6

«Hak apaçık meydana çıktıktan sonra bile onlar bu mevzuda, sanki gözleri göre göre ölüme sürülüyorlarmış gibi, seninle tartışıyorlardı.»

Müslümanlar ilk savaşı Bedir denilen mevkide yaparlar ve ilk zaferi kazanırlar. Savaş esnasında birçok ganimet elde edilir. Ancak bunların dağıtılması hususunda sahabeler arasında görüş ayrılığı çıkar. Çünkü o zamana kadar herhangi bir savaşa katılmamışlar, ganimetle karşı karşıya gelmemişlerdi. Böyle bir şeyle ilk defa karşılaşıyorlardı. Yüce Allah bu hususu Peygamberine şöyle açıklıyor: «Yâ Muhammed! Rabbinin hükmünü yerine getir. Müslümanlardan bir kısmı bundan hoşlanmasa bile ganimet mallarından dilediğin kimselere ver. Nitekim Cebrail sana gelip Kureyş kervanını haber verdiği ve onlarla savaşmak için evinden çıkardığı zaman da mü’minlerin bir kısmı bunu hoş görmemişlerdi. Hak apaçık meydana çıktıktan sonra bile onlar bu konuda, sanki gözleri göre göre ölüme surülüyormuş gibi, seninle tartışıyorlardı. Bazı mü’minler, Bedir seferine çıkıldıktan sonra. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'le bu hususta tartışırlar.

Bedir savaşı Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'in Mekke'den Medine'ye hicretinin ikinci yılı ramazan ayında yapılır. Kıblenin değişmesi de aynı yıla tesadüf eder. Bu savaş, Müslümanların, varlığının isbatı ve imanın küfre galibiyetinin alâmetidir. Bedir savaşı şöyle gelişir:: Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), altıyüz yirmi iki yılında Mekke'den Medine'ye hicret eder, İslam Devletini kurar. İlk İslâm Devletinin Medine'de kurulması müşriklerin işine gelmez. Çünkü onlar İslam'ı yok etmek istiyorlar, bunun için de çareler arıyorlardı. Gün geçtikçe Müslümanların sayısının ve nüfuzunun artması Mekke'li müdrikleri telâşa düşürür. Ve bu telâş her geçen gün artar. Artık ciddi olarak Müslümanlardan korkmaya başlarlar. Aradan çok geçmeden korktukları başlarına gelir.

