l-Kebîr, 2/72. Allah'ın varlığı, zatı, sıfatları, lâyık olduğu kemali gibi ilâhî konularda ve nübüvvette zan haramdır. Bir kimse: ”Tüm peygamberlere iman ettim, Âdem peygamber mi, değil mi? Bilmiyorum" dese kâfir olur. Aynı şekilde bir kimse Hazret-i Muhammed'in peygamber olduğuna inanmakla birlikte, onun son peygamber olduğuna ve dininin kıyamet gününe kadar neshedilmeyeceğine inanmasa mü'min olamaz. Kesin nasslara aykırı olan zanlar da haramdır. Meselâ Rasûlüllah hakkında ”...Peygamberlerin sonuncusudur..." (Ahzâb: 40) diyen âyet ve: ”Benden sonra peygamber yoktur," diyen hadis varken, Hazret-i Hasanla, Hazret-i Hüseyin'in, diğer halifelerin veya velîlerin peygamber olduklarını zannetmek haramdır. Eğer bir kişi kesin olarak böyle olduğuna inanırsa kâfir olur. Mü'minler özellikle Rasûlüllah ve onun vârisleri olan âlimler hakkında su-i zan beslemek de haramdır. Bir âyeti kerimede şöyle buyuru lmaktadır: ”Aslında siz Peygamberin ve müminlerin ailelerine bir daha dönmeyeceklerini sanmıştınız. Bu, sizin gönüllerinize güzel göründü de kötü zanda bulundunuz ve helaki hak etmiş bir topluluk oldunuz." (Feth: 12) Bir hadisin meali de şu şekildedir: ”Allahü teâlâ Müslümanın ırzını, kanını ve hakkında kötü zan beslenmesini haram kıldı." (14) Irzdan maksat, insanın nefsi ve soyu gibi koruduğu ve dil uzatılmasına izin vermediği şeydir. Çünkü zannın bir kısmı günahtır, azabı gerektirir. Âyeti kerime delâlet ediyor ki, zannın çoğu günah türündendir. Çünkü şeytan nefse bir takım zanlar atar ve bir takım bozuk zanlara sahip olur. Zanların bir kısmı ise günah değildir, aksine gerçeğin ta kendisidir. Onlar nefsî değildir, doğru düşünce ve anlayışa dayanır. Kalp, yakın nuru ile gıyabında cereyan eden şeyleri görür. Bir hadisi şerifte söyle buyurulmaktadır: ”Her ümmette görüşünde isabet eden veya kendisine ilham edilenler -buradaki şüphe ravidendir- vardır. Eğer bu ümmette varsa, Ömer onlardandır. ” (15) Buhârî'de, Enes (radıyallahü anh)'den şu haber rivayet edilmiştir: Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarından birisi ile konuşuyordu. Yanlarından birisi geçti. Rasûlüllah adamı çağırıp, ”Ey falan! Bu benim eşim Safiyye'dir," dedi. Safiyye Rasûlüllah'ı Ramazanın ilk onunda ziyaret etmişti. Adam: ”Ya Rasûlüllah! Başkası hakkında aklımdan geçen, senin hakkında geçmez," dedi. Hazret-i Peygamber: ”Şeytan insanoğlunun içinde kanın dolaştığı gibi dolaşır," buyurdu. (16) Bu hadisi şerif, insanların kalplerini su-i zandan, dillerini de gıybetten korumak için töhmet yerlerinden sakınmaları gerektiğine işaret etmektedir. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Yani Müslümanların kusurlarını ve ayıplarını aramayın. ”Araştırma" anlamındaki ”tecessüs" nabız ölçmek için damara basmak anlamındaki ”ces" kelimesinden türemedir. Casus da bu kelimeden türemiştir. Bu kelimenin ifade ettiği mânâ, ”his" kelimesinin ifade ettiğinden daha özeldir. Çünkü ”his" duyuların anladığı şeyi bilmek, ”ces" ise ondaki hâli bilmektir. Bir hadisi şerifte şöyle buyurulmaktadır: ”Müslümanların kusurlarını araştırmayın. Kim Müslümanların kusurlarını araştırırsa, Allah da onun kusurlarım araştırır. Öyle ki, evinin ortasında bile olsa onu rüsvay eder. ”(17) Nisâhu'l-İhtisab adındaki eserde şöyle denilmektedir: ”Muhtesib'in (zabıta görevi yapan görevli) hiç kimse tarafından hıyanetleri ihbar edilmese bile, esnafın durumunu araştırması caizdir. Eğer, bu araştırmanın, yasaklanan araştırma olduğu için caiz olmaması gerekir şeklinde bir itiraz gelirse şöyle cevap veririz: ”Tecessüs, kötülük etmek ve eza etmek için haber araştırmaktır. Emri bil mâruf ve nehyi anil münker maksadıyla haber araştırmak böyle değildir. Dolayısıyla o yasağın altına girmez." Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) bir gece teftiş için dolaşıyordu. Bir kapının aralığından yanan bir kandil ışığına baktı. Bir kısım insanların içki içtiklerini gördü. Ne yapacağını bilemedi. Mescide gidip Abdurrahman b. Avf’ı aldı ve o kapıya getirip baktı ve Abdurrahman'a: ”Ne yapmamı önerirsin?" dedi. Abdurrahman: ”Vallahi bana göre biz, Allah'ın yasak ettiği bir şey yaptık. Çünkü biz, bir topluluğun gizledikleri bir kusurunu araştırdık ve gördük. Allah'ın örttüğü bir şeyi açmak bizim işimiz değil," dedi. Hazret-i Ömer (radıyallahü anh): ”Senin görüşün doğru," dedi ve ayrılıp gittiler. Muhtesip insanların gizli hallerini araştıramaz, duvarlara tırmanıp bakamaz, izinsiz bir eve giremez. Eğer, ”Evlerde açıkça bid'at işleyenler" konusunda, muhtesibin oralara izinsiz girmesinin caiz olduğunu söylenmektedir diye bir itiraz gelirse şu cevabı veririz: ”Bu hüküm, görünen bid'atlarla ilgilidir. Gizli olursa giremez. Çünkü Allah'ın örttüğü bir şeyi, kulun da mutlaka örtmesi gerekir." Kiminiz kiminizi arkasından çekiştirmesin. Bu işe gıybet denilir. Yani kiminiz kiminizi gıyabında ve arkasında, kötü bir şekilde anmasın. Hazret-i Peygamber'e gıybetin ne olduğu sorulmuş, o da şu cevabı vermiştir: ”Bir kardeşini hoşlanmadığı bir şekilde anmandır. Eğer dediğin şey onda varsa gıybet, yoksa iftira etmiş olursun." (18) Yani ona yapmadığı bir şeyi yalan ve bühtanla isnad etmiş olursun. 18- Hadisi Ebû Dâvud ve Tirmizî rivayet ettiler. Tirmizî'deki lâfız şu şekildedir: ”Gıybetin ne olduğunu biliyor musunuz? Kardeşini hoşlanmadığı şekilde anmandır..." Bkz. Camiu'l-Usûl, 8/447. Özette gıybet, bir insanın, başka bir insanın, işittiği zaman üzüleceği ama gerçekten yaptığı bir kusurunu önemli hiç bir zaruret yokken gıyabında konuşmasıdır. Eğer bu söz yalansa, ona bühtan (iftira) denilir. Sizden birisi ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Gıybet yani arkadan çekiştirmek, çekiştirilenin ırzını yemeyi içerdiği için, teşbihi temsili kabilinden olmak üzere, ölü insanın etini yemeye benzetilmiştir. Çün kü bir kimse nasıl eti kesildiğinde bedenen acı çekerse, namusuna dil uzatıldığında da kalben acı çeker. Hatta ırzı, kanından ve etinden daha şereflidir. Aklı başında birisine insan eti yemek nasıl hoş görünmezse, ırzlarını yaralamak da o derece hatta daha öncelikli olarak hoş görünmez. Âyette gıybetin, tiksintinin doruğundaki ölü eti yemeye benzetilmesi onun Allah katında ne derece büyük bir günah olduğunu gösterir. Âyette Müslümanın ”ölü" olarak belirtilmesi akla gelebilecek şöyle bir şüpheyi yok etmek içindir: ”Birisinin yüzüne karşı küfretmek ona acı verir, dolayısıyla haramdır. Gıybet edilen kişi ise, hakkında konuşulanı bilmez, dolayısıyla acı duymaz. Öyleyse niye haram olsun ki?" Bu itiraza şöyle cevap verilmiştir: ”Ölen birinin etini yemek, bütün çirkinliğine rağmen o ölüye acı vermez. Buna rağmen haramdır. İşte gıybet de öyledir." İşte bundan tiksindiniz. Yani ölü eti yemekteki tiksintiniz nasıl gerçekleşti ise, onun benzeri olan gıybetten tiksintiniz de öyle gerçekleşsin. O halde uzak durmanız emredilen şeyleri terketmek, daha önce yaptıklarınızdan da pişmanlık duymak suretiyle Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah tevbeleri çok kabul edendir, çok esirgeyendir. Tevbeleri kabulde ve rahmeti yaymakta son derece ileridir. Öyleki tevbe edeni, sanki hiç günah işlememiş gibi yapar. Bu, sadece tevbe edenlere ait bir husus değildir. Günahları çok bile olsa herkese şamildir. Enes (radıyallahü anh) Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: ”Miraca çıkartıldığımda, bakırdan tırnaklarıyla yüzlerini ve göğüslerini tırmalayan bir topluluğa uğradım. 'Bunlar kim ey Cebrail?' dedim. 'Bunlar, insanların etlerini yiyen ve ırzlarına sövenler', dedi." Şu noktaya da dikkat edilmesi gerekir: Gıybeti dinleyen de, konuşan gibidir. O halde dinleyenin gıybete engel olması gerekir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadisinde şöyle buyurmuştur: ”Bir kimse bir Müslüman kardeşinin ırzını korursa, Allah da kıyamet günü, ateşi onun yüzünden uzaklaştırır. ” (20) Bilginler: ”Gıybet edenle, dinleyen günaha ortaktırlar," demişlerdir. |
﴾ 12 ﴿