10

Göklerin ve yerin mirası Allah'ın olduğu halde, Allah yolunda niçin sarfetmiyorsunuz? Gösterdiği yerlere sarfetmede siz O'nun vekili olduğunuz halde, gerçekte Allah'ın olan malı, O'nun rızasını kazanmak için sarfetmenize engel nedir? Bazıları, ”Allah yolunda" sözünü ”Allah için" diye tefsir ettiler. Evet bu mallardan size bir şey kalmayacağı, yaratıklar yok olunca her şey Allah'a kalacağı halde, size ne oluyor ki Allah yolunda harcamıyorsunuz? Durum böyle olunca, ilerde karşılığı ele geçecek tarzda bu malları harcamak, elde tutmaktan daha hayırlıdır. Aksi halde zaten bedava ve faydasız şekilde elinizden çıkacaktır.

Râğıb şöyle dedi: ”Neticede her şey kendisine döneceği için Allah kendisini vâris olarak niteledi."

Ebu'l-Leys de şöyle dedi: ”Âyette miras kelimesi zikredildi. Çünkü Araplar biliyordu ki, kişinin terk ettiği şey miras olur. Allah da onlara, aralarında kullandıkları ifade ile hitap etti."

Ey müminler topluluğu!

İçinizde fetihten önce harcayan ve savaşan kimseler daha sonra harcayıp savaşanlarla bir değildir. Rivayet edildi ki, sahabeden bir cemaat bol miktarda sadaka verdi. Öyle ki, insanlar onlar hakkında şöyle dediler: ”Bunların sevabı daha önce Allah yolunda harcayan herkesin sevabından daha fazladır." Bunun üzerine, Mekke fethinden önce yapılan harcamaların daha faziletli olduğunu açıklamak üzere bu âyet nazil oldu. Çünkü Mekke fethi, hicret gereğini ortadan kaldırdı. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu konuda şöyle buyurdular: ”Mekke fethinden sonra hicret yoktur. Ancak cihad ve niyet vardır."

Cumhura göre fetihten maksat, Mekke fethidir. Şa'bî'ye göre ise fetihten maksat Hudeybiye anlaşmasıdır. Fetih sûresinin tefsirinde de geçtiği gibi, bu anlaşma da bir fetihtir. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in sancağı altında düşmanla savaşanlar da böyledir. Yani fetihten önce infak edip savaşanlarla, fetihten sonra infak edip savaşanlar sevap yönünden bir değildir.

Berikilerin derecesi, sonradan infak eden ve savaşanlarmkinden daha üstündür. Yani fetihten önce infak edip savaşanlar, İslâm'a ilk giren ensâr ve muhacirlerdir. Onların Allah katındaki değerleri daha yücedir. Derecenin yüceliği, sahibinin de yüceliği demektir. ”Derece", rütbe ve tabaka demektir. Çoğulu ”derecât"dır. Şayet derece, basamak manasına kullanılır ise o zaman çoğulu ”derec" gelir. Fetihten öncekilerin üstün olmaları, İslâm'ın izzet, Müslümanların ise güç kazanmalarından önce savaşmış ve mal harcamış olmalarından, yani malla, canla yardıma son derece ihtiyaç duyulan bir sırada bu fedakârlıkları yapmış olmalarındandır. Fetihten sonra fedakârlıkta bulunanlar ise. İslâm'ın güçlenip, insanların akın akın ona girmesinden, malla, canla savaşma ihtiyacının azalmasından sonra bunu yapmışlardır. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) öncekilerin üstünlüğünü şöyle açıklamıştır: ”Sizden biriniz Uhud Dağı kadar altın tasadduk etse, onların (ilk Müslümanların) infak ettiği bir müd (832 gr.) hatta yarım müd sadaka sevabını alamaz."

Kamus'da denildi ki: ”Müd: Bir ölçektir ki, iki veya bir onda üç rıtl, veya normal bir insanın bir avuç dolusu ağırlığıdır. Eli uzatmak (med)tan dolayı bu ölçeğe müd denmiştir."

Allah hepsine de en güzel olanı (cenneti) vadetmiştir. İki guruptan her birine sevap yani cennet vadetmiştir. Sadece ilklere değil... Fakat cennetteki dereceler farklıdır.

Allah yaptıklarınızdan haberdardır. Açığım da gizlisini de bilir ve O'na göre size karşılık verir.

Münasebât adlı eserde şöyle dendi: ”Amellerin değeri ancak niyetlere bağlı olduğu için üstünlüğün takdiri de ancak ilimle olur. Allah burada iyi niyete teşvik ve kusurdan sakındırmak için ”yaptıklarınızdan, yani zaman içerisinde yapmakta olduklarınızdan haberdardır" buyurdu. O, her zaman yapmakta olduğunuz şeylerin içini dışını en iyi şekilde bilir ve niyetlere karşılık verir.

Kelbî şöyle dedi: ”Bu âyet, Ebû Bekir Sıddîk (radıyallahü anh) hakkında inmiştir. Burada, Ebû Bekir'in üstünlüğü ve önceliği konusunda açık ve seçik bir işaret vardır. Çünkü o, ilk Müslüman olan kişidir."

Rivayet edildiğine göre Ebû Umâme, Amr bin Abese'ye şöyle dedi: ”İlk dört Müslümanlardan birisi olduğunu neye göre söylüyorsun?" Amr şöyle cevap verdi: ”Ben insanları sapıklık üzere görüyor, putları bir şeye değer bulmuyordum. Mekke haberlerinden söz eden bir adamı işitince hayvanıma binip onun yanına vardım. O'na: 'Sen kimsin?' dedim. 'Peygamberim.' dedi. 'Peygamber ne demektir?' diye sordum. Cevaben: 'Allah'ın elçisi demektir,' dedi. 'Peki Allah seni niçin gönderdi?' dediğimde, 'Allah'ı bir tanıyıp, O'na hiçbir şeyi ortak koşmamak, putları kırmak ve akrabalarla ilgilenmek için,' dedi. Ben: 'Bu konuda seninle birlikte kimler var?' dedim. O da: 'Bir hür, bir de köle var,' dedi. Baktım ki yanında Ebû Bekir ve Bilâl var. O zaman ben de İslâm'a girdim ve kendimi dördüncü Müslüman gördüm ”(6)

Abdullah İbn Mes'ûd'dan rivayet edildiğine göre, Müslümanlığını ilân eden ilk kimse Hazret-i Ebû Bekir idi. İbn Mes'ûd şöyle dedi: ”Müslümanlıklarını ilk açıklayanlar şunlardır: Hazret-i Peygamber, Ebû Bekir, Ammâr, annesi Sümeyye, Suhayb, Bilâl ve Mikdâd. Hazret-i Ebû Bekir, İslâm için ilk savaşan, nerede ise ölecek derecede darbe yiyinceye dek kâfirlerle zıtlaşan kişidir."

10 ﴿