13

Münafık erkek ve kadınlar mü'minlere: İnanılması gereken şeylere tam manasıyla inanan mü'minlere:

'Bizi bekleyin, derler. Bu sözü: Kendileri yaya, mü'minler ise şimşek gibi kendilerini cennete uçuran binekler üzerinde onları geçince söylerler. Yahut da mana: ”Bize bakın," demektir. Çünkü mü'minler münafıklara bakarlarsa, yüzleriyle onlara dönmüş olacaklarından münafıklar onların yüzündeki nurla aydınlanmış olacaklardır.

Hamza ”Enzırûnâ" şeklinde okudu. O takdirde ”Bize mühlet verin," demek olur. Çünkü münafıkların onlara yetişmeleri için mü'minlerin yavaş gitmeleri bir bakıma mühlet verme demektir.

Nurunuzdan faydalanalım', aydınlanalım ve o aydınlık içinde sizinle birlikte yürüyelim

dedikleri gün... ”İktibas"; çıra gibi, tutuşturmak maksadıyla büyük ateş kütlesinden bir ateş parçası almak demektir.

Râğıb şöyle dedi: ”Kabes: Alınan bir parça alev, iktibas da bu alevi istemek demektir. İstiare yoluyla, ilim ve hidayet isteme manasına da kullanılır."

Bazıları da şöyle dedi: ”Nâr ve nûr aynı kökten gelmektedir. Görmeye yardımcı olan yaygın ışık demektir. Ekseriya aynı manaya gelirler. Ancak nâr (ateş), dünyada ihtiyaç duyanlar için, nûr ise hem dünyada hem âhirette herkes için gereklidir. Bundan dolayı ”nûr" için iktibas (ışık talebi) tabiri kullanıldı. ”Nurunuzdan faydalanalım" sözü için: ”Nurunuzdan bir alev ve çerağ alalım," yorumu da yapıldı."

Denildi ki: ”Allah amelleri nisbetinde mü'minlere sırattan geçebilecekleri bir nûr, münafıklara da kendilerini aldatmak için bir nûr verir. Şu âyet bunu ifade etmektedir: 'Halbuki Allah onlara aldatmanın ne olduğunu gösterecektir.' (Nisa: 142)

Onlar aydınlık içinde yürürlerken Allah onlara bir karanlık ve rüzgâr gönderip münafıkların ışıklarını söndürecektir. Şu âyet bunu belirtmektedir: ”...O gün Allah, peygamberi ve iman edip onunla beraber olanları utandırmaz. Onların nurları, önlerinden ve yanlarından koşar da: 'Ey Rabbimiz! Nurumuzu tamamla, bizi bağışla...' derler." (Tahrîm:8) Mü'minler bunu, münafıkların nuru söndürüldüğü gibi kendilerinin nuru da söndürülür korkusuyla söylerler.

Kelbî şöyle dedi: ”Münafıklar mü'minlerin nurundan istifade etmek isterler. Fakat edemezler. Mü'minler onları geride bırakınca karanlık içinde kalırlar ve onlara: 'Bizi bekleyin. Nurunuzdan faydalanalım' derler."

Onlara: 'Ardınıza dönün de ışık arayın,' denilir. ”Arasât meydanına dönün de ışık isteyin. Zira ışık oradan elde edilir." Veya ”dünyaya dönün de iman ve sâlih amellerle nûr arayın," denilir.

Rivayet edildiğine göre, Ebû Ümâme el-Bâhilî şöyle dedi: ”Kullar kıyamet günü sıratın yanında iken onları birden karanlık kaplar. Sonra Allah, nuru kulları arasında taksim eder. Mü'minlere verir de kâfir ve münafıklar mahrum kalırlar. Âmâ, görenin nurundan istifade edemediği gibi, münafık ve kâfir de müminin nurundan faydalanamaz. Bunun üzerine mü'minlere: 'Bizi bekleyin. Nurunuzdan faydalanalım' derler. Mü'minler de şöyle cevap verirler: 'Ardınıza dönün de ışık arayın.' Dönerler fakat bir şey bulamazlar. Çünkü aralarına bir sur çekilmiştir"(9)

9- Bu haberi, İbn Kesîr tefsirinde daha geniş zikretmiş (3/449) ve İbn Ebû Hâtim'in tahric ettiği söylenmiştir.

