27

«Yerlerini, yurtlarını, mallarını ve henüz ayağınızı basmadığınız yerleri Allah size miras olarak verdi. Allah her şeye kadir olandır.»

Bu âyet-i celîlenin nüzul sebebi şudur: Medine'de bulunan Benî Kureyza Yahudileri Uhud muharebesinden sonra Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ile şehri her türlü tehlikeye karşı koruyacaklarına dair bir antlaşma yapmışlardır. Fakat bu antlaşma çok sürmemiş, tek taraflı olarak Yahudiler tarafından bozulmuş ve Hendek muharebesine iştirak eden müşrikler arasında yer almışlardır. Düşman ordusu Hendek muharebesinden bir netice alamayınca, geri çekilmek zorunda kalmıştır. Beni Kureyza Yahudileri de onlarla beraber geri çekilmiştir. Düşmanın tehlikesi kalktıktan sonra, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ordusu ile birlikte Medine'ye, evlerine dönerler. Henüz daha silâhını çıkarmadan Cebrail gelip «Ey Allah'ın Resulü, silâhını çıkarma. Allahü teâlâ senin Benî Kureyza üzerine yürümeni emretti» demiştir. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) evinden çıkar, sahabeyi toplar -atlarınıza binin, ikindi namazını Beni Kureyzahların mahallesinde kılacağız» emrini verir. Verilen talimata göre ordu toplanır, Allah Resulü ordunun önünde ve sancak Hazret-i Ali'nin elinda Benî Kureyza istikametine doğru yola çıkarlar. Beni Adî kabilesinden geçerken, o kablenin de müslümanları silâhlanıp Peygamber ordusunu beklediklerini görürler ve kendilerine «biz, Benî Kureyza kabilesine gidiyoruz, size bizim oraya gittiğimizi kim haber verdi» derler. Onlar da «bize "Dihyetü'l-Kelbî" haber verdi» diye cevap verirler ve Peygamber ordusuna iştirak ederler. Cebrail insan suretine girdiği zaman Dihyetü'l-Kelbi'ye benzerdi. Yani onun suretine girerdi. Yine onun suretine girip Benî Adî kabilesinin müslümanlarma Peygamber'in Benî Kureyza kabilesine yürüdüklerini haber vermiştir. Onlar da hazırlanıp Peygamber ordusunu beklemeye koyulmuşlardır. Ordu gelince ona iştirak etmişlerdir. Hazret-i Ali ordudan önce gidip sancağı Beni Kureyza kalesinin kapısının önüne dikmiştir. Onlar bunu görünce çok kızmışlar, ağızlarını bozarak küfretmeye başlamışlardır.

Benî Kureyzahlar, çok kibirli, harb san'atını iyi bilen, bundan dolayı da diğer kabilelerden çekinmeyen bir kavimdi. İslâm ordusuna da karşı geleceklerini zannetmişlerdi. Hazret-i Ali'nin arkasından Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de ordusu ile birlikte kalenin önüne gelir. Hazret-i Ali «ey Allah'ın Resulü, bunlarla savaşmayı bana bırak, onların kötü sözlerini işitmemek içn buradan uzaklaş» der. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Benî Kureyzalıların taşkınlığını görünce «ey domuz ve maymunun kardeşleri, kaleden aşağı inin ve Allah'ın hükmüne razı olun' der. Onlar bu sözleri Peygamber'in söylediğini anlayınca «yâ Muhammed, yâ Ebelkâsım, sen böyle kötü söz söylemezdin» derler. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem). Evs kabilesinden Ebû Lübâbe'yi onlarla anlaşmak için arabulucu olarak gönderir. Çünkü Evs kabilesiyle Beni Kureyzalılar ittifak halindeydiler, Kureyzahlar Lübâbe'ye son derece itimat ediyorlardı. Lübâbe bunlara gelip Peygamber'in söylediklerini haber verir. Onlar «ey Lübâbe, sen her zaman bizim iyiliğimize ve yararımıza hükmedersin. Sen neyi istersen biz onu yaparız» derler. Bunun üzerine Lübâbe parmağı ile boynunu işaret ederek, eli silâh tutanların hepsinin katledileceğini ifade eder. Bu işareti veren Lübâbe, Allah ve Resulüne ihanet ettiğini anlar. Sonra dönüp Peygamberimize gelir. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ona “Ey Lübâbe, Allah ve Resulüne ihanet ettin- der. Lübâbe -Ey Allah'ın Resulü, ne söylersen haklısın» der. Bunun üzerine şu âyet-i celile nazil olur.

