103

Gözler onu görmez. O ise bütün gözleri görür. O, herşeyin inceliklerini bilendir, her şeyden haberdardır.

Gözler onu kapsayumaz, o ise bütün gözleri kuşatır. O, kullarına lütufta bulunandır. Onların hak ve menfaatlerini çok iyi bilendir.

Müfessirler, âyette zikredilen "Gözler Allah’ı görmez, Allah ise bütün gözleri görür" ifadesinden neyin kastedildiği hususunda ihtilaf etmişlerdir.

a) Abdullah b. Abbas, Katade, Atiyye el-Avfı vb. âlimlerden Rivâyet edilen bir görüşe göre bu ifadenin manası şudur: "Hiçbir göz, Allah’ı kuşatamaz. Allah ise bütün gözleri kuşatır." Bunlara göre, kıyamet gününde, şu âyette belirtildiği gibi rablerine bakacaklar fakat onların gözleri, büyüklüğünden dolayı rablerini kuşatamayacaktir. Mü'minlerin, kıyamet gününde rablerini göreceklerini beyan eden âyetler ise şunlardır. "O gün öyle yüzler vardır ki pırıl pınl parlarlar. Rablerine bakarlar. Kıyamet sûresi, 75/22, 23 Bu görüşte olan âlimlere göre, âyette zikredilen ve "Görme" olarak tercüme edilen fiili, "Görmek" mânâsına değil "Kuşatmak" manasınadır. Zira bu fiil, Kur'an-ı Kerimin çeşitli yerlerinde "Görme" dışındaki mânâlarda da kullanılmıştır. Mesela: Nihâyet boğulma Firavunu yakalayınca o, "Gerçekten İsrailoğullarının inandığından başka ilâh olmadığına inandım. Ben de müslümanlardanım" dedi. Yunus sûresi, 10/90 âyetinde zikredilen fiilinin mânâsı, "görmek" değil "yakalamak" demektir. Zira, boğulma işinin, bir kimseyi gördüğünü söylemek mümkün değildir.

Yine "İki topluluk birbirini görünce "İşte yakalandık" dediler. Şuara sûresi, 26/61 âyetindeki kelimesinin mânâsı "Gönnek" değil "yakalanmak" demektir. Bunlar da göstermektedir ki, bir şey diğer bir şeye ulaşır fakat onu göremeyebilir. Birinci âyette durum böyledir. Yine bir şey diğer bir şeyi görebilir. Fakat ona ulaşamaz. Bundan da anlaşılıyor ki "Gözler Allah’ı idrak edemez" ifadesindeki fiilinin mânâsı "Görmek" değildir, "İhata etmek ve kuşatmak" demektir.

Evet, mü’minler ve cennetlikler, rablerini gözleriyle görecekler fakat gözleri onu kuşatamayacaktir. Zira, Allahü teâlâyı herhangi bir şey tarafından kuşatılmakla vasıflandırmak caiz değildir. Allahü teâlâyı "Görülmek"le vasıflandırırken görmenin kendisini kuşatamayacağı ile de vasıflandırmak, onu "Bilinmekle" vasıflandırırken, bilmenin kendisini kuşatamaması ile vasıflandırmak gibidir. İlmimizle Allah’ı kuşatamıyacağımızı söylememiz, onu bilemeyeceğimiz anlamına gelmediği gibi, onu gönyemizle kuşat anlayacağımızı söylememiz de onu hiç göremeyeceğimiz anlamına gelmez. Nitekim yaratıklar, birtakım eşyayı bilirler fakat bilgileri o eşyayı tam kuşatamayabilir. İşte Allahü teâlâyı görmek te böyle. Mü’min kullan onu görürler, fakat görmeleri onu tam olarak ihata edemez.

Bu görüşte olan âlimler demişlerdir ki: Eğer denecek, olursa ki "Bu âyette geçen cümlesini "Gözler, Allah’ı kuşatamaz" yerine "Gözler Allah’ı göremez" şeklinde izah etmeye neden karşı çıktınız?" Cevaben deriz ki: "Aziz ve celil olan Allah, kitabının kıyamet suresinde bir kısım yüzlerin kerndisine bakacağını beyan buyurmuş Bkz. Kıyamet sûresi, 75/22, 23 Resûlüllah da ümmetine kıyamet gününde rablerini, ay'ın ondördünde görülmesi gibi, bulutsuz bir günde güneşin görülmesi gibi görüleceğini haber vermiştir. Madem ki, Allahü teâlâ, kitabının bir yerinde, bir kısım yüzlerin kendisine bakacağını beyan etmiş, Resûlüllah da bunu sahih haberlerle haber vermiştir, o halde Allahü teâlânın, kıyamette, mü’minler tarafından görüleceğini söylemek te kaçınılmazdır. Zira, Allahü teâlânın kitabı, birbirini doğrulamakta ve desteklemektedir. Allahü teâlânın, bir kısım yüzlerin kendisine bakacağını beyan ettiği haberiyle, gözlerin kendisini idrak edemeyeceğini beyan ettiği haberlerinden herhangi birinin diğerini neshettiğini söylemek caiz değildir. Zira verilen haberlerde nesih caiz değildir. Bu da göstermektedir ki "Gözler Allah’ı idrak edemez" haberi ile "Yüzler rablerine bakarlar" haberi farklı şeylerdir. Yani, cennetlikler kıyamet gününde gözleriyle rablerine bakacaklar fakat onu tam ihata edemeyeceklerdir. Bu iki âyetin bu şekilde izah edilmesi her iki âyeti de doğru bir şekilde anlamaktır. Her iki haberi de tasdik etmektir. Her iki surede gelen âyetlere de boyun eğmektir.

b) Süddi ve Hazret-i Âişeden nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyette zikredilen cümlesindeki fiilinin mânâsı "Görmek" demektir. Cümlenin mânâsı ise "Gözler Allah’ı göremez" demektir. Bu hususta Süddi demiştir ki "Bu cümlenin mânâsı" Allah’ı, yarattıklarından herhangi birisi göremez." demektir.