Âyetin anlamı şöyle de olabilir: Eli boş olarak dönün, bizden uzaklasın ve başka nûr arayın. Mü'minler, arkalarında nûr olmadığını bildikleri halde sırf onları hüsrana düşürmek için böyle söylerler. Yahut da onlara hakaret olsun diye arkalarındaki zifiri karanlığı aydınlık olarak ifade ederler.

Nihayet onların arasına, kapısının içinde rahmet, dışında azap olan bir sur çekilir. Yani müminlerle münafıklar topluluğu arasına bir sur çekilir. Sur yapma işi, el ve âletlere ihtiyaç duyuğu için ”darp" ifadesi kullanıldı. Nitekim çekiçlerle, kazıklarla vurmayı gerektirdiğinden çadır kurma işine de ”darbu'l-hayme" denildi. ”Sur": Cennet ve cehennem arasındaki duvardır. Şehrin surları demek, şehri kuşatan duvarlar demektir.

Bazıları ise şöyle dedi: ”O, cennetliklerle cehennemlikler arasında bir duvardır. Orada A'râf halkı bulunur, cennet ve cehennem halkına bakarlar. Orası ölümün boğazlandığı yerdir. İki taraf halkı da onu görür."

Bu surun bir kapısı vardır ki oradan mü'minler girer. Aralarındaki bu sur, ikinci durumda yani cennete girmelerinden sonra olur. Yoksa daha önce olmaz. Kapının veya surun içi, cennet tarafına baktığı için rahmettir. Dışı ise cehennem tarafına baktığından azaptır.

Âlimlerden biri şöyle dedi: ”Bu sur, Beyt-i Makdis'in doğu surudur. İçinde mescidi vardır ki o rahmettir. Dış tarafı ise azaptır. Oraya cehennem vadisi denir. Beyt-i Makdis'teki rahmet kapısı olarak adlandırılan kapı hakkında Ka'b şöyle derdi: Burası: Cenab-ı Hak'kın, 'Kapısının içinde rahmet, dışında azap olan bir sur çekilir' buyurduğu kapıdır. Yani cehennem vadisi olarak bilinen yer surun yeridir."

İbn Atıyye ise: ”Sur hakkındaki bu görüş doğruluktan uzaktır. Aslında surdan maksat A'râftır," demektedir.

Ben fakir ise diyorum ki: İşareti bilen kimse için bu görüş doğruluktan uzak değildir. Rivayete göre Ubâde, Beytü'l-Makdis'in doğudaki sûru üzerine çıktı ve ağladı. Birisi ona: ”Seni ağlatan nedir, ey Ebu'l-velîd?" deyince şu cevabı verdi: ”Rasûlüllah bize burada cehennemi gördüğünü haber verdi." Hadisi şerifte şöyle buyruldu: ”Beyt-i Makdis, mahşer (toplanma) ve menşer (dağılma) yeridir." (10) Cehennem vadisi olarak bilinen yerin bizzat a'râf surunun yeri olması mümkündür. Fakat bu sadece Allah'ın bileceği tarzda olur. Çünkü kıyamet günü yeryüzü başka bir yeryüzü olacaktır. İbadet yerlerinin cennete katılacağı bir gerçektir. Buna göre Mescid-i Aksâ'nın cennetten, dışının cehennemden olması ve aralarında da bir surun bulunması uzak bir görüş değildir.

10- Hadisi, İbn Mâce ve Taberânî rivayet etmiştir. Hadisin tamamı şöyledir: ”Oraya gidin, orada namaz kılın. Zira oradaki bir namaz, başka bir yerdeki bin namaz gibidir ”Bkz Fethu'l-Kebîr, 2/9.

13 ﴿