10Ey iman edenler! Mü'min kadınlar hicret ederek size geldiği zaman, onları imtihan edin. Bu âyette, kâfir olan iki gurubun hükmü açıklandıktan sonra, iman ettiğini açıklayanların hükmü beyan edilmektedir.’Mü'min kadınlar" derken, onların açık ve görünen durumlarına ve dillerinin ikrarına göre hüküm verilmiştir. Veya iman etmek üzere oldukları için mü'min kadınlar denmiştir. Bunlar Allah'ın ilminde mü'min oldukları için ”mü'min" diye isimlendirilmeleri yadırganmaz. Allah'ın ilminde mü'min olmaları, Müslümanlar tarafından imtihan olunmalarına mani değildir. Bu kadınlar, kâfirler arasından İslâm'a rağbet edip hicret ederlerse onları imtihan edin. Yani iman noktasında kalplerinin dillerine uyup uymadığına göre deneyin ve sonucunda bir kanaate ulaşın. Rivayet olundu ki: Kocasını zarara uğratmak isteyen kadınlar: ”Ben Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e hicret edeceğim" diyordu. Bundan dolayı Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onları imtihan etmekle emrolundu. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), imtihan ettiği bu kadınlara şöyle diyordu: ”Kocana kızdığından, bir yerden başka bir yere gitmeyi arzu ettiğinden dolayı hicret etmediğine, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayan Allah'a yemin et. Dünya menfaatini aramak veya meydana gelen herhangi bir olaydan dolayı vatanından çıkmadığına, yalnız Allah, Peygamber sevgisi için ve islâm'a girmek arzusu ile hicret ettiğine dair Allah'a yemin et. ”(4) Hicret eden kadın buna göre, kendisinden başka hiçbir ilâhın bulunmadığı Allah'a yemin edince Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu kadının kocasına mehrini iade eder, yaptığı harcamaları öderdi ve kadını kocasına geri vermezdi. Suheylî dedi ki: ”Bu âyet, Abdurrahman İbn Av fin hanımı, Ukbe'nin kızı olan Ümmü Gülsüm hakkında nazil olmuştur. Abdurrahman İbn Avftan İbrahim isimli bir çocuk meydana getirmişti. Ümmü Gülsüm, Osman İbn Af fânin, anne bir kız kardeşiydi. Annelerinin adı Ervâ idi." Bu âyet gösteriyor ki, yerinde imtihan güzel ve faydalıdır. Bunun içindir ki, evlenilen hanım zifaf gecesi imtihan olunur ve İslâm'ı anlatması istenir. Fakat soruda kolaylık gösterilir ve cevaba da işaret olunur. Allah, onların imanlarını sizden daha iyi bilir. Çünkü Allah, onların kalplerinde olanlardan haberdardır. O'nun için Allah'ın onları imtihan etmesine ihtiyaç yoktur. Halbuki insan böyle değildir. O imtihan etmeye muhtaçtır. Bu cümle ara cümlesidir. Eğer siz de, onların inanmış kadınlar olduklarını öğrenirseniz onları kâfirlere geri döndürmeyin. İmtihan ettikten sonra, elde edilmesi sizin için mümkün olan bir ilimle -ki bu, alâmetlerin ortaya çıkması ve yeminle meydana gelen zann-ı galiptir- onların mü'min olduğunu anlarsanız, artık onları kâfir kocalarına geri döndürmeyiniz. Zann-ı galibin ilim yerine geçtiğini bildirmek için, âyette ”ilim" diye ifade edilmiştir. Mümin kadınlar kâfir kocalarına geri verilmez, çünkü Cenab-ı Hak şöyle buyurur: Mü'min kadınlar, kâfirlere helâl değildir. Kâfirler de mü'min kadınlara helâl değildir. Bu cümle, mü'min kadınların, kâfir kocalarına geri verilmeyeceğinin sebebini açıklamaktadır. Yani, imanın şerefinden dolayı hiçbir Müslüman kadın kâfire helâl değildir. Küfrün pisliğinden dolayı da hiçbir kâfiri Müslüman kadınla nikahlamak helâl değildir. Âyetteki tekrar, bu haram oluşu güçlendirmek