ZÂRİAT SÛRESİ Mekke'de inmiştir. Altmış âyettir. 1 " Tozutup savuran (rüzgar) lar." 2 "Sonra (su) yükü(nü) taşıyan (bulut) lar," 3 "Sonra kolayca akan (gemi) ler," 4 "Sonra iş bölümü yapan (melek) ler hakkı için," 5 "Şüphesiz ki size vaad olunan (şeylerin hepsi) elbette doğrudur." 6 "Şüphesiz ki (amellere göre ceza (mukabele) de elbette vâkîdir." Hak teâlâ, esip kavuran, savuran yele yemîn ediyor. Abdullah ibn Ömer (radıyallahü anh) şöyle diyor: "Rüzgârlar sekizdir. Dördü (rahmet) dördü de (azap) dır. Rahmet rüzgârları: Nasirât, mübessirât, zâriyât ve mürselât isimleriyla bilinir. Azap rüzgârlarının isimleri ise şöyledir: Âsıf, sâsıf, sarsar ve akîm'dir. Ebû't-Tüfeyl (radıyallahü anh) Hazret-i Ali (radıyallahü anh)'in şöyle konuşurken şahidiyim: "Bana Allah'ın kitabından sorunuz. Vallahi, gece inen, gündüz inen bütün âyetleri tek tek bilirim. Bunun üzerine İbnü'l-Kerrâ Ez-zâriyât ne demektir?" Hazret-i Ali (radıyallahü anh): "Rüzgârlar, demektir." Tekrar: "Hamilât nedir?" Hazret-i Ali "Bulutlardır." İbnü'l Kerrâ "El-câriyatü yüsrân ne demektir? Hazret-i Ali: "Gemilerdir" O "El mükâssimatü emrân ne demektir?" Hazret-i Ali "Melekler demektir." diye cevaplar vermiştir. Yine İbn Abbas (radıyallahü anh) şöyle demiştir: "(Ezzâriyâtü zervân): Rüzgârın tozuttuğu şeyler, demek. (El-hâmilâtü vikran): Yağmur yüklü bulutlar. (Felcâriyâtü yüsran): Su üzerine kolayca seyreden gemiler. (Feymukassimatü emrân): Her birinin görev alanları belirlenmiş dört büyük melek: Cebrail, Mikâil, İsrafil ve ölüm meleği Azrail". Allah bunlar üzerine yemin ediyor. Herbiri vazifelerini aksatmadan yerine getirir. Yüce Allah, cehennemliklerin cehennemde azap göreceğini bildiriyor. Cennet ehlinin de muttakîler olarak Cennette nimetler içinde sefa süreceklerini beyan ediyor. Şüphesiz amellere göre karşılık olacaktır: Hayır ise cennet, şer ise cehennem. 7 "O hareli (güzel) yollara sâhip gök hakkı için," 8 "gerçekten siz, kesin ihtilâfa düşen bir söz içindesinizdir." 9 "Ondan döndürülen kimseler döndürülür." Yapısında boşluk olmayan, güzel yollara sahip olan gökyüzü hakkı için, siz Muhammed (aleyhisselâm) hakkında biribirini tutmayan çelişkili sözler söylüyorsunuz. "O mecnûndur" dediler. Çünkü onlar, çok âlim olana "sâhir" derlerdi. Câhil olana da "mecnûn" derlerdi. Kimi zaman da bu iki kelimeyi" bunun için kullanırlardı. Kimisi inanır, kimisi de kâfir kalırdı, imana gelenleri engellemek ve döndürmek için Mekke'nin dört bir yanında olan tepelere nöbetçi dikerlerdi. Böylece dışardan gelenleri engellerlerdi. İnananların ise kafalarını karıştırıp tekrar küfre dönmelerini sağlarlardı. Ruhlar âleminde kendilerinden "ahd-söz" aldıklarımızı dönderemezlerdi. Ancak ervah âleminde söz vermeyenler zorlamayla dinlerinden dönüyorlardı. 10 "Kahrolsun o koyu yalancılar!" 11 "Ki onlar koyu bir cehalet içinde kalmış gafil kimselerdir." 