«Ey iman edenler, Allah'a ve Peygamberine hainlik etmeyin. Siz, kendiniz bilip dururken, kendi emânetlerinize hainlik eder misiniz?»

Lübâbe yaptığına pişman olur, tevbe eder, Allahü teâlâ onun tevbesin, kabul eder. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) onu huzurundan uzaklaştırır. Benî Kureyzahların reisi Ka'b ibn Üseyd'di. O, kavmine şöyle dar «bu işten kurtuluş yok, bize kimseden yardım da gelmez. Biz yalnız başımıza Muhammed'e karşı koyamayız. Çünkü o çok müthiş bir savaşçıdır, nice kaleleri yıkıp harap etmiştir. Bütün Arap kabilelerini dağıtmış veya kendisine bağlamıştır. Sıra bize geldi, bizim şu üç şeyden birisini yapmamız gerekir. Başka hiç bir kurtuluş yolumuz yoktur.» Kavmi o üç şeyin ne olduğunu sorarlar. O da «biz, Muhammed'in Haşimî kabilesinden gelecek olan son peygamber olduğunu ve sıfatlarını kitabımızda görüp okuduk. Gelin hep birlikte ona iman edip müslûman olalım, onun dostları arasına girelim, böylece hem ölümden kurtulalım hem de yerimizden - yurdumuzdan olmayalım» der. Kavmi bunu kabul etmeyerek «biz, kendi milletimizden başkasına tâbi olmayız. Çünkü biz ehl-i kitabız, ümmi bir peygambere asla tâbi olamayız. Bize böyle bir teklifte bulunma» derler. Bunun üzerine Ka'b, ikinci görüşünü ortaya atar ve «bu fikrimi kabul etmediniz. Bakalım buna ne diyeceksiniz. Bu gece cuma gecesidir, siz bu gece hiçbir şey yapmayın, müslümanlar içn bu gece önemli bir gecedir. Onlar sizin bir şey yapmadığınızı görünce kılıçlarını ve silâhlarını bırakıp gaflete dalarlar. Siz onların bu gafletinden istifade ederek gizlice kaleden iner, onlara saldırır ve dağıtırsınız» der. Kavmi bunu da kabul etmezler. Sonra onlara Ka'b şöyle der: «Siz, cuma günü oğullarınızı, kanlarınızı, kızlarınızı öldürün. Eli silâh tutan kaleden insin ve onlara saldırsın.» Onlar bunu da kabul etmeyerek «biz ellerimizle karılarımızı, oğullarımızı ve kızlarımızı öldüremeyiz- derler.

Görüşlerini kabul etmeyen kavmine Ka'b «siz bilirsiniz, bundan sonra bildiğinizi yapın» der. Muhasara on beş gün sürer, yiyecek, içecek bir şeyleri kalmaz, bir an önce bu işin bitmesini isterler. Peygamberimiz de muhasaranın uzamasını istemez ve onlara bir elçi göndererek kimin hakemliğine razı olacaklarını sorar. Onlar Sa'd ibn Muaz'ın hakemliğini ve onun vereceği hükme razı olacaklarını bildirirler. Daha önce Sa'd, Benî Kureyzahlar tarafından yaralanmıştı. O, Allahü teâlâ'ya dua edip -yâ Rabbi, Benî Kureyzalıların başına bir musibetin geldiğini görmedikçe ruhumu kabzetme- diye dua etmişti. Sa'd ibn Muaz, Beni Kureyzalılar tarafından hakem tayin edildiğini duyunca bir hayvana binip yola çıkar. Kureyzahları sevenler Sa'd'a onların lehine karar vermesini isterler. Sa'd onlara cevap vermez. Benî Kureyzalıların kalesine yaklaştığı zaman «Allah yolunda kınananların kınanmasından korkmayın», der. Sa'd'dan bu sözleri işitenlerin onlara hiçbir faydası olmayacağını anlarlar ve geri dönüp giderler. Sa'd ibn Muaz, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e yaklaştığı zaman, Peygamberiniz yanında bulunan Ensar'a, «Seyyidinizi karşılayın ve onu indirin» der. Sahabe de onu karşılar ve merkebinden indirir. Doğruca Peygamberimizin yanına gelir. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) ona «yâ Ebâ Amr, Benî Kureyza hakkında hükmünü ver, buyurur. Bunun üzerine Sa'd ibn Muaz «ey Kureyzalılar, benim vereceğim hükme razı olur musunuz?- der. Onlar razı olduklarını söylerler. Sa'd tekrar «Allahü teâlâ'nın ahdi ve misakı boynunuza olsun mu?' der. Onlar da -evet boynumuza olsun- derler. Sonra Sa'd, Peygamberimize iltifat ederek «onların, üzerine benim hükmettiğim gibi ahd olsun mu?» der. Bu sözü Sa'd, Peygamberimize hitaben veya ona bakarak söylememiştir. Fakat Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bu hitabın kendilerine yapıldığını kabul ederek «evet, bu ahit bizim üzerimize de olsun» buyurur.

