43Ey iman edenler, sarhoşken ne söylediğinizi bilinceye kadar na maza yaklaşmayın. Cünüp iken de gusül edinceye kadar namaz kılmayın. Yolcu olanlar müstesnadır. Eğer hasta iseniz veya yolculukta iseniz yahut biriniz tuvaletten gelmişse veya kadınlara dokunmuşsanız ve bu durumda da su bulamamişsanız, tertemiz bir toprak ile teyemmün edin. Yüzlerinize ve ellerinize sürün. Şüphesiz ki Allah, çok affeden, çok bağışlayandır. Ey iman edenler, içki içerek sarhoş olmuşken ne söylediğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın. Cünüp iken de gusül edinceye kadar namaz kılma yın. Fakat yolcu olup ta su bulamayanlar müstesnadır. Onlar teyemmüm ederler. Eğer yaralı veya başka bir şekilde hasta iseniz veya sıhhatli olduğunuz halde yolculukta iseniz yahut küçük veya büyük abdest bozmaktan gelmişseniz veya cinsi münasebette bulunmuşsanız ve bu durumda abdest alacak veya cünüplükten temizlenecek kadar su bulamamışsanız tertemiz bir toprak ile teyemmüm edin. Âyet-i kerime’de: "Sarhoşken ne söylediğiniz bilinceye kadar namaza yaklaşmayın." buyurulmaktadır. Müfessirler, burada zikredilen sarhoşluğun, neden meydana gelen bir sar hoşluk olduğu hususunda iki görüş zikretmişlerdir: a- Hazret-i Ali, Abdullah b. Abbas, Ebû Rezin, Mücahid, Katade ve İbrahim en-Nehaiye göre bu âyette zikredilen sarhoşluktan maksat, içki içmekten mey dana gelen sarhoşluktur. Onlara göre bu âyet-i kerime, içkinin kesin olarak ya saklanmasından önce nazil olmuş, içki içtikten sonra sarhoş olanların uyanıp ne söylediklerini bilinciye kadar namaza yaklaşmamalarını emretmiştir. Daha son ra ise içki kesin olarak yasaklanmış ve bu âyetin hükmü neshedilmiştir. Bu hususta Hazret-i Alinin şunları söylediği rivâyet edilmektedir: "Bir gün Abdurrahman b. Avf bize yemek yaptı ve bizi davet etti ve bize içki içirdi. İçki bizi sarhoş etti. O sırada namaz vakti gelmişti. Beni İmam olarak öne geçirdiler. Ben de Kâfırûn suresini yanlış bir şekilde şöyle okudum: "De ki: "Ey kâfirler, ben sizin yaptıklarınıza ibadet etmem. Biz ise sizin taptıklarınza ibadet ederiz." Bunun üzerine Alla teala " Ey iman edenler, sarhoşken ne söylediğinizı bilinceye kadar namaza yaklaşmayın." âyetini indirdi. Tirmizi, K. Tefsir el-Kur'na Sûre 4, Hadis No: 3026 Ebû Vâil, Ebû Rezin ve İbrahim en-Nehai bu âyetin ve Bakara suresinin iki yüz on dokuzuncu âyeti olan: "Ey Rasûlüm, sana içki ve kumardan soru yorlar. De ki "Onlarda büyük günahlar vardır. İnsanlar için bazı faydalan da vardır. Ancak günahları faydalarından çok büyüktür." âyetinin ve Nahl sûresi nin altmış yeydinci âyeti olan: "Hurma ağaçlarının meyvelerinden ve üzümler den, sarhoş edici içkiler ve güzel rızıklar edinirsiniz..." âyetinin, içkinin kesin olarak haram olduğunu belirten Maide suresinin doksanıncı âyetiyle neshedildiğini söylemişlerdir. b- Dehhaka göre ise bu âyette zikredilen sarhoşluktan maksat, uyku sar hoşluğudur. Buna göre Allahü teâlâ mü’minlere, uykudan dolayı sarhoş bir haldeyken tamamen kendilerine gelip ne söylediklerini bilinceye kadar namaza yaklaşmamalarını emretmiştir. Taberi buradaki sarhoşluktan maksadın, içki içmekten meydana gelen sarhoşluk olduğunu ve Allahü teâlânın, içkiyi