| 4Buna imkân Bulamayan kimse yani hürriyete kavuşturacak bir köle bulamayan ve keffaret verme esnasında fakir olduğu için bundan âciz olan zıhar yapan kişi... Söz konusu acizlik ve imkânsızlık kocanın karısı ile cinsel birleşmeye karar verdiği andan başlar ve köle azad edemediği için iki ay peşpeşe oruçlu olduğu son günün güneşinin batmaya yüz tuttuğu ana kadar devanı eder. Yani kişinin bu başlangıç ve bitiş süresi esnasında bir köle azad etmekten âciz olması gerekir. Şu halde gerçek acizlik hali ancak bu şekilde tahakkuk etmiş olur. Gece ya da gündüz kasten veya yanlışlıkla hanımı ile temas etmeden önce ardarda iki ay oruç tutar. Yani zıhar yapan böyle bir erkeğin iki ay ardarda oruç tutması gerekir. Bu iki ayın içerisine Ramazan orucu ve içinde oruç tutmanın haram olduğu beş gün girmeyecektir. Bu beş gün Ramazan ve Kurban bayramlarının ilk birinci günleri ile teşrik günleridir. Dolayısı ile zıhar keffâreti için oruç tutan erkek, bu iki ayı ardarda oruçlu geçirecek, oruçsuz bir gün geçilmeyecektir. Bu iki ay esnasında bir gün ya da daha fazla özürlü veya özürsüz oruç tutmayacak olursa keffâret orucuna yeniden başlar. Kadınlar için ileride geleceği üzere hayızh günler müstesna, oruçsuz geçirilen hiçbir gün keffâretten sayılmaz. Zıhar yapan koca unutarak başka bir hanımı ile cinsî temasta bulunsa keffâret orucuna yeniden başlamaz. Kadın da kati, ya da Ramazan orucu keffâretinde hayız dolayısı ile keffâretine yeniden başlamaz, fakat hayızh günlerinde tutamadığı orucunu temizlendiği günlerde tamamlar. Zıhar keffâreti tutan erkek orucuna hilâl ile başlamış ise, iki ayı hilâlden hilâle tamamlayabilir. Buna göre her iki kameri ay da noksan olduğu için elli sekiz gün oruç tutmuş olsa keffâret için yeterlidir. Fakat orucuna hilâl ile başlamayıp da gün esasına göre başlamış ise mutlaka altmış gün oruç tutması şarttır. Hatta ellidokuzuncu günün sabahında oruç tutmayıp yiyecek olsa keffâret orucuna yeniden başlaması gerekir. Herhangi bir sebeple gücü yetmeyen altmış fakiri doyurur. Bu sebep, ihtiyarlık ve iyileşmesi asla umulmayan müzmin bir hastalık olabilir. Çünkü böyle bir hastalık, ihtiyarlık da güçsüzlük ve acizlik mesabesindedir. Buna karşılık kişinin hastalığından iyileşeceğine bir ümit varsa ve karısı ile cinsel birleşme ihtiyacı şiddetli ise tercih olunan görüşe göre, oruç tutmaya kadir oluncaya kadar iyileşmeyi beklemelidir. Buna rağmen fakirleri doyurmak sureti ile keffâretini verse ve oruç tutmaya kudretinin olacağı anı beklemese de yeterlidir. Cinsel birleşmeye olan aşırı düşkünlük de mazeretlerdendir. Aşırı düşkünlükten kastımız, kişinin cinsel birleşme yapamadan duramaması demektir. Çünkü Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine fetva soran bedeviye oruç yerine fidye vermesine ruhsat vermiştir. "Altmış fakiri doyurur." Âyet metninde geçen ”ifâm" kelimesi, başkasını yedirmek demektir. Bu ifadede keffârette temlikin ve ibahanın caiz olacağma işaret vardır. Âyet metninde yer alan ”miskin" kelimesi, hiçbir şeyi olmayan, ya da kendisine yeterli malı olmayan kimse demektir. Miskin demek, fakirliğin kendisini durdurduğu yani hareketini azalttığı kimse demektir. Yine miskin, Kamusun işaret ettiği gibi zelil ve zayıf olan kimse demektir. Âcizane kanaatimize göre özelikle miskinin belirtilmesi onun zekât verilmesi caiz olan diğer kimseler arasında sadakaya en lâyık olan kişi olduğu içindir. Altmış fakiri doyurmak hakikaten olabileceği gibi, hükmen de olabilir. Her hangi bir fakirin altmış gün doyurulması, hükmî yedirme, demektir. Çünkü bu altmış fakirin doyurulması hükmündedir. Keffâret verecek olan kimse bir tek günde ve defalarca bir fakire yiyecek verse sahih olan görüşe göre bu caiz değildir. Fitre meselesinde olduğu gibi keffâret