içindir. Yoksa iki taraftan birisinin helâl oluşunu reddetmek kâfidir. Yahut da birinci cümle, ilk nikâhın sona erdiğini beyan, ikincisi ise yeni bir nikâhın mümkün olmadığını bildirmek içindir. Kâfir kocalarının sarfettikleri mehri geri verin. Bu ikinci hükümdür. Yani, kâfir kocalarına verdikleri kadar mehri geri verin. Burada ”sarfettikleri"nden maksadın mehir olduğu şundan anlaşılmaktadır: Hudeybiye Anlaşmasına göre, müşrikler tarafından birisi Müslümanların tarafına geçerse onu müşriklere geri vereceklerdi. Anlaşmadan hemen sonra Harisin kızı Sübey'a, İslâm'a girerek Müslümanların tarafına geçti. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) henüz Hudeybiye'de bulunuyordu. Mahzun Kabilesinden olan kocası onu istemeye geldi. Ve dedi ki: ”Ey Muhammed! Hanımımı bana iade et. Çünkü sen, bizden sana gelenleri iade etme şartını kabul etmiştin." İşte bunun üzerine, bu şartın erkekler hakkında olduğunu, kadınların buna dahil olmadığını beyan için mezkûr âyet nazil oldu. Sübey'a'ya, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yemin ettirdi. O da yemin edince kocasının sarfettiği mehri Rasûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem), kocasına iade etti. Bunun mehir olduğunda ittifak vardır. Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) bu hanımla evlendi. Müşrikler tarafından gelen mü'min erkekler iade edildiği halde kadınlar edilmiyordu. Çünkü kadınlar kendilerini savunamazlar ve sıkıntılara karşı tahammül göstermekten acizlik duyarlar. Ödedikleri mehrin geri verilmesinden maksadın, cömertliği tercih ve insanlık göstermek suretiyle, mü'minler yönünden hakkı gözetmek olabilir. Aynı zamanda onlara infak edip mehri geri vermek suretiyle kalpleri yumuşatılır ve İslâm'a meylettirilir. Bu âyet şu mânâyı da ifade eder: Kim olursa olsun veliye yaraşan, velayeti altında olan mümin bir .kadını, bid'atı küfrü gerektiren bir bid'atçıya vermekten sakınmasıdır. Şayet bu bidat evlilikten sonra ortaya çıkarsa hakim aralarını ayırır. Ancak bid'atmdan dolayı tövbe eder, imanını ve nikâhını yenilerse bu aile hayatını devam ettirir. Mehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur. Bu, üçüncü hükümdür. İnsanı haktan saptıran günaha, ”cünâh" denilir. Sonra her günaha bu isim verilmiştir. Bu âyetteki ”onlarla' dan maksat, Müslümanlara hicret eden kadınlardır. Onların darul-harpte kâfir kocaları dahi olsa onlarla evlenebilirsiniz. Çünkü İslâm, onlarla kâfir kocaları araşma girip aralarını ayırmıştır. Kocalarına verilenin mehir yerine geçmediğini bildirmek için onlarla evlenmede mehir verilmesi şartı getirildi. Çünkü âyetin zahiri iki kerre vermeyi gerektiriyor: 1- Kâfir kocalarına ödedikleri mehri iade edip vermek. 2- Ayrıca kadınların kendilerine de mehir vermek. Ebû Hanife bu âyeti, şu görüşüne delil göstermiştir: ”Kan ve kocadan biri daru'l-harpten çıkıp Müslüman veya zımmî olarak İslâm memleketine gelse, diğeri daru'l-harpte kalsa aralarında nikâh kalmaz." Ebû Hanifeye göre, darul-İslâm'a hicret eden böyle Müslüman kadının, boşanan zımmî kadının ve kocası ölmüş kadının iddet beklemesi de gerekmez ve gebe olmadığı takdirde onunla evlenmek mubahtır. Çünkü Cenab-ı Hak, iddetin bitmesiyle kayıtlamaksızın, mehirlerini ödedikten sonra onlarla evlenmede hiçbir şekilde günah olmadığını bildirir. Fakat Ebû Yusuf ile Muhammed iddet beklemesi gerekir derler. Hidaye'de ifade edildiğine göre Ebû Hani fe'nin bu görüşü, kocasından boşanan kadın iddet beklemez inancında olan kimseler hakkındadır. Fakat kadın gebe olursa, Rasûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) bu hususta şöyle buyurmuştur: ”Allah'a ve ahirete imam olan kişi, suyuyla başkasının tarlasını sulamasın." Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın. Bu, dördüncü hükümdür. ”Isam", ismet kelimesinin çoğuludur. İsmet, akitten veya sebepten kendisine tutunulan şeydir. ”Kevâfir", inkarcı kadın mânâsmdaki ”kâfire" kelimesinin çoğuludur. Kâfir kadınlar iki guruptur: 1- Hicret etmeyip daru'l-harpte küfür üzere devam edenler, 2- Hicret ettikten sonra İslâm'dan dönüp tekrar kâfir kocalarıyla bir araya gelenler. Âyetin manâsı şöyle olur: Sizinle müşrik kadınlar arasında hiçbir bağ ve zevciyet alâkası bulunmasın. Burada ”ismet"ten maksat nikâhtır. Kimin hanımı Mekke'de kâfir olarak bulunursa veya Müslüman iken İslâm'dan dönüp Mekke'ye giderse o kadına önem verilmez ve Müslüman hanımlarından sayılmaz. Çünkü ihtilâfı dareyn (yani, küfür ve İslâm memleketleri farklılığı) nikâh bağını keser. Bu sebeple böyle bir kadının kocası ondan başka dört kadın alabilir veya onun dışında dördüncü ile evlenebilir. Kâfir kadının kız kardeşiyle de iddet beklemeksizin evlenebilir. Bu âyet, küfür memleketinde kalan, Müslüman olmayan, kocaları İslâm'a girip hicret ettiği halde kendileri hicret etmeyen kadınlar hakkındaki şer'i hükme işaret etmiş oluyor. İbrahim Nehâî'den gelen bir rivayete göre, âyette kastedilen kadın, Müslüman olduğu halde küfür memleketine gidip küfre giren kadındır. Buna göre; ”Mümin kadınlar, hicret ederek size geldiği zaman..." cümlesi, ”kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın" cümlesinin karşısında, Müslüman olduktan sonra dinden dönerek İslâm yurdundan küfür memleketine giden kadınların hükmünü ifade eder. Her iki görüşe göre de, kocaları ile aralarındaki nikâh bağı yok olur. Ülkelerin farklı olması cihetiyle kocalarının sorumluluğundan çıkarlar. "İsmet", menetmek demektir. Bu âyette, nikâh akdi kastedilmiştir. Çünkü bu nikâh, kocalarının kendilerini serbest olmaktan alıkoymalarına sebeptir. Neticede mânâ şu oluyor: İhtilâfı dareynin meydana gelmesinden evvel, onlarla sizin aranızda var olan nikâh akdine hiçbir önem vermeyin. Hanefilere göre, sadece daru'l-harbe ulaşmakla bu eşler arasındaki nikâh bağı kopar. Bu sebeple ayrılık meydana geldikten sonra artık boşamaya ihtiyaç kalmaz. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın kızı Hazret-i Zeyneb, Ebu'l-Âsin hanımıydı. Mekke'den çıkıp Medine'ye Rasûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem)'in yanına geldi. Ebu'l-Âs müşrik olarak Mekke'de kaldı. Daha sonra Medine'ye gelip Müslüman oldu. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da kızı Zeyneb'i tekrar ona verdi. Karı ve koca beraber Müslüman olsalar veya ehl-i kitap olan kadının kocası İslâm'a girse, ittifakla nikâhları devam eder. Bir kadın İslâm'a girse bakılır: Eğer kocası kendisi ile daha evvel cinsi ilişkide bulunmuş ve kocası da iddet bitmeden Müslüman olursa ittifakla nikâh devam eder. Eğer daha önce cinsi ilişkide bulunmamışsa aralarında ayrılık meydana gelir, yani nikâh düşer. Üç mezhebe göre bu talak değil, nikâhın feshidir. Ebû Hanife der ki: ”Evvelâ kocaya İslâm arzolunur. Eğer Müslüman olursa o kadın hanımıdır. Nikâh