12 "Onlar, o ceza gününün ne zaman olduğunu sorarlar." Müşrikler lanete uğrayıp rahmetten kesildiler. Onlar, Hakkı yatanlayan kimselerdir. Cahillik, küfür karanlığı içindedirler. Âhiret hususunda basiretsizdiler. Allah'ın emirlerini tutarak imana gelmekten gafil oldular. Hak ile alay ederek "hesap günü ne zaman?" diye Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'e soruyorlar. 13 "(O gün) kendilerinin ateş üzerinde azaba uğratılacakları gündür." 14 "(Onlara): Tadın azabınızı. İşte (dünyada) çarçabuk (gelmesini) istediğiniz bu idi (denir)." Onlar sana, içinde azap-mihnet çekecekleri günü, cehennemi soruyorlar. Cehennemin bekçisi onlara: "Dünyada alay edip sorduğunuz gün, işte! Tadın azabı! Ne zaman azap gelecek diyorsunuz," diyecekler. Hak teâlâ, şerden sakınarak kendisine itaatli olanların mertebeler ve sevâblarını, şöylece açıklıyor: 15 "Şüphesiz ki (fenalıktan) sakınanlar, cennetlerde, pınarlar(ın başların) dadır." 16 "Rablerinîn kendilerine verdiği (sevabı) ahz(-ü kabul) etmiş olarak. Çünkü onlar bundan evvel iyi amel (ve hareket) ederlerdi." O kimseler ki Yüce Allahdan korkup günahlardan sakındılar, cennetliktirler. Bahçeler içinde, ırmakların kenarlarında Allah'ın ihsân eylediği nimetlerle hoş vakit geçirirler. Sevaplar-dereceler verdi: Dünyada Allah korkusuyla ameller işlediler. İnsanlara da hayırhahdılar. 17 "Onlar gecenin (ancak) az bir kısmında uyurlardı." 18 "Seher vakitlerinde de onlar istiğfar ederlerdi." 19 "Onların mallarında sâilin de yoksulun da bîr hakkı vardı." O muttakîlerin bir âdeti de şuydu; Gece çok az uyurlardı. Kalkarlar, Allah'a duâ ve niyazda bulunurlardı, Bu hal gece yansına dek sürerdi. Günahları için gözyaşları dökerler ve istiğfar ederlerdi. Mallarından belli bir miktar ayırmışlardı. Onları ya iffetli fakirlere veya evibarkı olmayan yoksullara verirlerdi. Bir başka anlatımla, ortada gezen dervişlere ve utancından isteyemeyen yoksullara verirlerdi. Bunlar bu büyük saadete erdiler. 20 "Yeryüzünde kâmil bilgi sahipleri için nice âyetler vardır." 21 "Kendi nefislerinizde de! Görmüyor musunuz?" Hak teâlâ kendi birliği ve kudreti üzerine delil beyan ederek buyurdu ki: Yeryüzünde öyle nişanlar, alâmetler vardır ki îmanları yakıne ermiş (görürcesine, inanmış) kimseler onlara bakarlar. Yüce Allah'ın birliğini ve kudretini iyice anlarlar. Zira, bu kuru yerlere, denizlere, dağlara, derelere ve ovalara, iyice ibretle bakarlar. Kurumuş ağaçtan ırmaklara çeşit çeşit meyvalar meydana geldiğini görürler. Bunların ne -şekilleri birbirine benzer ne de tatlan birbirine benzer. Bu da Allah'ın birliğine bir delildir. Kudreti ise sonsuzdur... Neyi dilerse yapar. Asla acizlik düşünülemez. Onun birliğinin ve kudretinin nişanlan bizim nefislerimizde görülür. Fikretmez misiniz? Bir damla menîden (sperma) sizi yarattı. Size ayrı ayrı şekiller, özellikler ve huylar ihsan etti. Bunu yapan elbette öldükten sonra kalkışa da muktedirdir. Amellerinize göre kiminizi cennete kiminizi de cehenneme sokmaya kadirdir. 22 "Rızkınız ve size vaadolunan şeyler göklerdedir." 