kesin olarak yasaklamasından önce mü’minlere, sarhoşken namaza yaklaşmamalarını emrettiğim söyleyen görüşün tercihe şayan olduğunu söylemiştir. Zira bu âyetin, içki içmekten meydana gelen sarhoşluk hakkında nazil olduğuna dair, Resûlüllah’ın sahabilerinden, birbirini destekleyen haberler zikredilmiştir. Taberi diyor ki: "Eğer denilecek olursa ki: "Bu âyette zikredilen sarhoş luktan maksadın, içki içmekle meydana gelen sarhoşluk olduğu nasıl söylenebilir? Zira sarhoş olan aklını kaybeder, deliler gibi olur. Delileri de herhangi bir vazife ile yükümlü tutmak mümkün değildir. O halde sarhoş olan kimse nasıl olur da namaza yaklaşmamakla emrolunur?" Cevaben denir ki: "Sarhoşlar akıllarını kaybeden deliler gibi değil, vücutları uyuşan ve hareketleri yavaşlayan kimselerdir. Bu sebeple emir ve yasaklara muhatap olma durumundadırlar. Şa yet birsarhoş tamamen aklını kaybedip deli durumuna düşerse elbette ki bu âyet-i kerime ile muhatap olduğu söylenemez. Âyet-i kerime’nin: "Cünup iken de gusül edinceye kadar namaz kılmayın. Yocu olanlar müstesnadır." diye tercüme edilen ifadesi müfes sirler tarafından iki şekilde izah edilmiştir: a- Abdullah b. Abbas, Hazret-i Ali, Said b. Cübeyr, Mücahid, Hasan-ı Basri, Hakem ve İbn-i Zeyde göre bu ifadeden maksat, "Yolcu olanlar" demektir. Bunlara göre bu cümlenin mânâsı şöyledir: "Cünüp olan kimse yıkanmadan namaz kılmasın. Ancak yolcu olanlar müstesnadır. Onlar cünüp olurlarsa teyemmüm ederek namaz kılabilirler." Bu hususta Abdullah b. Abbas'ın şunları söylediği rivâyet edilmektedir: Men maksat, yolculuk yapanlardır. Allahü teâlâ onlara buyur muştur ki: "Cünüp iseniz, su bulduğunuz zaman yıkanmadan önce namaza yak laşmayın. Şâyet su bulamazsanız, ben sizin için toprağa meshederek teyemmüm yapmanızı helal kıldım." Hazret-i Alinin de şöyle söylediği rivâyet edilmektedir: "Cünüp iken yıkan madan namaza yaklaşmayın. Ancak misafir olup ta su bulamama durumunuz müstesnadır. Bu takdirde teyammüm edin." b- Yine Abdullah b. Abbas, Said b. Cübeyr Hasan-ı Basri, İbrahim en Nehai, Ebû Ubeyde, İkrime, Zühri, Yezid b. Habib ve Mücahide göre ifadesinden maksat, "Yoldan geçenler müstesnadır." demektir. Bunlara göre âyetin bu bölümünün mânâsı şöyledir: "Ey iman edenler, sar hoşken ne söylediğinizi bilinceye kadar namaz kılmak için namazgahlara yak laşmayın. Cünüp olduğunuzda da yıkanıncaya kadar namazgahlara yaklaşmayın. Ancak namazgahtan, bir yol uğrağı olarak geçenler müstesnadır. Bunlar cünüpte olsalar yıkanmadan önce namazgahların içinden geçebilirler." Bu hususta Abdullah b. Abbasın şunları söylediği rivâyet edilmektedir: Cünüp iken mescide yaklaşma. Ancak yolunun oradan geçmiş olması durumu müstesnadır. Oradan bir geçit olarak geçebilirsin. Fakat orada oturma." Yine Abdullah b. Abbasın, Hayızh olan kadının ve cünüp bir kimsenin, içinde oturmadıkça mescitten geçmelerinde bir sakınca yoktur." dediği rivâyet edilmektedir. Taberi, bu ikinci görüşün tercihe şayan olduğunu ifade sinden maksadın "Ancak namaz kılınan yerlerden gelip geçenler müstesnadır." demek olduğunu söylemiştir. Çünkü âyetin devamında: "Eğer hasta iseniz veya yolculukta iseniz yahut biriniz tuvaletten