devam eder. İslâm'a girmeyi kabul etmezse, hakim aralarını ayırır." Bu ayrılık, Ebû Hanife ile Muhammed'e göre talak. Ebû Yusuf’a göre fesih sayılır. Daha evvel zevciyet ilişkisinde bulunulmuş ise kadına mehri verilir. Bulunmamışsa ittifakla verilmez. Müslüman karı kocadan birisi İslâm'dan dönse, Ebû Hanife ve İmam Mâlike göre, döner dönmez nikâh düşer. İster cinsi ilişkiden önce olsun ister sonra olsun. Şafiî ile Ahmed İbn Hanbel'e göre, İslâm'dan çıkma olayı cinsi ilişkiden önce olmuşsa nikâh fesli olur. Sonra olmuşsa, iddetin bitmesiyle aralarındaki nikâh da sona erer. Eğer karı kocadan mürted olan, iddet bitmeden tekrar Müslüman olsa nikâh sabit olur. Aksi halde iddetin bitmesiyle nikâh fesli olur. Cinsi ilişkiden sonra mürted olan zevce ise mehrini alır. İlişkiden önce mürted olmuşsa mehir alamaz. Mürted olan zevç ise, ilişkiden sonra ise zevce melirin tümünü, önce ise ittifakla yarısını alır. Fethu'r-Rahmân'da böyle izah edilmiştir. Sehl (radıyallahü anh) bu âyetin tefsirinde şöyle demiştir: ”Bid'at ehlinin hiçbir görüşüne uymayın." Sarfettiğiniz mehri isteyin. Bu, beşinci hükümdür. Yani, ey mü'minler! Kâfirlere katılan kadınlarınıza vermiş olduğunuz mehilleri kâfirlerden isteyiniz. Yani, sizden bir kimsenin hanımı mürted olur ve daru'l-harbe giderse, ona verdiğiniz mehri yeni kocasından isteyiniz. Herhalde bu hüküm, misliyle karşılık vermek suretiyle bazı mü'minlerin gönlünü hoş tutmak içindir. Yoksa kerim kişiler, buna tenezzül etmezler. Onlar da sarfettiklerini istesinler. Yani, kâfirler de size hicret eden hanımlarının melihlerini sizden istesinler. İslâm'a girip Müslümanlara hicret eden kadına vermiş olduğu mehri, o kadınla evlenen Müslümandan harbî kocası ister. "Onlar da sarfettiklerini istesinler" âyeti, kâfirlerin de şeriat hükümleriyle muhatap okluklarını gösteriyor. Bu, müminlere mehirlerin ödenmesini emrediyor. Şu âyette de böyledir: ”...Kâfirler sizde (savaş esnasında) bir sertlik bulsunlar..."(Tevbe: 123) Yani savaşta onlara karşı sert olun. Allah'ın hükmü budur. Bu âyette anılan hükümler, uyulması için Allah'ın verdiği hükümlerdir. Allah, aranızda hükmeder. Bu cümle, müstakil bir cümledir. Allah'ın hükmüne riayet edip onunla amel etmeye teşvik ve te'kid ifade eder. Fethıı'r-Rahman müellifi şöyle dedi: ”Daha sonra bu hüküm nesholundu, yalnız: ’Mümin kadınlar, kâfirlere helâl değildir. Kâfirler de mü'min kadınlara helâl değildir' kısmı müstesna, bu kısım neshedilmiş değildir." Allah, yararlarınızı hakkıyla bilendir. Hüküm ve hikmet sahibidir. Yüce hikmetin gerektirdiği şeyleri hükmeder. İbnu'l-Arabi şöyle söyledi:"Allah'ın bu hükmü, bu olayda yalnız bu zamânâ aittir." Zührî de dedi ki: ”Eğer Hudeybiye Günü'nde Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Kureyş arasında meydana gelen bu anlaşma ve sulh olmasaydı, gelen kadınları tutar ve mehri geri vermezdi. Nitekim anlaşmadan önce Medine'ye gelen kadınlara Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) böyle yapmıştır." Rivayet olundu ki: Bu âyet inince Müslümanlar, emrolundukları şekilde muhacir kadınların mehirlerini müşrik kocalarına verdiler. Fakat müşrikler, kâfir kadınların mehillerinden Müslüman kocalarına hiçbir şey vermediler. Ve dediler ki: ”Size ait bizde hiçbir şey olduğunu bilmiyoruz. Eğer sizin yanınızda bize ait bir şey varsa sahibine verin." Bunun üzerine şu âyet nazil oldu: |
﴾ 10 ﴿