Mekkeli müşriklerin geçim kaynağı ticaretti. Bu maksatla yaz kış demeden alış veriş yaparlar, şehirlere ticaret kervanları gönderirlerdi. Bedir savaşı da böyle bir ticaret kervanı yüzünden çıkar. Altıyüz yirmi dört yılında, kırk kişilik bir ticaret kafilesi Ebû Süfyan'ın başkanlığında alış veriş için Şam'a gider. Gerekli ticari işlemi tamamlayan kafile Medine yolu üzerinden Mekke'ye dönmek üzere hareket eder. Peygamberimiz, Ebû Süfyan'ın Şam'dan çıktığını haber alır, «Ey ashabım, Ebû Süfyan'ın kervanı Şam'dan çıkmıştır. Üzerlerine gidin ve kendilerini takip edin. Belki onlarla cihad eder, galip gelirsiniz. Böylece Yüce Allah size ganimet ihsan eder' buyurur. Bu sırada Cebrail, Peygamberimize gelir, ya Ebû Süfyan'ın kervanına veya kafir ordusuna karşı savaşa çıkılmasının şart olduğunu bildirir. Bunun üzerine Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Süfyan'ın kervanını takip etmek için Hazret-i Talha ile Hazret-i Cafer'i gönderir. Talha île Cafer kervanı takip etmek için Bedir kuyusunun yanına kadar gelirler, kervanı sorarlar, yolda olduğunu öğrenince tekrar geri dönerler ve durumu Peygamberimize arz ederler. Müslümanların kendilerini takip ettiğini öğrenen Ebû Süfyan, durumu tetkik etmek için Bedir'e iki kişi gönderir? Onlar Bedir'e gelip durumu öğrenirler ve geri dönüp Ebû Süfyan'a Müslümanların kendilerini takip ettiğini bildirirler. Bunun, üzerine Ebû Süfyan yol değiştirir, Medine yolunu, bırakır, Cidde yolu ile Mekke'ye gider. Yine de Müslümanların yollarını keseceğinden korkar ve kervan sahiplerinin kendilerini karşılaması için Mekke'ye haber gönderir. Haberin Mekke'de yanlış ve değişik yayılması için kasıtlı hareket edilir. Haberi duyuran kişi «Muhammed, arkadaşlanyle birlikte kervanın yolunu kesmeyi ve mallarını almayı istiyor- der. Müşrikler çileden çıkar, başta Ebû Cehl ve Hantala ibn Ebl Süfyan, olmak üzere Müslümanlara karşı bir ordu hazırlamak için teşebbüse geçerler. İçlerinde Mekke'nin zenginleri ve ileri gelenleri de bulunan, bin kişilik bir ordu hazırlanır. Ebû Süfyan'ı kurtarmak için Bedir istikametine doğru yola çıkarlar. Bu sırada Ebû Süfyan da kervan ile birlikte Mekke'ye gelir ve kendisini kurtarmak için yola çıkan ordunun arkasından geri dönmeleri için elçi gönderir. Elçi onlara Bedir yakınında ulaşır, Ebû Süfyan'uı kervanla birlikte salimen Mekke'ye geldiğini bildirir ve geri dönmelerini söyler. Fakat onlar geri dönmeyi gururlarına yediremezler. Ebû Cehil, Utbe, Velid, Hantala ve diğer ileri gelenler «Eğer biz buradan geri dönersek Muhammed ve arkadaşları, kendilerinden korkup geri döndüğümüzü zannederler, gidip Bedir kuyusunun yanında bir müddet konaklayalım, sağı solu kontrol edelim ve sonra dönelim» derler, içlerinden Hakim ibn Hazzân, onları bu işten vazgeçirmek ister ve şöyle der: «Mademki ticaret kervanınız herhangi bir saldırıya uğramadan Mekke'ye ulaşmıştır. Artık teşebbüsünüzden vazgeçin, siz de dönün. Sonra pişman olursunuz.» Ebû Cehil karşı çıkar, «Senin oyunun yıllandı» der. Hâkim ibn Hazzân'ın korktuğunu ima eder. Hâkim ise «Kimin korktuğu yarın belli olur» cevabını verir. Bu konuşmaları dinleyen müşrik ordusu tereddüde düşer, bir kısmı geri dönmek ister. Tam bu sırada şeytan Süraka'nın kılığına bürünerek aralarına girer. «Nereye dönüyorsunuz? Muhammed ve arkadaşlarına karşı size yardıma geldim. Benî Zühre kabilesinin sancağı da benim elimdedir. Muhammed'e karşı savaşmaları için onlarla anlaştım» der, - Benî Zühre kabilesi Araplar arasında cesaretleri ve cengâverlikleriyle şöhret bulmuş bir kabile idi- Şeytan, islâm'ın ilk yıllarına kadar dilediği şekle girebiliyordu. Allahü teâlâ, Hazret-i Muhammed'in ümmetine bir lütuf olmak üzere şeytanın çeşitli şekillere girip Müslümanlara vesvese vermesini yasaklamıştır. Süraka cengâver ve cesur bir adam olduğu için şeytan onun suretine girer. O kadar ki Kureyşliler Süraka'yı bin süvariye bedel sayıyorlardı. Hatta Kureyşliler, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'den Medine'ye hicret ettiği sırada, kendisini yakalamak için, arkasından Süraka'yı gönderirler. Resûlüllah ile en sadık arkadaşı Hazret-i Ebû Bekir çölde Medine'ye doğru ilerlerken Süraka arkalarından yetişir. Ebû Bekir-i Sıddîk -Ey Allah'ın Resulü, bize yetiştiler» der. Süraka bu iki mübarek zata yaklaşır, kılıcını çeker. Tam bu sırada Resûlüllah ona döner, iki parmağı, ile işaret eder, o anda Süraka'nın atının ayakları toprağa gömülür. Süraka üzerinden yere fırlar. Bu manzara karşısında şaşkına dönen Süraka kalkar. Peygamberimizden özür diler ve atının kurtulmasını ister, Cihana, rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) yere bir nazar eder, at kurtulur. Süraka, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in hak peygamber olduğunu anlar ve eman dileyerek, Müslümanların Mekke'nin fethi sırasında ailesine ve adamlarına zarar vermemesi için bir nişan talebinde bulunur. Peygamberimiz, Ebû Bekir'e ona bir nişan vermesini emreder. Ebû Bekir (radıyallahü anh) emri yerine getirir. Süraka nişanı alır, geri döner, Peygamberimizi takibe koyulan. Mekkelileri de yoldan çevirir. Fakat Kureyşlilerin kendisini kınayacaklarından korktuğu için aralarına girmez. Şeytan yine boş durmaz, Kureyşlilerin gözünün döndüğü ve savaş rüzgârlarının estiği bir sırada yine Süraka suretinde aralarına girer ve «Ey kavmim, olayları takip etmek için aranızdan ayrılmıştım, artık savaş zamanı gelmiştir, kendimi size feda ettim. Daha önce başaramadığım işi şimdi başaracağım» der. Şeytanın bu cazip sözleri Mekkelilerin hoşuna gider ve «Ey Süraka, biz de senden bunu bekliyorduk, aramıza girmekle çok iyi ettin» derler. Şeytan bu hileleriyle onları savaşa teşvik eder.

