14Onlar müstahkem şehirlerde veya duvarlar arkasında bulunmaksızın sizinle toplu halde savaşamazlar. Yahudi ve münafıklar, hendeklerle, sağlam kapılarla ve bunlar gibi şeylerle sağlamlaştırılmış yerleşim birimlerinin dışında bir araya gelerek toplu halde sizinle savaşamaziar ve buna cesaret edemezler. Râğıb der ki: ”Maksat surlar gibi sağlamlaştırılmış şeylerdir." Yahut onlar, sizinle karşı karşıya gelip çatışmaya girmeksizin duvarların arkasından savaşmaya kalkarlar. Onlar sizden aşırı derecede korktukları için yüzyüze gelip harbedemezler. "Cüdür", cidarın çoğuludur. Bir yeri kuşatması cihetiyle duvara ”hait", yüksekliği ve görünmesi itibariyle de ”cidar" denir. Kendi aralarındaki savaşları ise çetindir. Bu cümle, daha evvelki cümleden anlaşılan mukadder soruya cevaptır. Ve şunu açıklamaktadır: Onların yukarıda anlatılan korkulan, zayıflıklarından ve kendilerinde olan bir korkudan değildir. Çünkü, harp ve savaşları emsallerine nisbetle çetindir. Onların zafiyet ve korkuları, size karşıdır. Allah (celle celalühü) onların kalplerine size karşı bir korku salmıştır. Aynı zamanda Allah ve Rasûlü ile harp etmeye kalkan kişi, cesaretli de olsa korkar, güçlü de olsa zelil ve perişan olur. Ey Rasûlüm Muhammed veya ey kulağı duyan kafası çalışan muhatab! Sen onları derli toplu, birlik ve beraberlik içerisinde sanırsın. Halbuki kalpleri darmadağınıktır. Yani, durum şudur ki, onların kalpleri darmadağınıktır, aralarında hiçbir ülfet yoktur. Yahudiler Cenab-ı Hakk'ın: ”...Fakat Allah onların gönüllerini birleştirdi." (Enfâl: 63) sözüyle vasıflandırdığı kişilerin (Müslümanların) hilâfınadır. ”Şettâ", şetit kelimesinin çoğuludur. Meñd ve nıcrdâ gibi. Bu âyette, mü'minlerin kalplerini Yehudilerle savaşmaya karşı şecaatlendirme vardır. Âyet şunu da ifade ediyor: Mümine yakışan, maddî ve manevî yönden ittifak ve birliktir. Nitekim Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın zamanındaki mü'minler (ashab) birlik ve beraberlik içerisindeydiler. Denilir ki: ittifak kuvvettir, ayrılık felâkettir. Düşman olan şeytan, ayrılıklar içerisinde arzusuna kavuşur. Sehl şöyle dedi: ”Ehl-i Hak, sevgi ile daima beraberdir. Kılık kıyafetleri birbirine uymasa da, bedenleriyle ayrı ayrı da olsalar, muhabbet bağıyla ittifak içinde olurlar. Bâtıl yolda olanlar ise, zahirde ittifak halinde görünseler ve bedenleriyle bir araya gelseler de daima ayrılık ve tefrika içindedirler. Çünkü Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: Böyledir, çünkü onlar anlayışsız bir topluluktur. Beyan olunan bu gönüllerinin darmadağınıklığı anlayışsız bir topluluk olmaları sebebiyledir. Yani, onlar kafalarını hiçbir şekilde çalıştırmıyorlar ki, hakkı tanıyıp ona tâbi olsunlar ve hak ile gönülleri huzura kavuşsun, aralarında birlik beraberlik meydana gelsin ve aynı hedefe doğru yürüsünler. Bunun için onlar sapıklık sahrasında dolaşıp dururlar. Gönüllerinin darmadağınıklığı, yollarının ve meşreblerinin dağınıklığına göredir. Kalplerinin dağınıklığı, kuvvetlerini zayıflatır. Çünkü kalbin sağlam ve düzgün oluşu, cesedin sağlamlığına sebebiyet verir, kalbin fesadı cesedin de bozulmasına ve fesadına götürür. Nitekim şöyle denmiştir: ”Her kap, içinde olanı sızdırır." Bil ki, Cenab-ı Allah (celle celalühü) Kur'an-ı Kerim'de dinde anlayış, ilim ve kafayı çalıştırmanın herbirisinin olmayışı sebebiyle kâfirleri zemmedip kınamıştır. Râğıb dedi ki: ”Fıkıh, zahir ilimler vasıtasıyle gayb ilmine ulaşmaktır." Şu halde fıkıh, ilimden daha hususidir. İlim, eşyayı hakikatıyla idrak edip anlamaktır. Bu da nazarî (teorik) ve amelî (pratik) kısımlarına ayrılır. Diğer bir yönüyle aklî ve naklî diye ikiye bölünür. Akıl, ilmi kabul etmeye hazır kuvvete denir. İnsanın bu kuvvetle elde etmiş olduğu ilme de akıl denilir. İşte Cenab-ı Hak (celle celalühü) kâfirlerden fıkhı, ilmi ve aklı kaldırmıştır. Böylece hayvanlar gibi oluvermişlerdir. |
﴾ 14 ﴿