79 «İman etmeyenlere bir iyilik gelirse: "Bu Allah'tandır" derler. Bir musibet de geldi mi; "Bu, senin uğursuzluğundandır» derler. De ki: Hepsi Allah tarafındandır. Bunlara ne oluyor ki hiç bir sözü anlamaya yanaşmıyorlar!» Savaşlarda bir yeri fethettikleri veya düşmanın hezimete uğramasıyla ganimet elde ettikleri zaman münafıklar şöyle derlerdi: "Bu, bize Allah'tandır." Savaşlarda mağlûp olup da, bir zarara uğradıkları takdirde Peygamberimize "Bu senin uğursuzluğundan oldu" derlerdi. Halbuki bunların hepsi Allah'tandır. Galip eden de O, mağlûp eden de Odur. Zira hayır da, şer de Allah'tandır. Peygamberimiz Mekke'den Medine'ye hicret edince, Medine Yahudileri kendisine iman etmediler ve peygamberliğini inkâr ettiler. Allahü teâlâ, onlara vermiş olduğu bol nimetlerini bu inkârları ve azgınlıkları yüzünden eksiltti. Artık kıtlık başladı. Kâfirler yokluğa düşünce «Biz Muhammed gibi uğursuz adam görmedik, şehrimize gelince meyvelerimiz eksildi, ekinlerimiz azaldı, çarşılarımızda kıtlık başladı» dediler. Halbuki onların başlarına gelen, inkârlarının ve azgınlıklarının yüzündendir. Yüce Allah onların sözlerini reddetmek için Peygamberine şöyle buyurmuştur: -De ki: Bütün bunlar Allah tarafındandır!» Yukarda da işaret edildiği gibi hayır da, şer de Allah tarafındandır. Her şey Allah'ın dilemesiyle ve kudretiyle olur. Allah dilemedikçe hiçbir şey meydana gelmez. Nitekim Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: «Hayır ve şerden sana takdir edilen mutlaka başına gelecektir. Ben hata ettim de başıma bu geldi veya iyilik yaptım da böyle oldu diyemezsin, bu hatadır.» Fakat bu mes'ele Ehli Sünnet Mezhebi ile Mu'tezile ve Kaderiye Mezhepleri arasında ihtilâf konusu olmuştur Kaderiye ile Mu'tezile, Allahü teâlâ'nın kudretini ve iradesini kulun fiillerinden nefyederler. Yani bir nevi kulu, fiilinin yaratıcısı olarak kabul ederler ve şöyle derler: «Kul, masiyeti kendi işler. Kâfirin küfrü, âsinin isyanı Allah'ın dilemesiyle ve kudretiyle ilgili değildir. Bunlar kulun kendi iradesiyle gerçekleşir. Eğer kâfirin küfrü, asinin isyanı Allahü teâlâ'nın dilemesiyle olsaydı, kâfire küfründen, âsiye de isyanından dolayı azap etmemesi gerekirdi. Şayet onlar küfürlerini ve isyanlarını Allah'ın iradesiyle ve kudretiyle yapıyor da, Allah onlara azap ediyorsa o zaman kullarına zulmetmiş olur ki, Allah'a zulüm isnad edilmez. Kulun yapmış olduğu masiyet ve küfürde Allah'ın iradesi yoktur.» Bu mevzuda Ehl-i Sünnet onlara şu cevabı verir «Sizin böyle hükmetmeniz aklınızın ve anlayışınızın azlığmdandır. Allahü teâlâ'ya iftira ederek kulun iradesini Allah'ın iradesi üzerine galip kılıyorsunuz. Halbuki Yüce Allah'ın iradesi ve kudreti bütün varlıklar üzerine galiptir. Olmuş ve olacak olan her şey O'nun iradesi ve dilemesiyle olur. O, dilemedikçe hiçbir şey olmaz. Kâfirin küfrü ve âsinin isyanı O'nun kudretinin dışında değildir. Yalnız Allahü teâlâ kullarına hayır ve şerri bildirmiş, hidayet ve dalâlet yollarını göstermiş, kullarına da cüz'i bir irade vermiştir. O, irade ile kullarını serbest bırakmıştır. Böylece insanların