11Ve Rabbinin nimetini anlat da anlat. Kulun, Allah'ın kendisine bahşettiği nimetten söz etmesi ve bunu bildirmesi, dil ile eda edilen bir şükür ve başkalarına hatırlatma, demektir. Bu âyet-i kerimede ”nimet" kelimesiyle kastolunan, Allahu teâlâ'nın Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a vermiş olduğu mevcut nimetler ve vaadettikleridir. Nimetlerin en büyüğü de peygamberlik nimetidir. Rasûlüllah'ın dalâlette olanlara hak yolu göstermesi, Allah'ın kendisine verdiği hikmete ve öğrettiği kitaba göre şeriatleri ve hükümleri emretmesi bu emrin kapsamındadır. İşte bu üçüncü emir, ikinci nimetin karşılığıdır. İkinci nimet: ”Şaşırmış bulup da yol göstermedi mi?" sözüdür. Bu son âyetin geriye bırakılması âyet sonlarındaki ses uyumuna riayet etmek içindir. Allah'ın nimetlerinden söz etmek; riyaya düşme tehlikesi yoksa, nefsin kötülüklerine maruz kalmak tehlikesi yoksa, bununla birlikte başkalarının da bu konuda kendisini örnek alması kastediliyorsa ibadet sayılır. Bazı âlimler, fitne korkusuyla Allah'ın verdiği nimetlerden söz etmeyi hoş görmemişlerdir: İbn Atıyye bu âyet-i kerimeyi şöyle anlar: ”Ve Rabbinin nimetini minnet ve şükranla kendi nefsinde an. Yani Allah'ın sana olan eski ve yeni ihsanlarını unutma. Mademki zahirî nimetlerden söz etmek caiz oluyor o halde kerametler, Allah'ın kendisiyle karşılıklı konuşması ve benzerî batınî nimetlerden söz etmek de caiz olur." et-Te'vîlât in-Necmiyye'de bu âyet açıklanırken şöyle denir: ”Peygamberlik nimetini nefsinin zahirine, risalet nimetini kalbinin batınına, velayet nimetini sırrına, yokluktan sonra baka nimetini ruhuna zikret ve hatırlat. Bu, 've'd-duha sûresinin manasıdır." Bu sûreyle bundan sonraki İnşirah sûresi, eşi ve benzeri olmayan çok değerli birer incidirler. Çünkü bu iki sûre içerisinde, hikmetler ve marifetler vardır. Duhâ sûresi nazil olduğu zaman Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) vahyin inmeye başlamasından dolayı duyduğu sevinç sebebiyle tekbir getirdi. Böylece ”Allahu ekber" ya da ”Lâ ilahe illâllâhu vallâhu ekber" sözleri sünnet oldu. Rasûlüllah'ın bu hareketi, bu sûreden sonraki sûrenin başından, Kuranın sonuna kadar tekbir getirmeye sebep oldu. Ubey bin Ka'b (radıyallahü anh)'dan rivayet olunduğuna göre, kendisi Rasûlüllah'ın bu konudaki emrinden sonra ona Kur'an'ı bu şekilde okumuştur. Ubey bin Ka'b her sûreyi bitirdikçe bir nebze durur sonra ”Allahu ekber" derdi. Bu tekbirler, Duhâ sûresinin sonundan itibaren başlar Nâs sûresinin sonuna kadar olurdu. Sûrenin başında ve sonunda tekbir getirmek ise, her iki rivayeti cemetmek olur. Rivayetlerden birisine göre zikredilen sûrenin başında tekbir getirilirken, diğer rivayete göre Duhâ sûresinin sonunda tekbir getirilmeye başlanır. Rivayet olunduğuna göre İmam Şafiî (rahimehullah) birisine şöyle der: ”Duhâ sûresinden itibaren Fatiha sûresine kadar tekbiri getirmezsen Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in sünnetlerinden birisini terketmiş olursun." Fakat Hafız İbn Kesîr şöyle diyor: ”Mekkelilerin kıraat imamlarından ve âlimlerinden tekbir hususunda herhangi bir rivayet gelmemiştir. Ebû Cafer ve İbn Amr'dan gelen sahih haberler de bu yöndedir. Öteki kıraat imamlarından gelen rivayete göre ise, hatim esnasında tekbir getirilir. Bu, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan, sahabeden, tabiînden rivayet edilip gelen bir sünnettir. Hem namazda ve hem namaz dışında sünnettir. Fakat bu sünneti yerine getirmek güzeldir, yapılmaması durumunda herhangi bir mahzur yoktur." Allah'ın yardımı ve başaralı kılmasıyla Duhâ Sûresinin tefsin tamamlandı. |
﴾ 11 ﴿