gelmişse veya kadınlara dokunmuşsanız ve bu durumda su bulamamışsanız tertemiz bir toprakla teyemmüm edin." buyurulmakta ve cünüp olan yolcunun hükmü beyan edilmektedir. Âyetin bu bölümünde önce zikredilen ifadesini de yolcu olarak izah etmekle âyetin, lüzumsuz bir tekrarda bulunduğu söylenmiş olur ki bu doğru değildir. Diğer yandan kelimesinin türetildiği fiilinin Arapçadaki mânâsı, "Yolun veya nehirin bir yanından diğer yanına geçmektir." Buradaki sıfatı da namazgahın bir tarafından diğer tarafına geçeni ifade etmektedir. Âyet-i kerime’de: "Eğer hasta iseniz veya yolculukta iseniz yahut biriniz tuvaletten gelmişse veya kadınlara dokunmuşsanız ve bu durumda da su bulamamışsanız tertemiz bir toprakla teyammüm edin." buyurulmaktadır. Müfessirler, burada zikredilen hastanın nasıl bir hasta olduğu farklı şekillerde izah etmişlerdir. a- Bazılarına göre burada zikredilen "Hasta"dan maksat, bir yeri kınlan veya yaralanan yahut bir yerinde yara çıkan, su ile yıkandığı takdirde zarar gö receğinden korkan kimselerdir. Bu gibi kimselerin teyemmüm etmeleri caiz olur. Bu görüşte olanlardan Abdullah b. Mes'uda göre burada zikredilen "Hasta"dan maksat, bir yeri kırılan veya yaralanandır. Ebû Malik ve Süddiye göre ise "Bir yeri yaralanandır." Said b. Cübeyre göre "Bir yeri yaralanan ve kendisinde yara meydana gelen yahut çiçek hastalığına yakalanandır." b- İbn-i Zeyde göre ise burada zikredilen "Hasta"dan maksat, suyu kulla namayacak derecede hasta olan ve kendisine su getirin yıkayacak kimsesi de bulunmayan hastalardır. İşte böyle bir hastanın teyammüm etmesi caizdir. Taberi diyor ki: "Âyetin te'vili şöyledir: "Eğer sizler yaralanacak oluşanız veya bir yerinizde yara çıkacak olursa yahut bir yeriniz kırılacak olursa ya da cünüplükten yıkanmaya gücünüz yetmeyecek kadar hasta olursanız ve o sırada yolcu olmayıp meskun iseniz temiz toprakla teyemmüm edin." Âyet-i kerime’de geçen ve "Tuvalet" diye tercüme edilen keli mesinin asıl mânâsı "Geniş bir vadi" demektir. Tuvalet olarak özel yerler yapıl madan önce insanlar beşeri ihtiyaçlarını bu gibi vadilerde giderdikleri için "Tuvalet yeri" mânâsına bu kelime kullanılmıştır. Âyet-i kerime’de geçen ve "Kadınlara dokunmuşsanız" diye tercüme edilen ifadesi, müfessirler tarafından iki şekilde izah edilmiştir. a- Abdullah b. Abbas, Hazret-i Ali, Katade ve Hasan-ı Basriden nakledilen bir görüşe göre burada zikredilen "Kadanlara dokunmak"tan maksat, kadınlarla cin si münasebette bulunmaktır. Bu görüşte olanlara göre âyet-i kerime’de, kadınlar la cinsi münasebette bulunan kimsenin su bulamaması halinde teyemmüm etmesi emredilmektedir. İkrime diyor ki: "Said b. Cübeyr, Ata b. Ebi Rebah ve Ubeyd b. Umeyr bu âyette zikredilen "Dokunmak"tan neyin kastedildiği hususunda ihtilaf ettiler. Said b. Cübeyr ve Ata, buradaki "Dokunmak"tan maksadın, kadınlara cinsi münasebete varmayacak derecede dokunmak olduğunu söylemişler, Ubeyd ise bu rada ifade edilen "Dokunmak"tan maksadın, cinsi münasebette bulunmak olduğunu söylemiştir. Onlar bu meseleyi tartışırken, Abdullah b. Abbas çıkıp gelmiş meseleyi ona sormuşlar o da şu cevabı vermiştir: "Arap olmayan iki kişi hata etmişler, Arap