23 "İşte o göğün ve yerin Rabbine yemin olsun ki o (şeyler) tıpkı sizin konuştuğunuz gibi şüphesiz ve katî bir gerçektir." Sizin hepinizin azıklarınızın sebebi gökten yağan yağmurlardır. Şayet gökleri yaratan Halik size bu rızıkları vermese, sizi Ondan başka kim rızıklandınr? Yerden o taneleri bitirip elverişli hâle getirir. Yerle gök arasında ne varsa hepsi Onun mülkündendir. O yaratmıştır. O size vaadolunan sevap-ikâb da Onun kudret elindedir. İtaatli kullara rızasının karşılığı cennet verir. Âsi kullara cehennem azabı verir. Hak teâlâ andiçip bu kulların rızıkları için buyurdu ki; "Gökler-yerler ilâhı hakkı için, o rızıkları sizin için yarattım. İster talep edin ister etmeyin o rızık sizi bulur. Sizin Kelime-i Tevhidi (Lâilâhe illâllah)ı söylemeniz nasıl hak, gerçekse, benim de sizi rızıklandırmam böyle gerçektir. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): İnsanoğlu Allah'ın rizık verme hususunda şüphe içinde olduğu için Allah (göklerin ve yerin Rabbine yemin olsun ki bu gerçekten haktır) buyurdu" dedi. Rızıkların garantörü Allah'tır. Buna rağmen bu itikat zayıflığından insanlar hamaratça çatışıyorlar, Allah'a itaatten geri duruyorlar. Gece-gündüz. Bir yahûdi ve bir hırıstiyan rızkımız hususunda garanti verse onlara inanırız. Halbuki -kıyas bile edilemez- bize "rızkın tekeffül edeni Allah" olduğu halde ona tam inanmıyoruz. Dengeli bir kulluk yapmıyoruz. Buna rağmen "mü’minlerdeniz" diyebiliyoruz. Bu çelişkili hâlin kötü âkibetinden (sonucundan) Allah bizi korusun. Âmin. 24 "İbrahim'in (Allah katında) şerefli misafirlerinin haberi sana geldi mi?" 25 "Hani bunlar, onun yanına girmişlerdi de 'selâm' demişlerdi (İbrahim de) 'Selam' demiş. '(Bunlar) tanınmış bir zümre' demişti." Yâ Muhammed! Sana İbrahim (aleyhisselâm)'ın konuklarından haber verilmedi mi? Onlar Cebrail (aleyhisselâm)'ın başkanlığında oniki melek olarak İbrahim (aleyhisselâm)'a gelmişlerdi. Allah katında da değerleri olan meleklerdi. Onun yanına gelince "Selâm" verdiler. İbrahim (aleyhisselâm) da onlara saygı gösterdi ve selâmlarını aldı. Onların yabancı olduklarını anladı. Çünkü kendi kavmi bu şekilde selâm vermezlerdi. Hemen ailesine doğru yürüdü. Çünkü bunlara semiz ve besili bir buzağı iktâm etmek istiyordu. Nitekim Hak teâlâ bunu şöyle haber veriyordu: 26 "Hemen (gizlice) ailesine gidip besili bir dana getirdi de," 27 "bunu onlara yaklaştırdı. 'Yemez misiniz?' dedi." Ailesinin yanına gizlice gitti, semiz bir buzağı (veya dana) kesti. Onu onlara takdim etti. Misâfîrlerse bunu yemediler. İbrahim (aleyhisselâm), "niçin yemiyorsunuz?" diye sordu Onlar da: "Biz ücretini ödemediğimiz bir şeyi yemeyiz," dediler. İbrahim (aleyhisselâm)'a bahâsını (bedelini) sordular O da: "Bunun karşılığı şudur: Başlar iken (Bismillah) demek. Bitirince de (Elhamdülillah) demektir," dedi. Melekler onun bu konuşmasına çok çok hayret ettiler. Bîr Padişah ki, böyle yaşlı birinin sulbünden bir nesil ihsan eder: O, ancak yüce Allah'tır. 28 "Derken içine onlardan gizli bir korku çöktü. (Korkma) dediler. Ve onu çok bilgin bir oğulla müjdelediler." İbrahim (aleyhisselâm)'in içini bu gelen konukların yemek yememelerinden dolayı bir korku kapladı. Onlar bu durumu anladılar. Dediler ki: Korkmana gerek yok. Allah sana bir "Alîm" (çok bilgin) bir oğul ihsan etti. Bu müjdeyi sana vermeye geldik, dediler. Verdikleri oğulun ismi "İSHAK" idi. 29 "Bunun üzerine (İbrahim'in) zevcesi (Sâre) bir feryâd içinde yönelip (elini) yüzüne vurdu: (Ben) doğurmaz bir kocakarıyım, dedi" Hazret-i İbrahim'in hanımı Sâre o söz söylenirken onlara hizmet ediyordu. Duyunca derhal bir çığlık kopardı. Utancından ve hayretinden: Bunca yıl geçtiği hatde çocuğum olmadı da şimdi şu yaşlılık hâlimde mi oğlum olacak? dedi. 30 "Onlar dediler ki: 'İş, sana dediğimiz gibidir. Bunu Rabbin buyurdu. Şübhesiz ki O, Hakîm’dir, Alîm’dir.' " 31 "İbrahim, o konuklara: siz kimsiniz? Niçin gönderildiniz? dedi. " 32 "Onlar: Biz nankör müşrik bir topluluğa gönderilmişizdir, dediler." 33 "pişmiş taşlar atarak helak etmek için" 34 "O taşların üstünde "falan oğlu falan" diye yazılı idi." Kimin üstüne düşecekse onun ismi de yazılı idi. Taşlar, siyah-kırmızı renkte idi. Hazret-i İbrahim (aleyhisselâm) Nûh (aleyhisselâm)'ın hâlini düşündü, çok üzüldü. Kendi de o kavimden geliyordu. 35 "Derken orada mü’minlerden kim varsa çıkardık." 36 "Fakat orada Müslümanlardan bir ev (halkın) dan başkasını da bulmadık." 37 "(Bununla beraber) orada elem verici azaptan korkacaklar için, bir alâmet de bıraktık." Hakk Teâlâ buyurdu ki: îman edenlerle beraber o Lût (aleyhisselâm)'u biz kavminden çıkardık. Lût (aleyhisselâm)'ın hanımı hâriç, çocukları ve diğer inananları kurtardık. Cebrail (aleyhisselâm)'e emrettik. O da evleri, dağlan yerlerinden kopardı. Kanadının üzerine aldı. Göklere doğru iyice kaldırdı. Sonra da yere birden başaşağı bıraktı. Hepsini helak etti. Sonra gelenlere ibret oldular. Onlar bizim katı azabımızdan hep korkarlar. 38 "Musa (nın kıssasın) da da (ibret vardır). Hani onu apaçık bir hüccetle Fıravun'a göndermiştik de," 39 "O, ordusuyla birlikte (imandan) yüzçevirmiş, (onun hakkında): Ya bir sihirbazdır, yahut bîr mecnundur, demişti." 40 "Nihayet onu da, ordularını da yakalayıp denize attık ki o (kendi kendine) kınayıcı idi." Hazret-i Musa (aleyhisselâm) hikâyesinde de iyi düşününce ibret alınacak noktalar vardır. Biz Musa (aleyhisselâm) yi zahirî bir delil olan "asâ" ile gönderdik. O "ejderha" olurdu. Elini yakasına soksa, çıkarsa "nur" olurdu. Işık verirdi. Firavun bizim bu ve benzeri kudretimizin delillerini gördü. Hepsinden yüz çevirdi. Hepsini de inkâr etti. Üstelik: "Musa sihirbazdır, delidir, dedi. Bizim peygamberimize" deliliği ve büyücülüğü" uygun buldu. Biz de aynıyla bunları ona nisbet ettik. Onu ve ordusunu (Kızıldeniz'de) boğduk, O hengâmede kendi kendini kınadı. Başkaları da ona akılsız gözüyle baktılar. Allah'a ve Rasûlüne isyan edenleri Allah, kendi kurdukları tuzaklarla yoketti. Şüphesiz Allah ve Resulüne karşı gelenlerin bu dünyada da öte dünyada da sonu helaktir, hüsrandır. 