2

Biz insanı, bedenini -insan kelimesinin açıkça söylenmesi ikrarı artırmak içindir-

karışık bir nutfeden yarattık. Nutfenin karışık olmasından maksat, erkek ve kadın suyunun rallimde karışmasıdır. Bunlardan herbirinin renk, İncelik, katılık ve diğer özellikler bakımından farklı nitelikleri vardır. Sözgelimi erkek suyu beyaz ve katıca, kadın suyu sarı ve daha incedir. Çocuk hu sulardan meydana gelir. Hangisi ötekine baskın gelirse çocuk ona benzer. İnsan vücudundaki sinir, kemik ve güç erkeğin suyundan; et, kan ve kıllar kadının suyundan meydana gelir. Hazret-i Peygamber'den böyle rivayet edilmiştir.

Hasan-ı Basrî bu karışıklığı, meninin hayız kanıyla karışması tarzında izah eder. Kadın hamile kaldığı zaman hayızı durur ve kan meni İle karışır. Kamus müellifi de bu anlayışı benimsemiş ”ve nutfe tün emşâcün" terimini, kadının suyu ve kanıyla karışan nutfe, şeklinde açıklamıştır. Buna göre iki nutfe ile kadının kanı beraber olur.

Râğıp el-Isfehânî terkibe daha farklı bir açıdan bakmış, bunun Allah'ın nutfede yarattığı çeşitli güçler olduğunu söylemiştir. Bu güçler şu âyetlerde işaret edilen güçlerdir: ”Yemin olsun Biz insanı çamurdan bir özden yarattık. Sonra onu bir sperm (nutfe) halinde sağlam bir yere yerleştirdik. Sonra nutfeyi bir aleka yaptık..." (Mü'minûn: 12-14)

Katâde'nin dediğine göre İse, ”karışık" diye İfade ettiğimiz ”emşâc" kelimesi, renkler ve tavırlardır.

Nutfe, kırk günde kan pıhtısı (aleka), seksen günde bir lokma et (mudğa) olur. Yüz yirmi günde de ona ruh üfürülür.

Bazıları âyetlerdeki ilk İnsan ile Hazret-i Âdem'in, İkincisi İle de zürriyetinin anlatılmak İstendiğini söylemişlerdir. Ama uygun olanı her iki yerde de İnsan cinsinin anlaşılmasıdır. Çünkü maksat, yokluktan sonra yaratılışın keyfiyetini insana hatırlatmaktır. Ta ki ilk durumun yokluk olduğunu, son halinin de hor görülen bîr sudan yaratılmış olduğunu hatırlasın da öldükten sonra dirilmeyi uzak görmesin.

Onu imtihan ediyoruz. Bu, hâl cümlesidir. ”Yükümlülük yüklemek suretiyle onu imtihan etmek İsteyerek" takdirindedir. Ta ki onun hâllerini, öz olarak bildikten sonra detaylı olarak müşahade edelim. Kabulden ve redden, mutluluktan ve mutsuzluktan bazılarının hâlleri bazılarının önüne geçsin.

Bu yüzden indirilen âyetleri İşitebilsin ve tabiî (tekvînî) âyetleri görebilsin diye

onu işitici, görücü yaptık. Bu sanki imtihana sebep olan şeydir. Âyetin anlamı şu takdirdedir: ”Biz onu, yükümlü kılmayı dileyerek yarattık, kendisiyle yükümlü tutmanın sahih ve doğru olan şeyleri ona verdik. O da İşitme, görme ve diğer anlama ve ayırma araçlarıdır. Akıl bu araçlar arasında anılmadı. Çünkü maksat, anlamanın araçlarını anmaktır. Yaratıklardan mutluluğa erenlerin çoğu için bunun ilk yolu dinleme sonra da görmedir. Bundan sonra akıl anlar. Âyette görme ve işitme fiilleri için mübalâğa kalıbının seçilmesi, Allah'ın kula olan ihsanının mükemmelliğine, ona olan nimetinin tam olduğuna işaret içindir.

Ebû Osman el-Mağribî kuddise sirruhû şöyle der: ”Allahü teâlâ  yaratıkları dokuz çeşit şeyle imtihan etmiştir. Bunlardan üçü fitneye düşürücüdür. Onlar gözü, kulağı ve dilidir. Üçü inkarcı (hakikati gizleyici) dır. Onlar nefsi, lıevâsı ve düşmanı olan şeytandır. Üçü de mü'mindir. Onlar da aklı, ruhu ve kalbidir. Allah kulunu yardımı ile güçlendirirse aklı kalbine galip gelip ona hâkim olur. Nefis ve nevayı esir alır. Böylece nefis ve hevâ hareket imkânı bulamazlar. Nefis ruhla, hevâ da akılla bütünleşir, onların içinde erirler. O za man da Allah'ın kelimesi (tevhid) en üstün olur."

2 ﴿