olan kişi ise isabet etmiştir. Buradaki dokunmak'tan maksat, cinsi münasebette bulunmaktır. Fakat Allahü teâlâ, örtülü ve nezih bir şekilde ifadede bulunmuştur. b- Abdullah b. Mes'ud, Ubeyde es-Selmani, Abdullah b. Ömer, Âmir eş-Şa'bi, İbrahim en-Nehai, Hakem, Hammad ve Ebû Ubeydeden nakledilen ikinci bir görüşe göre bu âyette zikredilen dokunmak'tan maksat, erkeğin, kadının vücuduna eli veya herhangi bir azası ile dokunmasıdır. Cinsi münasebette bulun mak değildir. Bunlara göre kadının vücudundan herhangi bir yere çıplak olarak eliyle dokunan veya onu öpen erkeğin abdesti bozulur. O erkeğin yeniden ab-dest alması gerekir. Taberi diyor ki: "Bu iki görüşten tercihe şayan olan görüş, bu âyette zik redilen "Dokunmak"tan maksadın, cinsi münesebette bulunmak olduğunu söyleyen görüştür. Cinsi münasebetin dışındaki diğer dokunmalar değildir. Zira bu hususta Resûlüllah’ın, hanımlarından bazılarını öptükten sonra abdest almadan namaz kıldığına dair sahih haberler zikredilmiştir. Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) Resûlüllah’ın kendisini öptüğünü ve ondan sonra da ab dest almadığını söylemiştir Ebû Davud, K. et-Taharet, bab: 69, Hadis No : 178 Diğer bir Rivâyette Hazret-i Âişe şöyle demiştir: "Resûlüllah, hanımlarından birini öptü sonra çıkıp namaza gitti ve abdest de almadı. Ebû Davud, K. et-Taharet, bab: 69, Hadis No: 179 Zeyneb eş-Sehmiye, Hazret-i Âişenin, şunları söylediğini rivâyet etmiştir. "Resûlüllah abdest alırdı. Sonra öperdi ve namaz kılardı. Abdest de al mazdı. Bunu bana yaptığı da olmuştu. İbn-i Mace, K. et-Taharet bab: 69 Hadis No ; 503 Taberi, Ümmü Selemenin de Resûlüllahtan benzeri bir hadisi Rivâyet ettiğini söylemiştir. Müfessirler, bu âyet-i kerime’nin kimler hakkında nazil olduğu hususunda iki görüş zikretmişlerdir: a- İbrahim en-Nahai'ye göre bu âyet-i kerime, yaralanmış olan ve yaralı iken cünüp olan sahabiler hakkında nazil olmuştur. Onlar bu durumlarım Resûlüllah'a anlatmışlar bunun üzerine bu âyet inmiş ve onların teyemmüm edeceklerini beyan etmiştir. b- Hazret-i Âişe ve diğer bazı sahabilere göre bu âyet-i kerime, bir yolculuk esnasında cünüp olan ve yıkanmak için su bulamayan sahabiler hakkında nazil olmuş ve onların toprakla teyemmüm etmelerini beyan etmiştir. Bu hususta Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) diyor ki: "Biz, bir yolculuğu sırasında Resûlüllah ile beraber gitmiştik. "Beyda" veya "Zatülceyş" denen yere vardığımızda gerdanlığım koptu. Resûlüllah onu aramaya girişti. İnsanlar da onunla beraber arıyorlardı. Onlar bir su başında de ğillerdi. İnsanlar Ebubekir'e gittiler ve ona: "Âişenin ne yaptığını görüyor musun? O, Resûlüllah'ı ve insanları yolundan alıkoydu, insanlar ne bir suyun ba-şmdalar ne de onların yanında su bulunuyor." dediler. Bunun üzerine Ebubekir çıkıp geldi. O sırada Resûlüllah başını dizime koymuş ve uyumuştu. Ebubekir: "Sen Resûlüllah'ı ve insanları yolundan alıkoydun. Onlar bir su başında değiller. Yanlarında su da yok." dedi. Babam Ebubekir bana çok sitem etti ve Allah'ın di lediği kadar sözler söyledi. Eliyle böğrüme dürtüyordu. Benim hareket etmeme, Resûlüllah'ın dizimde uyuması engel oluyordu. Nihâyet