41 "Âd (kavminin helak edilmesin) de de (İbret vardır). Hani onların üzerine o kısır rüzgârı göndermiştik." Yâni, aklını çalıştıranlara, Âd kavminin kıssasında da ibretler vardır. Biz Hûd (aleyhisselâm)'u onlara peygamber gönderdik ki, o, onları bâtıldan hakka, dalâletten hidâyete getirsin diledik. Onlar ise düşünmeden peşin hükümle onu topyekûn yalanladılar. Biz Azîmüşşân bu yalanlamanın karşılığı herşeyi "kasıp kavuran bir rüzgar gönderdik. Faydasız bir yel ki onda hiç bir hayır yoktur. Yalnız helak edici vasfı vardır. 42 "(O) her uğradığı şeyi (yerinde) bırakmıyor, mutlaka onu kül gibi savuruyordu." O, Âd kavminden kime rastlasa, neye değerse (mâl-mülk, koyun-kuzu) hepsini yokediyordu. Ayak altında çiğnenen kurumuş bir yaprak gibi mahvediyordu. İbn Abbas (radıyallahü anh) in şöyle dediği rivayet ediliyor: Allahü teâlâ bir damla yağmuru da, bir esimlik rüzgârı da bir tartı- bir ölçü içinde gönderir. Ancak Nuh'un kavmine, Âd’ın kavmine gönderilen ölçüsüzdür. O zaman su hazînadârını su dinlemez. O azgın Nuh'un kavmini doğudan-batıya kaplar, hepsini yokeder. Şerlerin hepsini işleyen azgın Ad kavmine Allah, emri altındaki hazînedârı dinlemeyen bir "kavurucu rüzgâr" gönderdi. Herseyi kasdı-kavurdu, darmadağın etti. 43 "Semûd (kavminin helakin) da da (bir ibret vardır) Hani onlara (bir zamana kadar faydalana durun) denilmişdi de," 44 "Rablerinin emrinden uzaklaşıp akmışlardı. (Bu yüzden) kendilerine de göre göre, onları yıldırım tutuvermişti." 45 "İşte (bu sebeble) ayakta durmaya güç yetiremediler. Yardım edenleri de olmadı." Semud kavminin hikâyelerinde düşünenler için çok ibretler vardır. IKiylcre uy;ınılır ve Allah'a Rasûlüne isyan edilmez. Salih (aleyhisselâm) onlara geldi ve kendilerini Allah'ın yoluna davet etti. Dedi ki: "Ey kavmim! Birkaç gün ömrünüz kaldı, Bu günlerinizi Allah'ın emirlerine isyan etmeden, itaatla geçiriniz. Böylece sonsuz saadete ve mutluluğa eriniz" Fakat onlar bâtıla uydular, Hakka kıydılar. İsyan ederek nefislerine zulmettiler. İtaati terk ettiler. Bunlara ansızın bir yıldırım iniverdi. Cebrail bir kerre bağırdı. Ayakları altından bir ateş çıktı ve hepsinin gözlerini köretti. O azabı savmağa güçleri yetmedi... 46 "Daha evvel de Nûh kavmini (helak ettik). Çünkü onlar (küfrü isyanlarıyla doğruluktan) çıkmış fâsık bir kavimdi." Bunların hepsinden önce Nûh kavmini helak eyledik. İnsanlar bundan ibret alıp Allah'a isyan etmesinler istedik. Nûh kavmi isyancı ve fâsık bir topluluktu. Uyarmalardan ders atmadılar. Hepsini yok ettik. Bizim sünnetimiz şudur: Ey Muhammed sen üzülme! Bize ve Rasûlümüze itaat etmeyeni biz böyle mahvederiz! Sen dahi kavmine söyle. Bu isyandan ve tuğyandan dönmezlerse, bize ve sana itaat etmezlerse azapla yokederiz. 47 "Biz göğü kuvvetle bina ettik. Çünkü biz muhakkak ve mutlak bir (vüsat ve ) kudrete malikizdir." 