Müşrikler, şeytanı Süraka zannederek konuşmalarından cesaret alırlar, yoldan dönmezler ve Bedir'e kadar giderler. Müşrik ordusu toplanır, kuyunun başında karargâh kurarlar ve İslâm ordusunun gelmesini beklerler. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de üçyüz on üç kişilik ordusu ile Bedir'e gelir. Peygamber ordusunda silâh yok denecek kadar azdı, ellerinde oklar ve sopalar bulunuyordu. Aslında Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) savaş için yola çıkmamıştı, maksat Ebû Süfyan'ın kervanını takip etmekti. Fakat Cebrail gelip Peygamberimize kervanın yön değiştirerek menziline ulaştığını ve onun yerine müşrik ordusuna karşı çıkılacağını bildirir. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ise durumu ordusuna haber vererek «bize savaşmak şart oldu» buyurur. Hâdiseler o kadar sür'atli gelişir ki orduya bir sancak almak için zaman bile kalmaz. Hatta bazı Müslümanlar ordunun bir sancağının bile olmamasına üzülürler, işte bu hâdiseden dolayıdır ki, Yüce Allah «Mü’minlerden bir kısmı savaşa istemeyerek giderlerdi' buyurur. Onlar -Ey Allah'ın Resulü, savaşacağımızı daha önce neden söylemedin? Eğer haberimiz olsaydı, bayrağımızı da alırdık» derler. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de, -Yüce Allah bana iki şeyden birini emretti. Ya kervanla buluşmayı veya kâfir ordusu ile karşılaşmayı, kervan kaçtı, düşmanla savaşmaksa bize şart oldu» buyurur ve ordusu ile Bedir mevkiine gelir. Düşman ordusunun daha önce gelip Bedir kuyusunun etrafında karargah kurduğunu gören Peygamberimiz, kendisi de vadide karargâh kurar.

Peygamber ordusunun ne silâhı, ne de suyu vardı. Ama buna karşılık sarsılmaz bir imanın sahibiydiler. Allah'a güveniyor, sadece O'ndan yardım bekliyorlardı. Dolayısıyla düşmandan en küçük korkuları yoktu. Çünkü Allah'a olan güvenleri tamdı. Şeytan bu defa gelip Peygamber ordusuna vesvese vermeye başlar ve «eğer siz hak yolda olsaydınız suyunuz, silâhınız ve üstünlüğünüz olurdu. Halbuki bütün bunlar size değil onlara verilmiş, siz susuz ve silahsız bırakılmışsınız» der. Tabii ki, Peygamber'in imanlı ordusu şeytanın bu vesvesesine hiç aldırış etmez. İki ordu o gece orada sabahlar. İslâm ordusu düşmandan çekinmez, ama susuzluktan biraz muzdarip olurlar. Sabahleyin kuvvetli bir yağmur yağar, böylece Müslümanlar su ihtiyacını karşılar, su kaplarını doldururlar, düşmana galip gelmeleri için Allahü teâlâ'dan yardım dilerler, Yüce Allah dualarını kabul ederek yardım vaad eder ve meleklerle onları kuşatır.

Savaş hazırlıkları tamamlanır, iki ordu karşı karşıya gelir, kâfir ordusundan Utbe, Şeybe ve Velid üçlüsü öne atılırlar. Bunlara karşı Ensâr'dan üç genç çıkar. Utbe, Şeybe ve Velid bu gençleri beğenmeyerek «Biz soylu birer aileyiz, karşımıza çıkanların da bizim gibi soylu olmasını istiyoruz» derler. Bu defa onların karşısına Hazret-i Hamza, Ali ve Cafer çıkar. Hazret-i Hamza «Ben yeryüzünde Allah'ın aslanıyım, Hazret-i Ali, «Atam adımı arslan koymuştur' der ve savaş meydanına atılırlar. Böylece iki ordu savaşa başlar. Biri Allah'ın şanını yüceltmek, dinini yaymak ve rızasını kazanmak maksadıyla, diğeri ise putları için savaşırlar. Hazret-i Hamza, Ali ve Cafer karşılarına çıkan düşmanları bir hamlede yere yıkarlar. O anda bin melek mü’minlerin yardımına gelir. Bu meleklerden herbirinin kendine mahsus bir alâmeti vardır. Şeytan melekler arasında Cebrail'i görür, kaçmaya başlar. Şeytanın kaçtığını gören Ümmiye elini tutar «Ey hâin, gaddar; ahdini bozdun, bizi kandırdın ve size yardıma geldim' dedin, şimdi de bırakıp kaçıyorsun» der. Yukarda da izah edildiği gibi şeytan Süraka suretine girip müşrikleri kandırmıştı. Şeytan, Ümmiye'ye «Sizin görmediğiniz bir çok şeyleri ben görüyorum» cevabını verir. Ümmiye de ona «Sen şimdi Medinelilerden başkasını göremiyorsun» der. Aralarında bu konuşma cereyan ederken şeytan Cebrail'i görür, feryad ederek kaçar. Allahü teâlâ'nın, mü’minlerin yardımına göndermiş olduğu melekler kılıçlarını çekerler, dokuzyüz elli kişilik düşman ordusunun içine girerler, bir taraftan Peygamber ordusu, diğer taraftan melekler düşmana göz açtırmazlar. Müşrik ordusu neye uğradığını bilmez. Bu dehşetli manzarayı gören Ahnes ibn Şüreyk atıyla savaş meydanından kaçar. Bedir gününde, melekler Peygamber ordusuna pek iş bırakmazlar, kâfirleri bizzat kendileri öldürürler.