bir kısmı iradesini hayra, bir kısmı şerre kullanmıştır. Çünkü onlar iradeleriyle başbaşa bırakılmışlardır. Fakat bu cüz'î iradenin hakikati insanlara bildirilmemiştir. Bunun hakikatini ancak Allah bilir. Eğer insanlar, bu iradenin hakikatini bilmiş olsalardı, Allah'ın vasfına bürünmüş olurlardı ki, kul hiçbir zaman Allah'ın vasfiyle vasıflanamaz. Yüce Allah, Şuarâ süresinin 11. âyetinde şöyle buyuruyor: «O'nun benzeri gibi hiçbir şey yoktur.» Hiçbir varlık Yaratana benzeyemez, bu mümkün değildir.» Doğru olan da Ehl-i Sünnet'in görüşüdür. Kulların fiili başlıca iki nokta üzerinde toplanır: Biri hayır, diğeri şer. Kul iradesini iyiye kullanır da hayır işlerse, bu Allah'ın dilemesiyle, iradesiyle, rızasıyla, emriyle, kazasıyla ve muhabbetiyledir. Şayet kul iradesini kötüye kullanır da, şer işlerse yine Allah'ın dilemesiyledir. Fakat Allah, kulunun şer işlemesine asla rıza göstermez. Nitekim şöyle buyuruyor: «Şüphesiz ki Yüce Allah, kullarının küfrüne asla razı olmaz.» Her ne kadar kulların fiilleri Allah'ın iradesiyle oluyorsa da, kul, cüz'i iradesini kötüye kullandığı için bundan mes'uldür. Allahü teâlâ âyet-i celilesinde şöyle buyuruyor: «Sana gelen her iyilik Allah'tandır. Sana gelen her fenalık da kendilidendir.» Sana gelen her iyilik Yüce Allah'tandır. Yine sana gelen her fenalık da kendi nefsindendir. Soru: Allahü teâlâ'nın bu âyetinin hikmeti nedir? Cevap: Bunun mânası şudur: Çirkin ve kabih olan şeyleri Allahü teâlâ'ya isnad etmek edebe aykırıdır. Meselâ: «Ey domuzun Halikı, ey kelbin Halikı» demek gibi. Bu şekilde söylemek edebe muhaliftir, Allah'a karşı saygısızlıktır. Her ne kadar bunların yaratıcısı Yüce Allah ise de, ismi müfred olarak Allah'a izafe etmek doğru değildir. Fakat çoğul olarak izafe etmekte bir mahzur yoktur. Meselâ 'Ey bütün mahlükatın Halikı» demek edebe uygundur. Bütün mahlûkat deyince bunun kapsamına domuz da, kelb de ve diğer mahlûklar da girer. Küfür ve masiyet de böyledir. Onlar kabih olduğu için yalnız Yüce Allah'a nisbet ederek «Yâ Mürideş-şerri» demek edebe aykırıdır. Her ne kadar kulun fiili Allah'ın iradesiyle oluyorsa da, bu şekildeki ifadeler ta'zîme muhaliftir. ; Bu gibi ifadeleri cemi olarak Allah'a nisbet etmek daha doğrudur ve edebe uygundur. Meselâ: Ey Habibim de ki: «Hepsi Allah tarafındandır.» Yani hayır da, şer de Allah'tandır, kavlinde olduğu gibi. Soru: Kaderiye ve Mu'tezile, mademki kulların fiillerini Allah yaratıyor, O'nun iradesiyle meydana geliyor, niçin kullar masiyet ve küfür işledikleri zaman azap olunuyorlar? denilirse nasıl bîr cevap vermek gerekir? Cevap: Kulların bütün fiillerini Allahü teâlâ yaratıyor. Yukarda da işaret edildiği gibi, Yüce Allah kullarının islemiş olduğu masiyete ve küfre asla rıza göstermez. Kul, iradesiyle hayır işlerse Allahü teâlâ ona mükafat verir, şer işlerse ona da ceza verir. Zira kul iradesini kötüye kullandığı için, ona ceza vermiştir. Çünkü iradesi ki hayra kullanacak gücü Allah ona vermiştir. O hayrı bırakıp şerri tercih ettiği için azaba müstehak olmuştur. Şayet iradesini hayra kullanmış olsaydı