97De ki: "Kim Cebrâilin düşmanı ise bilsin ki, geçmiş kitapları tasdik eden, mü’minler için bir hidâyet ve müjde olan Kur’an’ı, Allah'ın izniyle senin kalbine o indirmiştir. Ey Rasûlüm, kendilerine azap ve ceza emirlerini getirdiği için, Cebrâili kendilerinin düşmanı kabul eden o Yahudilere de ki: "Kim Cebrâili düşman kabul ederse bilsin ki, Tevrat ve İncil gibi ilahi kitapları tasdik edici, mü’minler için de bir hidâyet ve müjdeleyici olan Kur’an’ı Allah'ın izniyle senin kalbine Cebrâil indirmiştir. Kur'an bir hidâyet rehberidir. Zira mü’minler onu, imam ve önderleri kabul etmişlerdir. Onun emir ve yasaklarına, helal ve haram kıldığı hususlara boyun eğerler. Kur'an mü’minler için bir müjdedir. Zira o. mü’minlere. Allah'ın, kendileri için âhiret hayatında hazırladığı nimet ve ikramları müjdelemektedir. Allahü teâlâ, bu âyet-i kerime ile, Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)e vahiy getiren Cebrâile düşman olan Yahudileri kınamakta, Peygamberine vahiy getiren bir meleğe düşman olanların iddialarının tutarsız olduğnu beyan etmektedir. Abdullah b. Abbas, Ali b. Hüseyin, İkrime vb. müfessirler, "Cebrâil" ve "Mikâil" kelimelerinin iki kelimeden meydana gelmiş birer isim olduklarını söylemişlerdir. "Cebrâil"in "Kul" mânâsına gelen "Cibr" ve "Allah" mânâsına gelen "İl" kelimesinden meydana gelmiş bir isim olduğunu, mânâsının "Allah'ın kulu" demek olduğunu söylemişlerdir. "Mikâilin" ise "Kulluk" mânâsına gelen "Mik" ve "Allah" manâsına gelen "İl" kelimelerinden meydana gelmiş bir isim olduğunu ve mânâsının da "Allah'ın kulcağızı" olduğunu söylemişlerdir. Kur'an-ı kerimin, kendinden önceki Peygamberlere indirilen kitapları tasdik etmesinden maksat, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'e ve Allah tarafından ona gönderilenlere uymayı emreden hükümlerin Kur'anda da diğer kitaplarda da aynı olmasıdır. Kitap ehli, Allah'ın varlığı, âhiret hayatı vb. hükümleri kabul etmelerine rağmen Hazret-i Muhammed ile ilgili olan Kur’an’ın hükümlerini kabul etmemişlerdir. Halbuki Kur’an’ın bu hükümleri, Tevrat ve İncil'de de mevcut olan hükümlerdir. Yeni çıkan bir şey değildir ki garip karşılayarak inkâr etmiş olsunlar. Bütün müfessirler bu âyeti kerime’nin, Cebrâilin kendilerinin düşmanı. Mikâilin de dostlun olduklarını iddia eden Yahudilerin neden dolayı bu iddiada bulundukları hususunda farklı görüşler zikretmişlerdir: a- Abdullah b. Abbas, Şehr b. Havşeb, İbn-i Cüreyc ve Kasım Bezzeden nakledilen bir görüşe göre, Yahudilerin böyle bir iddiayı ileri sürmelerinin sebebi, Resûlüllah'ın Peygamberliği hakkında bizzat kendisiyle tartışmaya girişmeleri ve âciz kaldıklarında da böyle bir iddiayı ileri sürerek iman etmemekte diretmeleridir. Bu hususta Şehr b. Havşeb, Abdullah b. Abbasın şunları söylediğini rivâyet etmektedir: Bir gün Yahudilerden bir topluluk Resûlüllah'a geldi ve ona: "Ey Ebul Kasım, sana, Peygamber olmayanın bilemeyeceği bazı hususlar soracağız sen onları bize bildir" dediler. Resûlüllah da: "Dilediğinizi sorun fakat siz bana, Allah'ı şahit tutarak yemin edin ve Yakup (aleyhisselam)ın, oğullarından aldığı ahdî verin ki eğer ben sizlere, doğru olduğunu bildiğiniz şeyleri söyleyecek olursam Müslüman olmakta mutlaka bana uyacaksınız." dedi. Yahudiler: "Sana bu sözü veriyoruz," dediler. Resûlüllah: "Şimdi dilediğinizi sorun." dedi. Yahudiler: "Sana soracağımız şu dört hususu bize bildir. Tevrat inmeden önce Yakubun kendisine haram kıldığı yemek hangisidir? Söyle bize, erkeğin suyu (menisi) nasıl, kadının suyu nasıldır? O sudan erkek çocuk nasıl olur? Yine söyle bize, timmi olan Peygamberin, meleklerden velisi (en yakın dostu) kimdir?" dediler. Resûlüllah: "Şâyet ben size bu şeyleri bildirecek olursam bana uyacağınıza dair Allah'a ahd ve misak eder misiniz? (Kesin söz verir misiniz?) dedi. Onlar da Resûlüllah'ın istediği kadar ahdü misakta bulundular, Resûlüllah: "Mûsa (aleyhisselam)a Tevratı indiren Allah hakkı için söyleyin bana, Yakup (aleyhisselam)ın ağır bir şekilde hastalandığını, hastalığının uzun sürdüğünü, bu yüzden Allah'a yemin ederek, eğer Allah onu bu hastalığından kurtaracak olursa yiyeceklerin ve içeceklerin en sevimli olanını kendisine yasaklayacağına dair bir adakta bulunduğunu, Yakub'a yiyeceklerin en sevimlisinin deve eti olduğunu içeceklerin en sevimlisinin de deve sütü olduğunu biliyor musunuz?" dedi. Onlar da: "Allah için evet, biliyoruz." dediler. Resûlüllah tekrar sordu: "Mûsaya Tevratı indiren Allah hakkı için söyleyin bana, sizler, erkeğin suyunun beya? ve katı, kadının suyunun ise sarı ve ince olduğunu, bu sulardan hangisi ciğerine galip gelirse çocuğun, Allah'ın izniyle onun cinsinden ve benzerin den olduğunu, eğer erkeğin suyunun kadının suyuna galip gelirse; Allah'ın izniyle çocuğun erkek, kadının suyu erkeğin suyuna galip gelirse, Allah'ın izniyle çocuğun kız olacağını biliyor musunuz?" Yahudiler: "Allah için evet biliyoruz" dediler. Resûlüllah da buyurdu ki: "Ey Allah’ım sen bunlara şahit ol." Yine Mûsaya Tevratı indiren Allah hakkı için söyleyin bana, sizler, bu iimmi Peygamberin gözlerinin uyuduğunu kalbinin ise uyumadığını biliyor musunuz?" dedi. Yahudiler: "Allah için evet biliyoruz." dediler. Resûlüllah buyurdu ki: "Ey Allah'ım sen şahit ol." Yahudiler: "Şimdi sen, meleklerden kimin senin samimi dostun olduğunu söyle. İşte o zaman seninle beraber oluruz veya senden ayniniz." dediler. Resûlüllah: "Şüphesiz ki benim meleklerden en yakın dostum Cebrâildir. Allah, hiçbir Peygamber göndermemiştir ki onun yakın dostu Cebrâil olmamış olsun." buyurdu. Yahudiler: "İşte şimdi o melek hususunda senden ayrılıyoruz. Şâyet senin, meleklerden olan dostun ondan başka birisi olsaydı elbette ki sana uyar ve seni tasdik ederdik, dediler. Resûlüllah: "Sizin, Cebrâili tasdik etmenize mani olan nedir?" dedi. Onlar da: "O bizim düşmanımızdır." dediler. İşte bunun üzerine Aziz ve Celil olan Allah, "Dedi ki: Kim Cebrâilin düşmanı ise bilsin ki, geçmiş kitapları tasdik eden, mü’minler için bir hidâyet ve müjde olan Kur’an’ı Allah'ın izniyle senin kalbine o indirmiştir." Âyetini ve bundan sonra gelen dört âyeti indirmiştir. İşte o zaman Yahudiler, gazap üstüne gazaba uğradtlar Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 1, s. 278 b- Şa'bî, Katade, Süddî ve Mücahide göre ise, Yahudilerin, Cehrailin kendilerinin düşmanı, İsrâfîlin ise dostları olduğunu iddia etmelerinin sebebi, Resûlüllah hakkında Hazret-i Ömer ile Yahudiler arasında geçen bir tartışmadır. Bu hususta Şa'bî diyor ki: "Ömer, "Revha" denen yere gitti. Orada bir kısım insanların, taşlara yönelerek namaz kıldıklarını gördü. "Bunlar ne yapıyor?" dedi. "Bu insanlar Resûlüllah'ın burada namaz kıldığını