14

Hiç yaratan hikmeti ile her şeyi var eden, gizliyi ve açığı

bilmez mi? Âyetin manasının: ”Hiç Allah yarattığı kişileri bilmez mi?" şeklinde olması da caizdir.

Halbuki O, latiftir, en küçük şeyleri hatta karanlık gecede sert kayanın üzerindeki kara karıncayı bile görür.

Her şeyden haberdardır. Onların içindekileri bilir.

İmam Gazali rahimehullah şöyle der: ”Latif ismine ancak, maslahatların inceliklerini, gizlilerini ve onlardan latif olanlarını bilip sonra onları maslahatı isteyene azarlayarak değil, yumuşak bir şekilde ulaştıran lâyıktır. İşlerde rıfk, anlayışlarda da yumuşak kalplilik birleşti mi lütfün anlamı tamamlanmış olur. Bu bilgi ve fiilin tam anlamıyla varlığı, Allah'tan başka hiç kimsede tasavvur edilemez. ”Habîr" (her şeyden haberdar olan): gizli haberlerin kendisinden uzak kalmadığı kişidir. Onun haberi olmadan, mülk ve meleküt âleminde hiçbir şey cereyan etmez, bir zerre kıpırdamaz, bir canlı hareket etmez ve durmaz. Habîr, alîm (her şeyi bilen) anlamındadır. Şu kadar var ki, bilgi, gizli şeylere izafe edildiğinden, buna ”hıbre", bu bilgiye sahip olana da ”habîr" denilir."

Büyüklerden birisi şöyle dedi: ”Biz kurrâ (Kuran okumakta mahir) bir toplulukla beraberdik. Muhtaç bir duruma düştük, kıtlıkla başbaşa kaldık. İbrahim el-Havvâs'a gittik. Ben kendi kendime: ’Acaba şeyh, benim ve şu fakirlerin halini biliyor mu ki?' dedim. Gözünü bana çevirdi ve: ’Seni bana getiren ihtiyacı Allah biliyor mu, yoksa bilmiyor mu? İhtiyacını O'na ilet,' dedi. Hiç ses çıkarmadan yanından ayrıldım. Eve vardığımızda içimize bir şey doğdu; Kul, Allah'ın sırrına vakıf olduğunu, göğsünde gizli olan şeyi tam olarak bildiğini bildiği zaman, onun arzusunu Rabbine arzetmesi ve ihtiyacını kalbine getirmesi, onu diliyle söyleyerek istemesine ihtiyaç bırakmaz. Allah kullarına karşı son derece lütufkârdır. Onlara lütufkâr olan birisi de onların ihtiyaç duydukları şeyleri kolayca kendilerine ulaştırır.

Yediği ekmeği düşünen kişi, daha işin başından ekmek olup yenilecek hale gelinceye kadar nice gözlerin uykusuz kaldığını bilir; tarlayı süren, tohumu saçan, ekini has ad eden, döven, savuran, öğüten, hamur yoğuran, ekmeği yapan... Ayrıca bir de bu işlerin yapılabilmesi için gerekli olan âlet ve edevat var. Tahta, taş, demir, ip, hayvan vs... Bunlar sayılamayacak kadar çok. Kulun yiyecek, içecek, giyecek kabilinden yararlanıp kullandığı her şey böyle. Herbirisi için birçok hazırlık dönemleri var. Eğer bir kişi bütün bunları bizzat yapmaya kalksa mümkün değil yapamaz. Latif (ince) şeyleri, kesîf (kalın) şeylerin içerisinde muhafaza etmek, Allah'ın sünnetindendir. Bu, emanetlerin bilinmeyen yerlerde korunması gibidir. Nitekim Allahü teâlâ  kalın ve katı toprağı, altın, gümüş ve diğer cevherlerin aslı ve bulunduğu yer yapmıştır. Sedef, incinin yeridir. Arı, balın madenidir. İpek böceği, ipeğin aslıdır. İşte aynen böyle. Kulun, bir parça etten ibaret olan kalbini de, kendisini bilmesi ve sevmesinin (marifetinin ve muhabbetinin) merkezi kılmıştır. Kalp, başka bir şey için değil, sırf bunun için yaratılmıştır. Öyleyse kul onu, Allah'tan başkasına bağlanma kirinden temizlemelidir. Çünkü Allah bu kalbi, kulunun içinde yaratmak suretiyle ona lütfetmiş, kendisini latîf ve habîr (her şeyden haberdar) içte (gizli) olanı bilen diye nitelemiştir. Kalp ilâhî görüntü yeri olunca onu başka fikirlerden ve başka şeylerden temizlemek, çeşitli ilim, sır ve marifetlerle süslemek, bağışlayan, aziz olan, sahip olan Allah'ın tecellisi ile cilalamak gerekir."

14 ﴿