mükâfata müstehak olacaktı. Bu bakımdan kul, iradesini kötüye kullandığı için ceza, hayra kullandığından dolayı da mükâfat görecektir. Yoksa kulların fiillerini Allahü teâlâ yarattığından dolayı onlara mükâfat veya ceza vermiyor. Kul sadece iradesinin karşılığını görüyor. İradesini hayra kullananlar mükâfatını, şerre kullananlar da mutlaka cezalarını göreceklerdir. Kulun mükâfat veya mücazatı amelinden önce veya sonra yaratılmış değildir. Ancak o fiili yapma kudreti kendisine o anda verilir. Yani fiili yaparken yaratılır. O ameli işledikten sonra hayır ise mükâfat, şer ise mücazatı yazılır. Kaderiyecilere göre ise, kul bir şeye kast etmeden önce, o şeyi yapma gücü kendisinde daha önceden mevcuttur. Kul, bu gücünü istediği yerde kullanır, kimse ona müdahale edemez. Çünkü tasarruf yetkisi onundur. Ehl-i Sünnet ulemâsı haklı olarak buna karşı çıkmışlardır. Eğer Kaderiyecilerin dediği gibi olsaydı kul, Allahü teâlâ'dan müstağni olurdu. Yani kulun Allah'a ihtiyacı olmazdı. Kendi arzusu neyi dilerse onu yapardı. O zaman kul hem irade sahibi, hem de kudret sahibi olurdu. Kulun, Allah'a ihtiyacı yok demek ve Allah'tan müstağni addetmek küfürdür. Eğer Kaderiyeciler derlerse ki «Biz Allahü teâlâ'dan kudreti ve meşiyyeti nefyetmiyoruz, yani kaldırmıyoruz. Lâkin bu meşiyyet iki ...... isimdir. Biri cebridir, diğeri ise ihtiyaridir. Cebri olan şunun gibidir: Yerlerin, göklerin ve bunların içindekilerin yaratılması cebridir. Onların yaratılması kendi ihtiyarlarına bırakılmamıştır, Yüce Allah'ın dilemesiyle ve meşiyetiyle olmuştur. Onlar istese de, istemese de Allah onları yaratmıştır. Nitekim Nahl Sûresinin 93. âyetinde iki meşiyete de işaret vardır. Yüce Allah ismi geçen âyette şöyle buyuruyor: «Allah dileseydi sizi bir tek ümmet yapardı. Şu kadar ki O, kimi dilerse onu sapıklıkta bırakır, kimi de dilerse onu hidayete iletir. Yapageldiğiniz işlerden elbette mesul olacaksınız.» Eğer Allahü teâlâ dileseydi sizi bir ümmet yapardı. Yani hepinize cebreder islâm'a sokardı, islâm'ın dışında başka bir toplum olmazdı. Buna da kimse müdahale edemezdi. O zaman bu meşiyet-i ihtiyariye olurdu. Yani Allah kullarını İslâm'a cebren sokmuş olurdu. Ayetin devamında ise ihtiyarî iradeye işaret vardır. Şöyle ki: Şu kadar ki O, kimi dilerse onu sapıklıkta bırakır, kimi de dilerse onu hidayete iletir.» Allah, dilediğini sapıklıkta bırakır onu şaki yapar, kimi de dilerse onu hidayete iletir saîd yapar. Kaderiyeciler buna da meşiyyet-i ihtiyari diyorlar. Dileyen kâfir olur, dileyen mü’min olur. Bu sapıkların itikadıdır ki, bu itikatlarıyla Allahü teâlâ'nın rahmetinden uzaklaşmışlardır. Ehl-i Sünnet'in bunlara cevabı şudur: Onlar bu sözleriyle. Yüce Allah'ın meşiyyetini taksime kalkışmışlardır. Sanki Allahü teâlâ'nın mülkünde ortaktırlar. Yüce Allah onların söylemiş olduğu her şeyden münezzehtir, beridir. Onlar bunu anlayacak idrake sahip değillerdir. Allah'a isnat ettiklerinin hata olup olmadığını idrakten yoksundurlar. Biz onların anlayacağı şekilde izah edelim: Bir kişiyi hayır ile şer arasında muhayyer bıraksanız, o adam da gitse