Sonra Sa'd Kureyzalıları çağırır, bunun üzerine onlar kaleden inerler. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), Sa'd'e «Yâ Ebâ Amr, bunlar hakkındaki hükmünü ver» buyurur. Sa'd de «Ey Allah'ın Resulü, benim bunlar hakkındaki hükmüm, eli silâh tutanların tamamını katletmeniz, çocuklarını ve ailelerini esir almanız, mallarını da ganimet olarak taksim etmenizdir» der. Peygamberimiz de «Ey Sa'd, Allah'ın hükmüyle bunlara hükmet» der. Sa'd'in onlar hakkındaki bu hükmü bu şekilde olur. Bunun üzerine ilk önce onların reisi olan Hay ibn Ahtap esir olarak alınır. Ensâr'dan bir zat onun sırtındaki elbisesini çıkarır, sırtında sadece gömleği kalır. O, «ben Allah'ın hükmüne bağlıyım- der. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) «ey Allah'ın düşmanı gel, müslüman ol, Ölümden kurtul» der. Hay ibn Ahtap da «Ben bugüne kadar birçok izzet ve şerefe nail oldum. Bir defa hakarete uğramakla müslüman olacağımı mı zannediyorsun? Bugüne kadar seninle yaptığım hiçbir şeye pişman' değilim. Benden öncekiler ne büyük hakaretlere ve zulümlere uğradılar, ben de uğrasam ne olur? Ben asla müslüman olmuyorum, elinden geleni yap» der. Bu hareketiyle müslüman olmayacağı anlaşılmıştır. Müslüman olmayacağı anlaşılınca, Peygamberimizin emriyle boynu vurulmuştur. Sonra Allah Resûlü, Sa'd'e «Ey Sa'd, bunlar hakkında dilediğini yap» buyurur. Bunun üzerine Sa'd «Bana bir kılıç verin' der. Kılıcı alır, eli silâh tutanlardan yedi yüz kişinin boynunu vurur. Dokuz yüz elli kişiyi de çocuklarıyla beraber esir ederler. Mallarını ve yerlerini de ganimet olarak Peygamberimiz müslümanlar arasında taksim eder. Yüce Halik bunu şöyle beyan ediyor:

«Allah, kitap ehlinden, kâfirleri destekleyenleri kalelerinden indirmiş, kalblerine korku salmıştı. Onların kimini öldürüyor, kimini de esir alıyordunuz. Yerlerini, yurtlarını, mallarını ve henüz ayağınızı dahi basmadığınız yerleri Allah size miras olarak verdi. Allah her şeye kadir olandır.» Allahü teâlâ, kadirdir, kudreti her şeye yeter. Kâfirleri kalelerinden indirip onların yerine, yurduna, mallarına müslümanları miras kılar. Onları zillete düşürür, iman edenlere esir eder. Kâfirleri dünyada da âhirette de zelil ve hakir eder. Bu onların inkâr ve zulümlerinin cezasıdır. Küfredenler mutlaka cezalarını göreceklerdir.

27 ﴿