8

Gizli konuşmaktan menedilip de sonra o yasaklandıkları şeyi tekrar yapanları... Bu âyeti kerime, Yahudiler ve münafıklar hakkında nazil olmuştur. Bunlar kendi aralarında gizlice konuşurlar. Üç beş kişi halka yapıp müminleri gördükleri zaman gözleri ile işaret ederlerdi. Bu fiilleri ile müminleri kızdırmak isterlerdi. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu yapmalarını yasakladı. Sonra aynı fiillerini bir daha yaptılar. Âyette hitap, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'adır.

Ebu Said el-Hudri (radıyallahü anh) der ki: ”Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gece biz aramızda konuşurken yanımıza geldi ve: ”Bu gizli konuşmaktır, gizli konuşmaktan yasaklanmadınız mı?" buyurdu. Bizler: ”Yüce Allah'a tevbe ediyoruz, çünkü biz deccaldan söz ediyorduk" dedik. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): ”Sizin namınıza hundan daha fazla korktuğum bir şeyi haber vereyim mi? Bu şey gizli şirktir," buyurdular.,2) Yani Mürailiktir, gösteriş yapmaktır.

Günah, düşmanlık ve peygambere karşı gelmek hususunda gizlice konuşanları görmedin mi? Bu ifade, onlara yasak edilen şeyi beyan etmektedir. Çünkü bunlar dine zarar vermektedir. Yani bizatihi günah, mü'minlere düşmanlık ve peygambere karşı gelmeleri hususunda birbirlerine olan gizlice tavsiye etmelerini görmedin mi? demek olur. Âyette geçen ”udvân" kelimesi, zulüm ve haksız fiil demektir. ”Masiyet" ise, itaatin tersi olan karşı gelmek anlamınadır.

Onlar yani o gizli konuşanlar

sana geldikleri zaman seni Allah'ın selâmlamadığı bir şekilde selâmlıyorlar. ”Tahiyye" kelimesi, dil bilgisi açısından mastardır. Bunun fiili ”hayyâkâllah"tır. Mânâsı ise, Allah sana uzun ömür verdi, demektir. Daha sonra bu cümle, duâ cümlesi olarak kullamlagelmiştir. Buna göre mânâsı: ”Allah sana uzun ömürler versin" demek olur. Ardından aynı cümle, her türlü duâ için kullanılmış ancak selamlamada kullanılması daha yaygındır. Her türlü duâ, bu bakımdan tahiyyedir, bu duâ ister, dünya için olsun, isterse âhiret için olsun.

"Allah'ın selâmlamadığı bir şekilde" den maksat. Yüce Allah'ın seni selâmlamadığı bir şeyle demektir. Onlar Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a ”essâmu aleyke' derler ve ”esselâmü aleyke" demiş hissini verirlerdi. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)da onlara cevap olarak ”ve aleykûm" derdi. Ya da onlar ”en im sabâhen" derlerdi.

Bu selâm çeşidi cahiliyet dönemi selâmı olarak mânâsı, sahalım yumuşak hoş olsun, her hangi bir uğursuzluk olmasın anlamına gelirdi. Oysa Allahu zülcelâl ise: ”Gönderilen bütün peygamberlere selâm olsun." (Saffât: 181) buyurmaktadır.

Âlimler, zimmîlerin selâmının alınıp alınamayacağı noktasında ihtilâf etmişlerdir. İbn Abbas, Şa'bî ve Katâde'ye göre bu konudaki var olan emrin açık hükmüne dayanarak selâmlarını almak vaciptir. İmam Mâlik'e göre ise vacip değildir. İmam Mâlik: Zimmîlerin selâmlarını alacaksan ”aleyke" de, derdi."

Bazı âlimler ise, selâm veren zimmîyenin selâmını alan kimse ”alâke es-selâmü" der demişlerdir. Bunun mânâsı selâm senin üerine yükselsin demektir.

Bazı Mâlikî âlimleri ise, selâm veren zimmîye, selâm alan : ”Es-silâmü aleyke" der, demişlerdir ki mânâsı, taş senin üzerine olsun demektir.

Senin yanından çıktıkları zaman

kendi içlerinden de: Yani kendi aralarında:

'Bu söylediklerimiz yüzünden Allah'ın bize azap etmesi gerekmez miydi?' derler. ”Hazret-i Muhammed gerçekten peygamber ise ona yaptığımız kötü duaya cesaret etmemiz sebebi ile Yüce Allah bize azap etmeli, gazapta bulunmalı ve bizi yerle bir etmeli değil miydi?" derler.

Cehennem onlara yeter. Yani onlara azap verme açısından cehennem yeterli ve kâfidir.

Oraya gireceklerdir. Bir hikmete dayalı olarak hemen azap edilmeseler bile hiç kuşkusuz ve mutlak olarak oraya girecekler ve cehennemin hararetini tadacaklardır. Bundan maksat, kendileri ile alay etmek ve iman etmedikleri ve kâfir oldukları için durumlarını hafife almaktır.

Orası, yani cehennem,

ne kötü dönüş yeridir!

Bazı müfessirler derler ki: ”Onların bu şekilde söylemeleri yanlarında bulunan bilgiden gafil olmalarındandır. Çünkü onlar ehli kitap idiler ve biliyorlardı ki, peygamberlerden bazılarına ümmetleri isyan etmiş, onlara eziyet etmişler fakat Yüce Allah'ın bilecek olduğu bir maslahat ve hikmet gereği hemencecik azap edilmemişlerdi. Sonra Yüce Allah Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın duasını kabul buyurmaktadır. Nitekim rivayet olunduğuna göre Hazret-i Âişe (radıyallahü anh) Yahudilerin bu sözlerini işitir ve der ki: ”Aleykum essamu vez-Zâmû ve'l-la'ııetu" bunun üzerine Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da şöyle buyurur: ”Ey Âişe yumuşak ol, çünkü Yüce Allah her şeyde yumuşaklığı sever, çirkinliği ve bunda kasten ileri gitmeyi sevmez." Bunun üzerine Hazret-i Âişe, ya Rasûlüllah ne dediklerini işitmediniz mi? diye sorar. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): ”Ey Âişe onlara nasıl cevap verdiğimi duymadın mı, ben onlara ”ve aleykum" dedim. Ve onlar hakkında söylemiş olduğum bu sözüm kabul edilir," der. (3)

8 ﴿