4

Ve şüphesiz sen yüce bir ahlâk üzeresin. Onun kadrini yaratıklardan hiç kimse bilemez. O ahlâktan dolayı sen, onlar tarafından gelen ve hiçbir beşerin tahammül edemeyeceği şeye tahammül edersin. Allah'ın ahlakıyla ahlâklandığın için onların iftiralarından etkilenme, onların sıkıntılarına üzülme ve sabret. Senin sabrın ancak Allah sebebiyledir.

Ay et-i kerimedeki ”ala" harfi cerri, istî'lâ manasınadır. Bu, Hazret-i Peygamberin övülen tüm güzel ahlâkları üzerinde toplandığına, tüm benimsenen fiilleri yapıcı olduğuna delâlet eder. Öyle ki bu ahlâk onun için sıradan, olağan şeylerden olmuştur. Bu yüzden Allahü teâlâ : ”De ki: ’Buna karşılık ben sizden hiçbir ücret istemiyorum. Ve ben olduğumdan başka türlü görünenlerden de değilim.'" (Sâd: 86) Yani ben, benden görünen ahlâkı göstermekte uğraşan, yapmacık davrananlardan değilim. Çünkü bir şeyi zorlanarak yapanın işi uzun süre devam etmez. Aksine o seciye halini alır.

Bilginler ahlâkı, mahmûd (övülen), mezmûm (yerilen), hasen (iyi) ve kabîh (kötü) diye sınıflandırmışlardır. Mutlak anlamda ”ahlâk" denildiğinde genelde sadece mahmûd olanı anlaşılır. Çünkü ”ahlâk" denilmeye lâyık olan odur. Ayetteki ”yüce ahlâk" tan maksat da bu gruba giren ahlâktır.

İmam Râzi şöyle der: ”Ahlâk (huy) nefsanî bir yetenektir. Onunla nitelenen kişilerin güzel şeyleri yapmaları gayet kolaydır. Güzel olan şeyleri yapmak ayrı bir şey, onları kolayca yapmak ayrı bir şeydir. İyi şeylerin kolayca meydana gelmesini sağlayan hâle, ahlâk (huy) denilir. Bunlar kişide sabit ve köklü olduğu için yaratılış menzilesinde olması hasebiyle buna, huluk (ahlâk) denilmiştir. Hilkati uzun bir riyazat ve mücahedeye bile ihtiyaç gösterse, insanın kendisi üzere yaratıldığı şeydir. Bundan ötürü: ”Huy, arkadaşlık ve muamele ile değişir. Güzeli çirkin, çirkini güzel hâle getirebilir. Bu, beraber olunan dost ve arkadaşlarının durumuna göre farklılık gösterir. Nitekim bir hadiste: ”Kişi dostunun dini üzeredir. O halde dostluk ettiği kişiye iyi baksın," buyurulmuştur. (3) Bu yüzden iyi olanlarla düşüp kalkmak, iyi görülen, teşvik edilen bir durum, kötülerle arkadaşlık ise çirkin görülen sakındırılan bir durumdur.

3- Hadisi Ebû Davud Edcp'le (No: 4833), Tirmizî, Zülıd'de (No: 2379) tahrie etmişlerdir. İsnadı hasendir. Bkz, Câmiu'l-Usûl, 6/61.

Huy, sebeplerinde gayret sarfetmek suretiyle de değişir. Bundan dolayı ruh doktorları psikolojide ruh sağlığı ve ruh hastalığı kabilinden olan şeyleri belirtmek için bölümler tasnif etmişlerdir. Bu, bünyevî hastalıklarla uğraşan doktorların, herbir hastalığın sebep ve tedavisini belirtmek için, organizmayı tanımakta eserler vermelerine benzer.

Âyette ”ahlâk" anlamına gelen kelimenin ”huluk" şeklinde tekil olarak kullanılışı ve ”azamet" yücelik sıfatıyla nitelenmesi; Hazret-i Peygamber'in üzerinde taşıdığı bu huyun en güzel ahlâkları topladığını belirtmek içindir. Hazret-i Nuh'un şükrü, Hazret-i İbrahim'in dostluğu, Hazret-i Mûsa'nın ihlâsı, Hazret-i İsmail'in vaade sadâkati, Hazret-i Yakûb ve Hazret-i Eyyûb'un sabırları, Hazret-i Davud'un özür beyanı, Hazret-i Süleyman ve Hazret-i İsa'nın tevazuları ve diğer peygamberlerin tüm güzel huyları Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'de toplanmıştı. Nitekim Allahü teâlâ  bir âyetinde: ”O peygamberler, Allah'ın hidayet verdiği kimselerdir. Sen de onların doğru yoluna uy..." (En'am: 90) buyurmuştur. Bu âyette söz konusu olan hidayet, Allah'ı tanımak değildir. Çünkü öyle olsaydı Rasûlüllah'ın onlara uyması taklid olurdu. Taklid de Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e lâyık değildir. Yine bu hidayet, şeriat de değildir. Çünkü bizim Peygamberimizin şeriatı, onların şeriatlerini neshetmiştir, fürüa ait konularda onlara muhaliftir. O halde onlara uymayı emretmekten maskat, onların herbirine has olan güzel huylara uymaktır. Çünkü onların herbirinin, diğer hasletlerine üstün gelen bir güzel huyu vardı. Rasûlüllah Efendimize böyle bir emir verilince, sanki onlarda tek tek bulunan bu güzel huyların hepsini kendinde toplamakla emrolunmuştur. Bu, çok yüce bir mevkidir. Diğer peygamberler Allahü teâlâ 'nın kendisini: ”Sen yüce bir ahlâk üzeresin" diye netilemesi, yadırganmamalıdır. Şairin şu sözü de bunu ifade etmektedir:

Her peygamberin, insanlar arasında bir üstünlüğü vardır. O üstünlüklerin hepsi Hazret-i Muhammed'de toplanmıştır.