Resûlüllah sabah olun ca kalktı. Orada hiç su yoktu. İşte o sırada Allah, teyemmüm âyetini indirdi. Orada bulunanlar teyemmüm ettiler. Üseyd b. Hudayr da: "Ey Ebubekir ailesi, bu sizin ilk bereketiniz değildir." dedi. Biz, üzerine binmiş olduğum deveyi kaldırdık. Gerdanlığımı onun altında bulduk." Buhari, k. et-Teyemmüm, bab: 1 Taberi bu hadisi Hazret-i Âişe'den çeşitli şekillerde Rivâyet etmiştir. Âyet-i kerime’de geçen ve "Toprak" diye tercüme edilen ( kelimesi, Katade tarafından "Ağaç ve bitki olmayan yer", İbıvi Zeyd tarafından "Düz yer", Amr b. Kays tarafından, "Toprak", diğer bir kısım âlimler tarafından ise "Toprak ve tozlu yeryüzü" diye izan edilmiştir. Taberi bu kelimeden maksadın, "Bitkilerden, ağaçlardan, binalardan arınmış olan düz yer." olduğunu söyleyen görüşün doğru olduğunu söylemiştir. Âyet-i kerime’de, teyemmüm eden kimseye, yüzünü ve ellerini toprağa sünnesi emredil inektedir. Müfessirler, teyemmüm eden kimsenin, ellerinin ne kadarını toprağa sür me mecburiyetinde olduğu hususunda üç görüş zikretmişlerdir. a- Ammar b. Yasir, Âmir eş-Şa'bi, İkrime, Evzai ve Mekhul'den nakledi len bir görüşe göre, teyemmüm eden kimse ellerini toprağa sürüp bileklerine ka dar mesheder. Bileklerinden yukarı, dirseğe doğru herhangi bir yerini meshetmez. Bunlar, görüşlerine delil olarak, Abdurrahman b. Ebza'dan rivâyet edilen şu hadis-i şerifi göstermişlerdir: "Bir adam Ömer'e geldi. Ben cünüp oldum fakat su bulamıyorum." dedi. Ömer ona "Namaz kılma" dedi. Bunun üzerine Ammar, "Ey mü'minlerin emin, hatırlamıyor musun bir zaman ben ve sen bir müfrezede bulunuyoduk. İkimiz de cünüp olmuştuk ve su bulamamıştık. Sen namaz kılmamıştın. Ben ise toprak ta yuvarlanmış ve namaz kılmıştım. . Resûlüllah da buyurmuştu ki: "Senin iki elini yere vurman sonra da onlara üflemen daha sonra da o ikisiyle yüzünü ve ellerini meshetmen senin için kâfi idi... Müslim, K.el-Hayz, bab; 112, Hadis no: 368 Hadisin diğer bir Rivâyetinde Resûlüllah Ammar'a: "Şöyle yapman senin için yeterliydi." buyurmuş ve Resûlüllah iki elini yere vurmuş, onlara tiflemiş ve onlarla yüzünü ve iki elini meshetmiştir." Buhari, K. et-Teyemmüm, bab: 4 Görüldüğü gibi bu görüşte olanlar, teyemmümde ellerin, sadece bileklere kadar meshedilmesinin yeterli olduğunu, zira Kur'an-ı Kerim'de "El" kelimesi zikredilince bileğe kadar olan kısmının kasdedildiğini söylemişlerdir. Nitekim hırsızlık yapan erkek ve kadının ellerinin kesilmesi emredilmiş ve bunlara hır sızlık cezası uygulanırken de elleri bileklerinden kesilmiştir. Bu da göstermek tedir ki bu âyette teyemmüm hususunda zikredilen "El"den maksat da bileğe ka dar olan el'dir. b- Abdullah b. Ömer, Hasan-ı Basri ve Âmir eş-Şa'bi'ye göre ise teyem mümde ellerin meshedilme sınırı, dirseklere kadardır. Zira abdest alırken eller dirseklere kadar yıkanır. Allahü teâlâ, teyemmüm eden kişiden, başını ve ayaklarını meshetme yükümlülüklerini kaldırmış fakat onların, yüzlerini ve ellerini toprakla meshetmelerini emretmiştir. Bundan anlaşılmaktadır ki, teyemmümde ellerin meshedilme sınırları, abdest alırken yıkanan yerlerdir. Taberi, bu görüşte olanların, Ebû Cüheym'den Rivâyet edilen şu hadisi