11Onlar bir ticaret veya bir eğlence gördükleri zaman, seni ayakta bırakarak hemen dağılıp oraya giderler. ”Dağılıp giderler" diye ifâde ettiğimiz ”infezzû" kelimesi, bir şeyi kırıp parçalara ayırmak anlamındaki ”el-fazzu" kelimesinden türemedir. Âyette önce ticaret ve eğlence kelimeleri geçtiği halde, onların yerini tutmak üzere getirilen zamir tekildir. Çünkü iki kelime biri birine, veya anlamındaki ”ev" edatı ile bağlanırsa, onlara giden zamir ikil olmaz. O halde, uygun olanı, zamirin geçen kelimelerden herhangi birine döndürülmesidir. Ama, ticaretin tahsis edilmesi kinaye yoluyla uygundur. Çünkü maksat odur. Ya da ticarete ihtiyaç olduğu halde Rasûlüllahı bırakıp ona koşmak yasaklanınca, hiç ihtiyaç yokken hatta kınanılmış olan eğlenceye koşmanın öncelikle yasak oluşuna delâlet ettiği için müfret getirilmiştir. Zamirin ”görme ”ye râcî olduğu da söylenmiştir. Ayrıca ”il ey ha" kelimesini, ”ev" edatını taksim anlamında alarak ”ileyhimâ" şeklinde okuyanlarda olmuştur. Bu âyetteki ticaretten maksat, Dihyetu l-Kelbî'nin yaptığı ticarettir. Yani bu ticaret, âyetin nüzulüne sebep olmuştur. ”Eğlence") insanı, yapması gereken ve asıl hedefi olan görevlerinden alıkoyan şeylerdir. Burada kastedilen, davulun sesleridir. Dihyetü'l-Kelbî, bir ticaretten geldiği zaman bilinip duyulması için davul çaldırırdı. Yahut da ticari kervan gelince, o ticaretle ilgili olanlar davullarla, deflerle ve alkışlarla kervanı kaşılarlardı. Burada eğlenceden maksat budur, denmiştir. Rivayet olundu ki. Dihyetü'l-Kelbî (radıyallahü anh) Şam'dan bir ticarî kervanla Medine-i Münevvere'ye geldi. Bu, İslâm'a girmeden önceydi. Medine'de de açlık ve pahalılık vardı. Kelbî'nin ticaret kervanında buğday, un, zeytinyağı gibi Medine halkının muhtaç olduğu her şey vardı. Kelbî geldiği sırada Rasûl-i Ekrem (sallallahü aleyhi ve sellem) cuma hutbesi okuyordu. Camide Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)i dinleyen cemaat, Kelbî'nin geldiğini duyunca, başkaları kendilerini geçerler endişesiyle yerlerinden kalkıp ticaret kervanına doğru gittiler. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanında 11 veya 12 kişi kaldı. Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha, Zübeyr, Sa'd İbn Ebî Vakkas, Abdurrahman İbn Avf, Ebû Ubeyde b. Cerrah, Said İbn Zeyd, Bilâl, Abdullah İbn Mes'ûd (Allah cümlesinden razı olsun) kalanlar arasındaydı. Bir rivayette Abdullah İbn Mes'ûdun yerine Ammar İbn Yâsir söylenmiştir. Müslim, Câbir'in de kalanlar arasında olduğunu zikretmiştir. Kalanlar arasında bir de kadın bulunuyordu. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: ”Muhammed'in hayatını kudret elinde tutan Allah'a yemin olsun ki; eğer Müslümanların tümü camiden çıksaydı, Allah şu vadiyi çıkanlar üzerine ateşle tutuşturur du. ”(4) 4- Hafız Ebû Ya'lâ rivayet etmiş, İbn Kesir de tefsirinde nakletmiştir. Muhtasar: 3/501. ”Onunla sadece on iki kişi kaldı." hadisini ise, Câbir'den Buharî ve Müslim tahric ettiler. Ayetteki ”ayakta" ifâdesi, ”minber üzerinde" demektir. Bil ki: Ashabın, yukarıda anlatıldığı gibi Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın meclisinden kalkıp dağılmamaları ve O'nu ayakta terketmemeleri, onların fazilet ve meziyetlerindendir. Bundan dolayı Mu kât il İbn Hayvanı dedi ki: ”İlk zamanlar, cuma hutbesi, bayramlarda olduğu gibi namazdan sonra okunurdu. Bu sebeple Müslümanlar sandılar ki, üzerlerindeki farzı edâ ettiler, hutbeyi terketmede herhangi bir sakınca olmadığını zannettiler. Bundan sonra hutbenin yeri değiştirildi ve namazdan önceye alındı." Bu yasaktan sonra hiçbir kimse, burun kanaması veya herhangi bir sebeple. Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan izin almadıkça O'nun yanından ayrılmıyordu. İzin almak isteyen, şehadet parmağıyla izin istiyor, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a eliyle işaret ederek izin istiyor, Rasûlüllah da eli ile işaret ederek izin veriyordu. İmanı Suheylî dedi ki: ”Hutbeyi dinlemeyi terketmede, kendileri için ruhsat tanıyan zevatın ileri sürdükleri bu hadis, sahih senetle rivayet edilmemiş ise de, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashabına karşı gösterilmesi gereken hüsn-ü zan, hadisin sahih olduğunu icabettirir." Bu fakir de (müfessir kendini kastediyor) der ki: Farzet ki üzerlerindeki namaz borcunu ödediler. Fakat Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın meclisini terketmek onlara nasıl yakışır? Onların durumu, sanki başlan üzerinde kuş varmış gibi sükunet içerisinde Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı dinlemeyi gerektirir. Benim kanaatim odur ki: Onların bu hareketi, yüce hikmetleri ve birçok faydaları içeren diğer sürçmeler nev'indendir. Ashabın bu hareketinin yalnız, dünya ve içindekilerden daha hayırlı olan bu âyetin inmesine sebebiyet vermesi kâfidir. Bu âyette basiret sahiplerine gizli kalmayan, Allah'ın kulları için nice ilâhî irşadlar vardır. De ki: ’Allah'ın yanında bulunan, eğlence ve ticaretten daha hayırlıdır. ”Allah'ın yanında olandan" maksat, sevap ve mükâfattır. Allahü teâlâ onlara, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)in vasıtasıyla hitabetti. Çünkü buradaki hitap, azarlama ile karışıktır. Allah'ın katında olan menfaat, kesin ve ebedîdir. Fakat ticaret ve eğlencede olan var sanılan menfaat böyle değildir. Eğlencedeki menfaat kesin değildir. Ticaretteki menfaat ise ebedî değildir. Ebedî olmayan şey, şüpheli ve yok olmaya mahkum olan zan kabi İmdendir. Çünkü Allah, rızık verenlerin en hayırhsıdır. Çünkü Allahü teâlâ, rızıklan yaratandır. Öyle ise rızası için çalışın ve rızkı yalnız Ondan isteyin. Şüphesiz rızkı veren, sarsılmaz gücün sahibi O'dur. Allah'ın yardımı ve inayetiyle Cuma Sûresinin tefsiri tamam oldu. |
﴾ 11 ﴿