Hazret-i Talha (radıyallahü anh) şöyle demiştir: «Savaşta meleklerin bize yardım ettiklerini gözümle gördüm. Kâfirin birini öldürmek için yanına yaklaştım, ben daha kılıcımı kaldırmadan kafasının uçurulduğunu gördüm, bunun melekler tarafından yapıldığına kanaat getirdim.» Cebrail, müşrik ordusunun kumandanı olan Ebû Cehil'in göğsüne dokunur, sırtına vurur, geri dönünce ibn Mes'ud (radıyallahü anh) kafasını keser. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) düşman hakkında bilgi edinmek için, gönüllü olarak aralarına gidecek birisini arar. Hazret-i Talha bu görevi üzerine alır, düşmanın bulunduğu yere gider, aralarında dolaşır, kimlerin savaşa iştirak ettiğini tesbit eder ve geri döner. Bir genci de beraberinde Peygamberimize getirir. Hazret-i Talha gördüklerini ve orada bulunanları Peygamberimize bildirir. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ordusuna «Arabm ileri gelenlerinden yetmiş kişinin öldürülmesini emreder. Bu yetmiş kişi, Peygamberimiz Mekke'den Medine'ye hicret edeceği zaman evinin etrafını kuşatmışlar, öldürmek için tuzak hazırlamışlardı. Peygamberimiz onları görünce yerden bir avuç toprak alır yüzlerine atar, Allah'ın izniyle atılan bu toprak gözlerine dolar. Bu sırada Allah'ın Eesûlü aralarından geçer gider. Bedir savaşında işte o yetmiş kişinin hepsi öldürülür ve virane bir kuyuya doldurulurlar. Peygamberimiz arkadaşlarıyla kuyunun başına gelir «Ey falanlar, ey falanlar, Rabbimizin bize vadettiklerinin hak olduğunu gördük. Rabbinizin size va'dettiği azabın hak olduğunu siz de gördünüz mü?» der. Yanında bulunanlardan bir kısmı «Ey Allah'ın Resulü, bu ölüler senin sözlerini nasıl anlayacaklardır?» diye sorarlar. Peygamberimiz de «Beni insanlara hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, onlar sözlerimin hepsini anlarlar, fakat cevap veremezler» buyurur. Bedir savaşında Allahü teâlâ mü’minlere yardım eder, kâfirleri büyük bir hezimete uğratırlar. Müşriklerin ileri gelenlerinden yetmiş kişi öldürülür, yetmiş kişi ise esir edilir. İslâm ordusundan ise sadece on üç kişi şehit olur. Peygamberimiz «Her kim bir kâfir öldürürse, elbisesi ve üzerindekiler onun olsun, kim de bir kâfirin başını bize getirirse onu mükâfatlandırırız» buyurur. Said (radıyallahü anh) elinde çok güzel bir kılıç olduğu halde Peygamberimizin huzuruna gelir, kâfirlerden yedi kişi öldürdüğünü söyler ve «Ey Allah'ın Resulü, bu kılıcın sahibini ben öldürdüm, kılıç benim olsun» der. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), ona şöyle cevap verir: «Ey Said, ganimet mallarının hükmü henüz açıklanmadı, bu hususta Allahü teâlâ'nın hükmünü bekleyelim.» Said (radıyallahü anh) kılıcın elinden çıkmasına üzülür. O zaman bu sûrenin birinci âyeti nazil olur, Peygamberimiz kılıcı tekrar Said'e verir.

6 ﴿