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), nazarî kuvvetinin gereği ile değil; ilim, irfan, kesin iman ve ihsanla nitelenmiştir. Amelî kuvveti ile de ancak Allah'ın rızasına uygun olan farz, vacip, müstehap gibi şeyleri yapmıştır. Ondan haram, müfsid veya mekruh cinsinden bir şey sadır olmamıştır. O bir melek gibiydi, hatta melekten de üstündü. Kendisine Rasûlü İlahin ahlâkı sorulduğunda, Hazret-i Âişe'nin söylediği: ”Onun ahlâkı Kurandı" (4) sözü bütün bunları içine almaktadır. Hazret-i Âişe'nin bu sözle kasdettiği şudur: ”Allah'ın Rasûlü, Kur'an-ı Kerim'deki en güzel ahlâkla ve en iyi özelliklerle süslü, Kur'anin menettiği bütün kötülüklerden ve değersiz hasletlerden uzaktı.

Bir başka rivayete göre Hazret-i Âişe bu soruyu sorana, ”Sen Kur’an okumuyor musun?" diyerek ”Şüphesiz müminler felah buldu" diye başlayan, Mü'minün Sûresi'nin ilk on âyetini okumasını söyledi ve ”İşte onun ahlâkı bu," dedi. Bu ifadeler, Rasûlüllahin ahlâkının yüceliğine, dinleyenlerin dikkatini çekmektedir ki o ahlâk; kalbî ahlâkın aslı olan iman, bedenî ahlâkın direği olan namaz, malî ahlâkın başı olan zekât ve âyetlerde bulunan diğer özellikleridir.

Cüneyd: ”O, iki cihandaki cömertliğinden dolayı, yüce bir ahlâk üzere idi." demiş sonra da şu beyti söylemiştir:

Onun, büyüklüğünün sonu olmayan himmetleri var. En küçük himmeti, tüm zamanlardan daha büyüktür.

Hazret-i Peygambere özlü sözler verilmiştir. Çünkü o, bizzat kendisinin de söylediği gibi üstün ahlâkı tamamlamak için gönderilmiştir: ”Ben ancak, en güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim," (5) buyurmuştur. İşte yine bundan dolayı Allahü teâlâ : ”Şüphesiz sen yüce bir ahlâk üzeresin" demiştir. Onun ahlâkı, sırat-ı müstakimin (Allah'a giden yolun) ta kendisidir.

Büyüklerden birisi şöyle demiştir: ”Ümmetinden ona yetişememiş olanlardan, Rasûlüllah'ı görmek isteyen Kur'an'a baksın. Sanki Kur'an, kendisine: Abdullah'ın oğlu Muhammed denilecek bedenî bir şekil oluşumu olur."

Keşfu'l-Esrâr adındaki eserde de bu âyetin tefsirinde şunlar söylenmektedir: ”Ona yeryüzünün anahtarları arzedildi, kabul etmedi. Allahü teâlâ  onu Mîrac gecesi semalara yükseltip, tüm melekleri ve cenneti gösterdi, onlara iltifat etmedi. Allahü teâlâ  bu konuyu şöyle ifade buyurmuştur: ’Onun gözü kaymadı ve kamaşmadı: (Necin: 17) Sağa sola dönmedi. Bunun üzerine Allahü teâlâ : ’Şüphesiz sen yüce bir ahlâk üzeresin,' buyurdu."

Bu, şâirin şu dedikleri gibidir:

Sanki sen güneşsin, krallar yıldız gibiler.

Güneş doğduğu zaman o yıldızlardan bir tanesi bile görülmez.

Kasîde-i Bürde şâiri Efendimizi şöyle nitelemiştir:

Yaratılışta ve ahlâkta tüm peygamberlere üstün oldu. Peygamberler ilim ve keremde ona yaklaşamadılar bile.

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in şu hadisinde işaret buyurdukları da, onun güzel huylanndandır: ”Senden ilgiyi keseni sen gidip ziyaret et, sana zulmedeni affet, sana kötü muamele edene sen iyilik et."(6)

6- Hadisi Îbnü'n-Neccâr Hazret-i Ali kanalıyla tahric etmiştir. Bkz. Suyûtî, el-Fethu'l-Kebîr, 2/189.

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) herhangi bir şeyi önce kendisi kabullenmeden ümmetine emretmemiştir. Bir hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: ”Şüphesiz mümin güzel ahlâkı ile namaz lalanın, oruç tutanın mertebesine ulaşır."(7)

7- Hadisi Ebû Davud, İbn Hıbbân ve Hâkim rivayet etmişlerdir. et-Terğîb ve't-Terhîb adındaki eserde bu şekildedir. 3/404.

4 ﴿