48 "Yeri de biz döşedik. (Bak biz) ne güzel döşeyicileriz." Hak teâlâ kendi birliği ve sonsuz kudretinin delillerini bildirdi. Ve şöyle buyurdu: İnsanları yarattık. Gücümüzle-kuvvetimizle onu hiç yoktan var ettik. Gökleri dileğimizle sapasağlam kıldık. Yeri de Kâbenin altından başlamak üzere Kâbenin her bir yanına beşyüz yıllık mesafeli şekilde yaydık. 49 "Her şeyden de iki çift yarattık. Olur ki inceden inceye düşünürsünüz diye." Yarattığımız her nesneyi, birliğimiz ve kudretimizi iyi anlayasınız diye Çift çift yarattık. Yeryüzünde olan herşeyin dişisi ve erkeği vardır. Erkek-kız, gece-gündüz, dünyâ-âhiret, yaz-kış, ölüm-dirim... Bunların hepsi bizim birliğimize delildir. Bunlardan ders çıkarmanız ve bizim yolumuzda yürümeniz için böyle yarattık. 50 "O halde (Habîbim de ki:) Hepiniz Allah'a kaçın. Hakikat ben sizi O'n(un azabın)dan açıkça korkutan (bir peygamber) im." 51 "Ve Allah ile beraber başka bir ilâh uydurmayın. Gerçekten ben, size, Allah tarafından (azap ile) korkutan açık bir peygamberim." Yâ Muhammed! Kavmine ve ümmetine şu gerçeği bildir: Allah'ın azabından O'nun rahmetine sığının. Ona isyan etmekten itaatına sığının, günahlardan tevbe kalesine iltica edin. Yâni, Allah'tan Allah'a sığının. Ben size, cehennemden korkutucu olarak geldim. Allah'a iftira edip eşi ve benzeri var demeyin. Oğlu ve kızı var da demeyiniz. Onun hiçbir şeyle ilgisi, ortaklığı yoktur. Ona bunları nisbet edenlere ben Allah'ın azabıyla korkutucu gönderildim. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu kavmine açıklayınca onlar hemen tepki gösterdiler. İnkâr ettiler. Ona sihirbaz ve deli dediler. Bizi kendi atalarımızın taptıkları putlaşmış ilahlarımızdan alıkoyar. Üstelik bir de kendi Allah'ına tapmamızı istiyor. Bu, asla kabul edilmez bir durumdur, dediler, Onlardan bu ve benzeri sözleri işitince Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Efendimizin gönlü daraldı. İslama girmediler diye çok üzülmüştü. Allahü teâlâ Rasûlünün (sallallahü aleyhi ve sellem) gönlünü hoş tutmak için şöyle buyurdu; 52 "Onlardan evvelkilere de herhangi bir peygamber gelmedi ki (onun hakkında da) mutlaka böylece sihirbaz yahut mecnûn dediler." 53 "Hepsi de bunu birbirine tavsiye mi ettiler? Hayır, onlar (umumiyetle) azgınlar güruhunun tâ kendileridir." Yâ Muhammed! Gönlüne sıkıntı gelmesin. Senden önce hiçbir peygamber gelmemiştir ki, ona kavmi "deli ve büyücü" dememiş olsunlar. Birbirilerini görmedikleri halde, bu tip sözleri sanki "gizli bir vasiyetle" lavsiye edegelmişlerdir. Hepsi Allah'a isyan etmede çok aşırı gittiler. 54 "O halde (Habîbim) onlardan yüz çevir. Artık sen kınanacak değilsin." 