delil gösterdiklerini zikretmiştir. Ebû Cüheym diyor ki: "Ben, Resûlüllah'ın, küçük abdestini bozduğunu gördüm. Ona selam verdim o benim selamımı almadı. İhtiyacını görünce bir duvarın önünde kalktı. Ellerini duvara vurdu. Onlarla yüzünü mesnetti. Ellerini tekrar duvara vurdu ve ellerini dirseklerine kadar meshetti. Ondan sonra benim selamımı aldı... Not; Taberi bu hadisi bu şekilde Rivâyet etmiştir. Ancak Buhari, Müslim, ve diğer hadis kitaplarında Ebû Cüheym'den bu hadis-i şerif şu şekilde Rivâyet edilmiştir. Ebû Cüheyrn demiştir: "Resûlüllah, Cemel kuyusu tarafından geliyordu. Onunla bir adam karşılaştı. Ve ona selam verdi. Fakat Resûlüllah onun selamını almadı. Bir duvara yöneldi. Yüzünü ve ellerini meshetti. Sonra adamın selamını aldı. (Buhari, K. et-Teyemmüm, b. 3 /Müslim, K. el-Hayz, b. 114 HN. 369) Ebû Davud, Taberinin, ebu Cüheymden Rivâyet ettiği bu hadisi, onun Rivâyetine benzer bir şekilde, Abdullah b. Ömerden Rivâyet etmiş ancak hadisin ravilerinden, Muhammed b. Sabitin, Ahmed b. Hanbel tarafından, teyemmüm hakkındaki hadislerinden dolayı tenkid edildiğini söylemiştir. (Bu hususta Bkz. Ebû Davud, K. et-Taharet b. 124. MN. 330) c- Zühri'ye göre ise teyemmüm eden kimse ellerini omuzlarına ve koltuk altlarına kadar meshetmek zorundadır. Zira yüzünü meshederken bütününü meshettiği gibi ellerini meshederken de bütün kolunu meshetmesi gerekir. Bu görüşte olan âlimler, görüşlerine delil olarak Amrnar b. Yasir'den ri vÂyete dilen şu hadisi zikretmişlerdir; "Resûlüllah, "Ulâtül Ceyş' denen yerde konakladı. Yanında hanımı Âişe de bulunuyordu. Âişe'nin, Zıfar şehri boncuklarından olan gerdanlığı kopup düşmüştü, insanlar onu aramak için hareketten ahkonmuş oldular. Nihâyet tan yeri ağardı. İnsanların yanında su da yoktu. Ebubekir Âişeye kızdı ve ona dedi ki: "İnsanları yolundan alıkoydun. Onların yanında su da yok." Bunun üzerine Aziz ve Celil olan Allah, temiz toprakla teyemmüm etme ruhsatını indirdi. Müslümanlar Resûlüllah ile birlikte kalkıp ellerini toprağa vurdular. Sonra ellerini yukarı kaldırdılar. Toprağa silkelemediler ve elleriyle yüzlerini ve dıştan omuzlarına içten de koltuk altlarına kadar olmak üzere ellerini mesnettiler." Nesâî, K. et-Taharel, bab: 196 / Ebû Davud K. et-Taharet, bab: 123, Hadis No: 318 İbn-i Mace, K. et-Taharet bab: 90, Hadis No: 565, 566 Taberi, zikredilen bu üç görüşten birinci görüşün tercihe şayan olduğunu, teyemmüm eden kimsenin, ellerini bileklerine kadar meshetmek mecburiyetinde olduğunu zira oraya kadar meshetme hususunda icma bulunduğunu ancak bileklerden yukarıya doğru meshetmenin gerekli olmayıp caîz olduğunu, teyemmüm eden kimsenin, dirseklerine veya omuzlarına kadar meshetmesinin bir mahzuru olmadığını söylemiştir. Çünkü Allahü teâlâ, teyemmüm eden kimse için ellerini meshetme hususunda bir sınır koymamıştır. Ancak, bileklere kadar meshetme nin gerekli olduğu icma ile sabittir. Teyemmüm edenin buna uyma mecburiyeti vardır. Bileklerden yukarısının meshedilmesi ise ihtilaflı bir meseledir. Bu iti barla teyemmüm eden kimse bileklerden yukarısını meshedip etmemekte ser besttir. Müfessirler, cünüp olan kimsenin de teyemmüm etme ruhsatından