veren kişi her fakire yarım sa' (1460 gr) buğday ya da buğdayın dışında bir sa' (2920 gr) verir. Sa' dört müddür. Bunun yarısı iki müd olur. Keffâretin kişinin hanımına yaklaşmadan önce verilmesi gerekir. (1 müd: 0,75 Litre, 1 sa': 3 Litre veya 2920 gr) Ancak fakirleri yedirmeye başlamış fakat daha henüz bitirmemiş iken hanımına yaklaşırsa yeniden başlamaz. Çünkü Cenab-ı Hakk yedirme fiili devam ederken hanımı ile cinsel birleşmenin hükmünden bahsetmemektedir. Bu görüş, İmam Azam Ebu Hanife hazretlerine göredir. Buna karşılık diğer müçtehitlere göre buradaki yedirme köleyi hürriyetine kavuşturma ve oruç tutmayı hükme bağlayan mukayyet emir gibi anlaşılmalıdır. Diğer üç mezhebin imamının görüşlerinin aksine İmam Azam Ebu Hanifeye göre, yiyecek maddelerinin kıymetini vermek de caizdir. Fıkıh kitaplarında denir ki: ”Buraya kadar söylediğimiz hükümler hanımına zihar yapan kocanın hür olması durumundadır. Buna karşılık zihar yapan koca köle olursa, efendisi kendisine mal bile verse yine de keffâretini oruç tutarak yapar." Bu, Allah'a ve Rasûlüne iman etmeniz içindir. Yani bu açıklama, Allah'ın ahkâmının sizlere öğretilmesi ve bunun önemine dikkatinizin çekilmesi Allah'a ve Rasûlüne iman etmeniz, Allahın size teşri kılmış olduğu hükümlerini yerine getirmeniz ve cahiliyet döneminde yapageldiğiniz hareketleri red etmeniz içindir. Burada insanın aklına şöyle bir soru takılabilir: Zinan yapmamak gerekli olduğuna göre fıkıh bilginleri fıkıh kitaplarında bu konuya neden özel bir bölüm açıyorlar? Bu soruya şöyle cevap verilebilir: Yüce Allah zıharı hoş karşılamamakla ve cahillerden bunu alışkanlık haline getirenleri çirkin görmekle birlikte yine de bu fiile hükümler koymuştur. Gaflet eseri böyle bir harekete düşen kimse bu hükümlere göre hareket edecektir. İşte bu açıdan fıkıh bilginleri zıhar için özel bir bölüm açmışlar ve söz konusu ahkâmı o bölümlerde açklamışlar, ihtiyaç oranında konuyu açıklığa kavuşturmuşlardır. Bununla birlikte meseleyi derinlemesine inceleyen âlimler derler ki: ”Şeriatın ahkâmının ekserisi cahiller içindir. Çünkü insanlar kötü söz söylemekten ve hareket etmekten kaçınacak olsalardı, fazla uzun söze ihtiyaç kalmayacaktı." Bu âyeti kerime gösteriyor ki zıhar, yeminini bozmaktan daha büyük bir hatadır. Çünkü zıharın keffâreti, yemini bozmanın keffâretinden daha ağırdır. Bunlar, zıhar yapmanın zıhar yapılan eşi haram kılması, imkânı olanın bir köleyi hürriyetine kavuşturması, buna gücü yetmeyenin yapabiliyorsa oruç tutması, oruç tutamayan kimseninin ise miskinleri yedirmesinin farz kılınışı gibi belirtilen hükümler, aşılması caiz olmayan Allah'ın sınırlarıdır. Onların bırakılıp da aksi hükümlere geçilmesi caiz değildir ve bunlar Allah'ın kulları için koymuş olduğu hükümleridir. Ayetin metninde yer alan ”hudûd" kelimesi ”had" kelimesinin çoğuludur. ”Had" sözlükte menetmek ve iki şeyi birbirine karışmaktan alıkoyan engel anlamınadır. Zina ve içki cezası olarak ”haddu z-zina" ve ”haddii'l-hamr" denilmesi, bu cezanın böylesi fiilleri âdet haline getirmiş olan kimseye engel olması sebebi iledir. Bunlarla amel etmeyen ve kabul etmeyen kâfirler için acı bir azap vardır. Yüce Allah'ın bu şekilde ifade etmesi yapılan hareketin çok çirkin ve ağır olduğunu vurgulamak içindir. Âyette geçen ”elîm" kelimesi, elem verici, acı verici demektir. Ya da mânâsı elem ve acı içinde kıvranan azap demektir. Bu takdirde acı ve elem çekmek, mecazen ve mübalâğa olsun diye azap kelimesine isnad edilmiş olur. Bu durumda acı ve elem öyle bir acı ve elem olmuş olur ki, azabın kendisi bile şiddet ve derece açısından bizzat kendisinden acı çekmiş olmaktadır. Bu azabın kâfirlere verileceğinin ifade edilişi, mü'minleri itaate teşvik anlamını taşımaktadır. | 
﴾ 4 ﴿