55 "Sen (sade Kur'an ile) vaaz et. Çünkü şüphesiz öğüt muminlere fayda verir." Yâ Muhammed! Sen bunlara bizim mesajımızı ulaştırdın. Fakat onlar yüz çevirdiler. Sen de onlardan yüz çevir. Bundan dolayı Biz seni sorumlu tutmalıyız. Çünkü sen üzerine düşeni yerine getirdin. Bu, peygamberliğinin gereği olan tebliğdir. Sen ashabına ve Ümmetine öğüt ver. Öğüt vermek ancak müminlere faydalıdır. Bu, aynı zamanda vaazın ve nasihatin ehline yapılması gerektiğini gösteriyor. İmana gelmeleri mukadder olanlara faydalıdır, öğüt. Kabiliyetli olmayana nasihat etmek çorak bir yere tohum ekmeye benzer. Orada bir şey bitmez. Öğüt dinleyip de kabul etmeyen ölüden beterdir. Hayvan boynuna altın takmaya benzer. Faydası yoktur. Fakat Hakka gelmeyen ve inatla öğüt dinlemeyen kimseler "hayvandan da beter"dirler. Çünkü hayvanlar yaratılış çizgisinden ayrılmazlar. Allah'a isyan ederek cehenneme aday olmazlar. Aklını çalıştıran kimse bundan çok ders çıkarır. Şayet kelâmı "basîretle ve kalp gözüyle" dinlerler ve anlarlarsa... 56 "Ben cinleri de, insanları da ancak bana kulluk etsinler diye yarattım." 57 "Ben onlardan bir rızık istemiyorum. Bana (yemek) yedirmelerini de istemiyorum." 58 "Şüphesiz rızık veren, o pek çetin kuvvet sahibi Allah'ın kendisidir." Ben bu cinleri ve insanları beni tanımaları, birlemeleri için yarattım. Faydasız, yaramaz işleri bırakıp bana kulluğu sürdürsünler diye yarattım. Tevhîd üzere yaşamaları için yarattım. Tam bir uyum ve güzel bir biçimle "en güzel yaratılışla" yarattım. Sonunda bana ibâdet etmelerini diledim. Bana rızık veren onlar değildir. Âciz değilim ki beni güçlendirsinler. Ama bütün yaratıkları "Rezzâk" ismiyle rızıklandıran yalnız O'dur. Ekilen taneleri yerden çeşitli bitkiler olarak bitiren O'dur. Ağaçlardan da meyvalar yaratan keza yine O'dur. Düşmanlarını cezalandırmakta hiç acizlik göstermez. "Bir göz açıp kapayıncaya kadar" bir sürede herşeyi mahvetmeye gücü yeter. Bu sözlerin asıl anlamı şudur: Kişi sırf kendi çalışmasıyla kazanamaz. Allah onu o işe muktedir kılmadıkça kul âcizdir. Bu bakımdan, hayırlı kul olmak istiyorsak, kendimizi Allah'a hizmete vermeliyiz. Rızık hususunda gayretkeşlik yapmayalım. Ona ısmarlayalım. Çünkü "rızkın garantörü Allah"tır. 59 "Artık muhakkak ki o zulmedenler için (geçmiş) arkadaşlarının (azap) hissesi gibi bir payları vardır. Şimdi (onu) acele istemesinler." 60 "İşte kendilerine vaad (ve tehdid) edile gelen günlerinden (dolayı) vay o küfredenlere!" Nadr İbn Haris Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'e gelip şöyle der "Yâ Muhammed! Sen bizi boyuna azapla korkutuyorsun. Eğer bu dediklerin gerçekse, bu azap bize ne vakit gelecek?" Bunun üzerine yu kardaki âyet-i kerime nazil oldu. Müşrikler küfre devam etmekle kendilerine zulmediyorlar. Geçmiş benzerleri gibi onlar da azaba uğrayacaklardır. Bu azabı görmek için acele etmesinler. Başlarına kesinlikle gelecektir. Uzak olan, gelmeyecek olandır. Nadr ibn Harise Hak teâlâ mühlet verdi, zaman tanıdı. Mü’minlerin kılıcı ile cehennemi boyladı. Katı, dayanılmaz azap göreceği "veyl deresine" yuvarlandı. Bütün inanmayanlara "vaâdolunan-tehdîd olunan" cehennemden bizler Allah'a sığınırız. Çünkü sonu gelmez bir azaptır!... |
﴾ 0 ﴿