şerri işlese, yani şerri ihtiyar etse, siz onu mazur görüyorsunuz. Mâsiyet işleyenler mazur olunca, onlara mücazat verilmemesi gerekir. Fakat hayır işleyenler size göre muhayyer oluyor, dilerse Allahü teâlâ'ya minnet ediyor. Şöyle ki: -İşte ben şerri bıraktım, hayrı işledim. Hayrı işlemekle de sana itaat ettim.» Kul bu defa ibadetiyle Allahü teâlâ'ya minnet etmiş olur ki, hiç bir zaman kul yapmış olduğu ibadetleriyle Allah'a minnet edemez. Allah'a minnet etti diyenlerin itikatları bâtıldır. Onlara göre kulun bütün fiilleri hakikî değil, mecazidir. Kul hayır ve şerden ne işlerse hepsi Allah'tandır. Kulun bunlarda hiçbir ihtiyarı yoktur. Kaderiyecilerin ve onların paralelinde olanların bu sözlerinde üç türlü hata vardır: 1- Kul, yaptıklarından mes'ul olmadığı için Allah'tan korkmaz. Bir yol tutup ne yaparsa «Bunda benim suçum yok. Bana bütün yaptıklarımı Allah yaptırıyor- diyerek, yaptıklarını Allah'a isnat eder ve Allah'tan korkmaz. Bu açık bir küfürdür. 2- Kulun, Allah'ın rahmetinden Ümidini kesmesidir. Benim işlediğim ve yaptığım her şeyi Allah yaptırtıyor. Öyle ise yaptıklarımdan bana bir mükâfat yoktur» diyerek Allah'ın rahmetinden ümidini kesmesi. Allah'ın rahmetinden ümid kesmek ise küfürdür. Nitekim Yûsuf Sûresi'nin 87. âyetinde şöyle buyuruluyor: «Zira hakikat şudur ki kafirler güruhundan başkası Allah'ın rahmetinden ümidini kesmez.» Müslümanın Allah'ın rahmetinden ümit kesmesi küfürdür. Müslüman hiçbir zaman Allah'ın rahmetinden ümidini kesmemelidir. 3- Hâşâ - onlar Allah'ın kelâmım yalanlıyorlar. Yüce Allah Kur'an'da bir çok hudûd beyan etmiştir. Şöyle ki: Kasten adam öldürenlerin kısasa kısas olarak öldürülmesi, zina yapanların recmedilmesi, hırsızlık edenlerin elinin kesilmesi, içki içenlere had vurulması ve bunlara benzer hükümlerin Müslümanlar tarafından yerine getirilmesi Allah tarafından emredilmiştir. Mademki kul suçsuz, kula suçu işleten Allah'tır, bu suçları işleyenlere Kur'an-ı Kerim'de tayin edilen cezaları vermek zulüm ve adaletsizlik olur. Zulüm ve adaletsizliği Allahü teâlâ'ya isnat etmek ise küfürdür. Yüce Allah, onların söylediklerinden beridir. Allah, kullarına zulüm etmez, kul yaptığının karşılığını görür. Allah'a zulüm isnat edenlere Cebriye denir. Onlara göre kul ne yaparsa Allah'ın cebriyle yapar, kendi ihtiyarıyla bir şey yapamaz. Hayır ve şer mevzuunda Mu'tezile'nîn görüşü ,de şudur: Kulun hayır işlemesi Allah'tandır, şer işlemesi de kendi nefsindendir. Yani hayrı Allah yaptırır, şerri kul kendi yapar. Bu itikat da bâtıldır. Yukarda da belirtildiği gibi, hayır da, şer de Allah'tandır. Yalnız hayır ve şerri tercih hakkı kula verilmiştir. Kul, cüz'î iradesiyle bunlardan birini tercih eder ve Allah da onun fiilini halk eder. Müslümanların bütün bu bâtıl itikatları bilip, onlardan uzak olması gerekir. Aksi takdirde her an onların tuzaklarına düşebilir. İmamı A'zam (radıyallahü anh), Kaderiye ve Cebriye gibi, kul kendi fiilinin halikıdır, hayrı da, şerri de kul kendi yapar veya hayır ve şer işlemede kulun hiçbir ihtiyarı yoktur, hayır ve şerri işleten Allah'tır veya