fayda lanıp faydalanamayacağı hususunda iki görüş zikretmişlerdir: a- Abdullah b. Abbas, Hazret-i Ali, Hasan-ı Basri gibi, âyet-i kerime’deki "Ka dınlara dokunma" ifadesini "Kadınlarla cinsi münasebette bulunma" şeklinde izah eden sahabi, tabiin ve tebe-i tabiinler, teyemmüm etme hususunda cünüp olan kimsenin de abdestsiz olan kimse gibi olduğunu, onun da su bulamaması halinde temiz toprakla teyemmüm ederek cünüplükten çıkıp temiz olacağını, ancak su bulduktan sonra yıkanacağını söylemişlerdir. Zira cünüp olan kimse nin, teyemmüm ederek temiz olacağı hususunda Resûlüllah'tan, şüpheyi bertaraf edecek derecede sağlam Rivâyetlerle hadisler zikredilmiştir. b- Abdullah b. Mes'ud, Ömer b. el-Hattab ve İbrahim en-Nehai'den nakle dilen diğer bir görüşe göre cünüp olan kimsenin, yıkanmaktan başka temizlen me yolu yoktur. Böyle bir kimsenin toprakla teyemmüm ederek temizlenmesi mümkün değildir. Zira teyemmüm, cünüp olmayanlar için verilen bir ruhsattır. Bu görüşte olanlar, âyette geçen "Cünüp iken de gusül edinceye kadar namaz kılmayın" ifadessini, "Cünüp iken de gusül edinceye kadar namaz kılınan yere yaklaşmayın. Ancak oradan geçip gitmeniz hariç." şeklinde izah etmişler ve demişlerdir ki "Allahü teâlâ, cünüp olan kimseye, gusül etmeden namaz kılınan ye re yaklaşmamasını ve ona teyemmüm etmesini emretmem iştir. Bundan da anla şılmaktadır ki, cünüp olanın, temizlenmek için yıkanmaktan başka çaresi yok tur. Bu görüşte olan âlimler, âyette geçen "Kadınlara dokunma" ifadesini, "Ka dınlarla cinsi münasebette bulunma" haricinde ve onların avret mahallerinin dı şında herhangi bir yerlerine dokunma şeklinde izah etmişlerdir. Bu hususta Şakiyk diyor ki: "Ben, Abdullah b. Mes'ud ve ebû Mûsa el-Eş'ari ile birlikte otunıyordum. Ebû Mûsa, Abdullah'a dedi ki: "Ey Ebû Abdurrahman, ne dersin, bir adam cü nüp olsa da bir ay su bulamayacak olsa o, namazı ne yapacaktır?" Abdullah dedi ki: "Bir ay su bulamasa dahi teyemmüm yapamaz," Bunun üzerine Ebû Mûsa dedi ki: "Maide süresindeki, "Şâyet su bulamamişsanız temiz toprakla teyemmüm edin. Maide Sûresi, 5/6 âyeti ne olacaktır? Abdullah dedi ki: "Şâyet bu âyette onlara ruhsat verilecek olsa su kendilerine her soğuk geldiğinde büyük bir ihtimalle toprakla teyemmüm etmeye kalkarlar." Bunun üzerine Ebû Mûsa, Abdullah'a dedi ki: "Sen Ammar'ın şu sözünü duymadın mı? Ammar demişti ki: "Resûlüllah beni bir iş için göndermişti. Ben cünüp oldum ve su bulamadım. Hayvanla rın yuvarlanması gibi toprakta yuvarlandım. Sonra Resûlüllah'a geldim ve me seleyi ona anlattım. O da buyurdu ki: "İki elinle şöyle yapman seni için kâfi idi." Sonra Resûlüllah elleriyle yere bir defa vurdu. Sol eliyle sağ elini mesnetti ve iki elinin dış taraflarım ve yüzünü de mesnetti.. Ammar'ın bunu anlatması üzerine Abdullah b. Mes'ud dedi ki: "Sen görmedin mi (Ammar bunu Ömer'e anlattı. Fakat) Ömer, Ammar'in sözüne kanaat getirmedi." Müslim, K. el-Hayz, bab: 110, Hadis No: 368 /Buhari, K. et-Teyemmiim, bab: 8 Abdurrahman b. Ebza diyor ki: "Biz, Ömer b. el-Hattab'in yanında bulunuyorduk. Bir adam gelip ona dedi ki: "Ey mü’minlerin emin, bazan bizler bir ay iki ay bekliyor su bulamıyoruz..." Bunun üzerine