11Yaratıklara, Allah'ın izni yani takdir ve dilemesi olmadan mallara, çocuklara ve bedenlere dünyevî musibetlerden hiçbir musibet gelip çatmaz. Sanki o musibet, bizatihi insana yönelmiş, isabet etmek için Allah'ın iznini beklemektedir. Bu, şu âyete aykırı değildir: ”Başınıza gelen herhangi bir musibet, ancak kendi ellerinizle işledikleriniz (yani günahlarınız) yüzündendir. (Ama) Allah çoğunu affeder." (Şûra: 30) Allah onlardan çoğundan vaz geçer, onlara ceza vermez. Konumuz olan âyetin, bu âyete aykırı olmaması iki yöndendir: Birincisi; bu âyet günahkârlar hakkındadır. Nice musibetler var ki, sabırlarından dolayı fazla ecir almak, günahları örtmek, sevabı çoğaltmak ve benzeri başka bir şey için gelip çatar. İşte Müslümanların başına gelen musibetler bu kabildendir. İkincisi ise, kişinin işlediği bir kötülük sebebiyle başına gelen musibetler de ancak Allah'ın izin ve iradesi iledir. Nitekim bir âyette: ”...Hepsi Allah'tandır, de..." (Nisa: 78) buyurulmaktadır. Yani icadda ve ulaştırmakta her şey Allah'tandır. Mülkünde dilediği gibi hareket eden Allah tüm eksikliklerden münezzehtir. Kâfirler: ”Eğer Müslümanların inanç ve iddiaları doğru olsaydı. Allah onları, dünyada mallarına ve vücutlarına gelecek musibetlerden korurdu," derlerdi. Bunun üzerine Allah, bu musibetlerin, kendi takdir ve dilemesi ile olduğunu, o musibetlerin gelmesinde kendisinden başka kimsenin bilmediği hikmetler bulunduğunu açıkladı. Bu hikmetlerden birisi, kendi ellerinden bir şeyin gelmediğini yakînen bilmeleri, böylece kendi güç ve kuvvetlerine güvenmeyerek, Allah'ın güç ve kuvvetine sığınmalarıdır. Diğer bir hikmeti de, az önce geçtiği gibi musibetlere sabretmeleri ve Allah'ın kazasına rıza göstermeleri sebebiyle günahlarının örtülmesi ve sevaplarının çoğaltılmasıdır. Eğer peygamberlere ve velîlere dünya sıkıntıları ve bedenlerine arız olan sıkıntılar isabet etmeseydi, halk onlar vasıtasıyla meydana gelen mucizeler ve kerametler sebebiyle fitnelere maruz kalırlardı. Şu da var ki onların karşılaştıkları elem ve acılar, beşer olmaları hasebiyle dış varlıkları nadir, içlerine değildir. Sanki onlar, bu acı ve elemlerden korunmuşlardır. Kâfirler ve kötüler ise böyle değillerdir. Çok bağışlayıcı olan Allah'tan af ve afiyet isteriz. Kim Allah'a iman ederse, onu tasdik eder, başına gelen musibetin ancak Allah'tan olduğuna inanırsa -Allah'a imanla iktifa edildi, çünkü asıl olan odur.- Allah musibet isabet ettiği zaman, sebat ve Allah'a sığındığı için onun kalbini doğruya götürür de o, sebat eder. Allah'ın takdirinden rahatsız ve razt olmamaya delâlet eden özellikler açığa çıkarmak ve sözler söylemek gibi işleri yapmaz, ve musibetle sarsılmaz, istirca' da bulunarak: ”Innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn: Şüphesiz biz Allah'a aidiz, ona dönücüyüz" der. Kim Allah'ı tanır ve O'nun, âlemlerin Rabbi olduğuna inanır. Onun takdirine inanır ve belâlarına sabreder. "Kalbini doğruya götürür" den maksat bazı âlimlere göre şudur: ”Onu kesin bilgiye ulaştırır. Öyleki, başına gelecek olanın mutlaka geleceğini, başına gelmiyecek olanın da ona isabet etmiyeceğini bilir. Allah'ın takdirine razı, hükmüne teslim olur." Bir başka görüşe göre ise bu sözden maksat: ”Taat ve hayrı artsın diye ona lütfeder ve kalbini açar anlamındadır." Allah her şeyi, emrine boyun eğen kimsenin teslimiyeti, emrine boyun eğmeyi istemeyeni çirkin görmesi, kalbin âfetleri ve âfetlerden kurtulması gibi şeyleri bilendir. Kalpler ve onların hallerine ait şeyler de bu cümledendir. Mü'minlerin imanını ve onun ihlâsını bilir, kalbini anılan doğruya götürür.  | 
	
﴾ 11 ﴿