hayır Allah'tan, şer kulun kendi nefsindendir, demedi. Bu görüşler yukarda açıklandığı gibi, bâtıl itikatlardır. Ehl-i Sünnet'in temsilcisi olan İmamı A'zam'ın görüşü şudur: Kul, herhangi bir şeyi yapmayı arzu ettiği zaman, ona, o gücü veren Allah'tır. Yapmak istediği ister hayır olsun, ister şer olsun ona yapma gücünü veren Yüce Allah'tır. Zira Allah, kullarına cüz'i bir irade vermiştir, o irade vasıtasıyla kul istediğini yapar. Arzu ettiği işi yapmak kulun kendi gücüdir, gücü veren Allah, işi yapan kuldur. Yüce Allah kullarına şunu yapın, bunu yapın diye asla cebretmez. Eğer böyle olsaydı cüz'i iradenin hiçbir anlamı kalmazdı. Kulun bütün fiillerinin halikı Yüce Allah'tır. Buna göre kul, iradesini hayra kullanırsa karşılığında mükafat, şerre kullanırsa ceza görecektir. Kul, sadece yaptığının karşılığını görecektir. Hiçbir haksızlığa uğratılmadığı gibi, hiçbir ameli de karşılıksız kalmayacaktır. Ehli Sünnetin görüşü budur. Yüce Allah şöyle buyuruyor: “De ki: Hepsi Allah tarafındandır.” Yani hayır da, şer de Allah'tandır. Medine Yahudileri bağlarında, bahçelerinde ve pazarlarında bir bolluk gördükleri zaman -Bu bize Allah'tandır- derlerdi. Eğer bir yokluk ve kıtlık olursa, o zaman Peygamberimize «Bu yokluk senin uğursuzluğundandir, sen bizim şehrimize gelmeden böyle bir yokluk olmuyordu» derlerdi. Halbuki onların hepsi Allah'tandır. Onlar bunu anlamamazlıktan gelmişlerdir. Çünkü onlar iyiliği Allah'tan, kötülüğü de bir başkasından biliyorlardı. Bundan sonra Yüce Allah âyet-i kerimesinde şöyle buyuruyor: «Sana gelen her iyilik Allah'tandır. Sana gelen her fenalık da kendindendir.» Bu âyet-i celîlede insanların başına gelen her fenalığın kendi nefislerinden geldiği bildirilmektedir. Böylece kâfirler ve münafıklar. İyiliğin Allah tarafından, kötülüklerin de kendi günahlarından ve hatalarından dolayı başlarına geldiğini bilsinler. Çünkü Yüce Allah “Sana gelen her iyilik Allah'tandır. Sana gelen her fenalık da kendindendir» buyuruyor. Bazıları da şöyle demişlerdir: «Sana gelen bütün iyilikler, savaşta galip gelmek ve ganimet malı elde etmek Allah'ın fazlındandır. Yani Allah tarafındandır. Sana gelen her fenalık da, kendi günahından ve hatândan dolayıdır. Yâ Muhammed, senin peygamberliğine delâlet eden her delil ve alâmet, peygamberliğini tasdik eden her gey Allah tarafındandır. Bir müddet vahyin kesilmesi ve Cebrail'in bir kaç gün sana gelmemesi de kendi nefsindendir. Zira konuşurken «tnşâallah» demeyi unuttun, Bunun için de bir müddet vahiy kesildi ve Cebrail sana gelmedi.» Yüce Allah âyetin devamında peygamberimize şöyle buyuruyor : «Seni insanlara peygamber olarak gönderdik. Buna şahid olarak Allah yeter.» Yâ Muhammed, seni bütün insanlara bizim haberlerimizi duyurman için bir elçi olarak gönderdik. Senin görevin, emir ve yasaklarımızı insanlara tebliğ etmektir. Onların söyledikleri ve yaptıkları üzerine şahid olarak Allah yeter. Çünkü Allah onların söylediklerini bilici ve yaptıklarını görücüdür. Ona göre mükâfat ve mücazatını verir. Sen, onların söylediklerine ve yaptıklarına Üzülme. |
﴾ 79 ﴿