Ömer dedi ki: "Ben su bulamayacak olsam, onu buluncaya kadar namaz kılmam." Bunun üzerine Ammar b. Yasir dedi ki: "Hatırlıyor musun ey mü’minlerin emiri, ben şu ve şu yerde bulunuyordum. Biz o zaman deve güdüyorduk. Sen biliyorsun ki ikimiz de cünüp olmuştuk." Ömer dedi ki: "Evet hatırlıyorum." Ammar dedi ki: "Ben toprakta yuvarlanmıştım. Resûlüllah'a gelip yaptığımı anlattım. Bunun üzerine Resûlüllah güldü ve buyurdu ki: "Yeryüzü senin için kâfi idi." Resûlüllah iki elini yere vurdu. Sonra onları üfledi. Elleriyle yüzünü ve kollarının bir kısmını meshetti." Bunun üzerine Ömer dedi ki: "Ey Ammar, Allah'tan kork." Ammar da dedi ki: "Ey mü’minlerin emiri istersen ben bunu kimseye bunu anlatmam." Ömer dedi ki: "Hayır, fakat biz seni bu hususta takibettiğin yolda serbest bırakı rız." Nesâî, K. et-Taharet, bab: 198 / Müslim, K. el-Hayz, bab: 112, Hadis No: 368 Taberi diyor ki: "Bu hususta doğru olan görüş, cünüp olan kimsenin de teyemmüm ederek temizleneceğini söyleyen görüştür. Zira bu âyette zikredilen "Kadınlara dokunmak"tan maksat, daha önce de zikrettiğimiz gibi onlarla cinsi münasebette bulunmaktır. Ayrıca cünüp olan kimsenin, su bulamadığı takdirde teyemmüm ederek temizleneceği hususunda Resûlüllah'tan bir çok sahih hadis nakledilmiştir. Biz bunlardan sadece bir kısmını nakletmekle yetindik. Zira hepin uzatmak istemedik. Müfessirler, su bulamayıp da teyemmüm eden kimsenin, her namaz vakti için teyemmümü yenilemek zorunda olup olmadığı hususunda iki görüş zikretmişlerdir. a- Hazret-i Ali, Abdullah b. Ömer, Şa'bi, Katade, Yahya b. Said, Abdiilkerim b. Rebia ve İbrahim en-Nehai'ye göre teyemmüm eden kimse her namaz vakti için teyemmümü yenilemek zorundadır. Teyemmüm etme abdest almaya benze memektedir. Yani abdest alan kimse abdesti bozulmadıkça o abdestle namaz kılmaya devam edebilir. Fakat teyemmüm eden kimse, teyemmümü bozulmasa dahi her namaz için teyemmümünü yenilemek zorundadır. b- Hasan-ı Basri ve Ata'ya göre ise teyemmüm eden kimse teyemmümü, abdesti bozan şeylerle veya suyun bulunmasıyla bozulmadıkça o teyemmüm ile dilediği kadar nafile ve vakit namazı kılabilir. Bu hususta Hasan-ı Basri'nin şu-nu söylediği rivâyet edilmektedir: "Bir adam, abdesti bozulmadıkça bütün vakit namazlarını bir abdestle kılar. Teyemmüm de bunun gibidir." Taberi diyor ki: "Sahih olan görüş, "Teyemmüm eden kimsenin her namaz vakti için teyemmümünü yenilemesi gerekir." diyen görüştür. Zira, Allahü teâlâ, namaz kılmaya kalkan her insana su ile temizlenmesini, su bulamadığı takdirde de teyemmüm etmesini emretmiştir. Bu emrin gereği olarak aslında her namaz vakti için abdest almak, su bulunmadığında da teyemmüm etmek icabetmektedir. Ancak hadis-i şerifler, abdesti alan kimsenin namaza kalkması halinde, daha önceden var olan abdestinin kendisi için yeterli olduğunu, yeniden abdest alması gerekmediğini beyan etmişler bu sebeple her namaz için, abdest bozulmadıkça yeniden abdest almanın gerekli olmadığını anlatmışlardır. Teyemmüm eden kimse için ise hadislerde böyle bir açıklama olmadığından, âyeti kerime’nin genel ifadesi geçerlidir. Teyemmüm edenin her namaz için teyemmümü yenilemesi gerekmektedir. |
﴾ 43 ﴿