zannediyorlar." diye cevap verdiler. Ömer, onların bu hallerinden hoşlanmadı ve dedi ki: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)e bu vadide namaz gelip çatmıştı. O, burada namazını kılıp gitti. "Ömer sözlerine devamla dedi ki: "Ben, Yahudilerin Tevratın okunduğu mekteplerinde bulundum. Tevratın Kur’an’ı, Kur’an’ın da Tevrati doğrulamaları hoşuma gidiyordu. Yine bir gün ben onların yanında bulunurken o Yahudiler: "Ey Hattabın oğlu, arkadaşların içinde bize en sevimli olan sensin," dediler. "Neden dolayı?" diye sordum. Yahudiler: "Çünkü sen bize geliyorsun." diye cevap verdiler? Ben de dedim ki: "Benim size gelişimin sebebi, Kur’an’ın Tevratı, tevrattn da Kur’an’ı nasıl doğruladıklarının hoşuma gitmesidir." O sırada Resûlüllah oradan geçti. Yahudiler: "Ey Hattabın oğlu, işte arkadaşınız. Haydi yetiş ona." dediler. Ben de onlara dedim ki: "Kendisinden başka ilâh olmayan, sizi koruyup besleyen ve size kitabını emanet eden Allah hakkı için söyleyin oana, siz, onun, Allah'ın Peygamberi olduğunu biliyor musunuz? "Bunun üzerine sustular. Sonra içlerinde en âlim olanları ve büyükleri dedi ki: "Bu size büyük bir yemin verdirdi. Buna cevap verin." Onlar da: "Sen bizim âlimimizsin ve efendimizsin buna sen cevap ver." dediler. Bunun üzerine o âlim kişi: "Senin bizi Allah'a havale ettiğin meseleye gelince, bizler onun, Allah'ın Peygamberi olduğunu biliyoruz." dedi. Dedimki: "O halde vay halinize (Yani helak oldunuz)" Dediler ki: "Hayır, biz helak olmadık." Dedim ki: "Nasıl olmadınız. Siz onun Peygamber olduğunu biliyor sonra da ona tabi olmuyor ve ona iman etmiyorsunuz?" Dediler ki: "Bizim, meleklerden hem düşmanîmiz hem de kendisiyle barışık olduklarımız vardır. Bizim, meleklerden düşmanı olduğmuz melek, Muhammed'le arkadaş okiu. Dedim ki: "Meleklerden düşmanınız kim? Barışık olduğunuz kim?" Dediler ki: "Düşmanımız Cebrâil, barışık olduğumuz da Mikâüdir." dedim ki: "Cebrâil ile neden düşman oldunuz? Mikâil ile neden barışık oldunuz?" Dediler ki: "Cebrâil, dehşet, katılık, sıkıntı, şiddet, azap vb. hadiselerin meleğidir. Mikâil ise, şefaat, merhamet, hafifletme vb. Hadiselerin meleğidir." Dedim ki: "Peki bunların, rableri katında dereceleri nasıldır?" Dediler ki: "Biri sağ tarafındadır diğeri de sol tarafında." Bunun üzerine dedim ki: "Kendisinden başka ilâh olmayan Allah'a yemin olsun ki bu iki melek te ve bu ikisinin arasında bulunanlar da, bu iki meleğe düşman olanlara düşman ve bunlara karşı barışık olanlara da barışıktırlar. Cebrâilin, Mikâilin düşmanlarına, Mikâilin de Cebrâilin düşmanlarına karşı barışık olmaları bunlara yakışmaz." Ömer devamla diyor ki "Sonra kalktım Resûlüllah'ın arkasından gittim. O, bir kabilenin hurma bahçesinden çıkarken ona kavuştum. O bana dedi ki: "Ey Hattabın oğlu, şimdi inen âyetleri sana okuyayım mı?" Sonra "Dedi ki: "Kim, Cebrâilin düşmanı ise bilsin ki, geçmiş kitapları tasdik eden, mü’minler için bir hadiyet ve müjde olan Kur’an’ı Allah'ın izniyle senin kalbine o indirmiştir." âyetini ve bundan sonra gelen âyetleri okudu. Bunun üzerine dedim ki: "Ey, Allah'ın Resulü, babam anam sana feda olsun, seni, hak Peygamber olarak gönderen Allah'a yemin olsun ki ben sana bunu haber vermek için gelmiştim. Halbuki, lütuf sahibi ve her şeyden haberdar olan Allah, bu haberi sana benim söylememden önce bildirdi. |
﴾ 97 ﴿