Mesruk diyor ki:

Ben, Âişe'ye (radıyallahü anhâ) dedim ki "Ey anneciğim, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) rabbini gördü mü?" Âişe de dedi ki: "Söylediğin sözden dolayı tüylerim ürperdi. Sen şu üç şeyden haberdar değil misin? Onları sana kim söylerse yalan söylemiş olur. Kim sana "Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) rabbini gördü" derse şüphesiz ki o, yalan söylemiş olur" Sonra Âişe "Gözler onu görmez o ise bütün gözleri görür. O her şeyin inceliklerini bilendir, her şeyden haberdardır" âyetini ve "Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur. Yahut bir elçi gönderir de izniyle ona dilediğini vahyeder.. Şura sûresi, 42/51 âyetlerini okudu ve dedi ki: "Kim sana, yarın ne olacağını bildiğini söylerse şüphesiz ki o, yalan söylemiş olur." Sonra, "Hiçbir kimse yarın ne kazanacağını bilmez" Lokman sûresi, 31/34 âyetini okudu ve dedi ki: "Kim sana, "Peygamber bir şeyi gizledi" derse şüphesiz ki o, yalan söylemiş olur" Sonra: "Ey Peygamber, rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer yapmazsan, Allah'ın peygamberliğini tebliğ etmemiş olursun Maide sûresi, 5/67 âyetini okudu ve sözlerine devam ederek dedi ki: "Fakat Muhammed, Cebrâil (aleyhisselam)'ı iki defa asıl şeklinde görmüştür. Buhari, K. Tefsir el-Kur'an sures 53, bab: 1

Görüldüğü gibi Hazret-i Âişe, Allahü teâlânın, Resûlüllah tarafından dünyada iken- görülmediğini ifade etmek istemiştir. Ancak bir kısım âlimler Allahü teâlânın, dünyada, görülemeyeceği gibi, âhirette de görülmeyeceğini iddia etmişler ve izah etmekte olduğumuz âyeti buna delil -göstermişlerdir ve demişlerdir ki: "Bu âyetteki kelimesinin mânâsı, "Gözle görmek" demektir.

Allahü teâlâ, kendisinin gözle görülemeyeceğini beyan etmiştir. Bu da hem dünya hem de âhiret için geçerlidir.

Bu görüşü savunan insanlar kıyamet suresinde bazı yüzlerin rablerine bakacaklarını beyan eden âyeti te'vil etmişler, bu âyetten maksadın, "Bir kısım yüzler, rablerinin rahmetini ve sevabını beklerler." demek olduğunu söylemişlerdir. Bunlardan bazıları Resûlüllahdan, âhirette mü’minlerin, rablerini göreceklerine dair Rivâyet edilen sahih haberleri, bir kısım te'villerle te'yid etmişler, diğer bazıları ise bu haberlerin varid olduklarını inkâr etmişler, bu haberlerin, Resûlüllah’ın söylediği söz olamayacağını savunmuşlar ve Allah'ın görülemeyeceği hususunda akıllarını hakem tayin etmişlerdir. Bunlar, akıllarının, Allahü teâlânın gözle görülmesini imkânsız gördüğünü zannetmişler, bu hususta çeşitli yaldızlı sözler söylemişler, kendilerine delil bulmak için uzun uzadıya izahlarda bulunmuşlardır.

Bunların iddialarının doğru olduğunu ispatlayan ve en büyük delilleri olduğunu iddia ettikleri sözlerden biri de şudur. "İnsanların gözü, kendisine yapışık olan bir şeyi değil, görebileceği kadar uzaklıkta bulunan bir şeyi görebilir. Gözden uzak olan şey ile gözün arasında ise bir boşluk ve bir mesafe vardır. Şâyet gözlerin âhirette Allah’ı dünyadaki eşyayı gördüğü gibi görecekleri söylenirse Allahü teâlâ için bir sınır tayin edilmiş olur. Allahü teâlâyı böyle bir sıfatla sı-fatlayan ise onu, cisimlerin sıfatlarıyla sifatlamış olur. Allahü teâlâ ise, yaratıklarına benzemekten münezzehtir. Diğer yandan, kulakların sesleri, koku alma duyusunun, kokulan idrak ettikleri gibi gözlerin de renkleri görmeleri muhakkaktır. Nasıl ki sesleri almayan bir duyu organı, kokuları koklamayan koku alma organı bulunacağına hüküm vermek fasit ise, renkleri görmeyen bir görme organı bulunacağına hüküm vernıek te fasittir. Allahü teâlâyı, herhangi bir renkle vasıflandırmak caiz olmayacağına göre, onugörülebilir olmakla vasıflandırmak ta caiz delildir.

c) Diğer bir kısım âlimler de cümlesindeki fiilinin mânâsının "Görmek" olduğunu, âyeti kerime’de, Allahü teâlânini görülmeyeceği beyan edildiğini, ancak bu görülmemenin, dünyada söz konusu olduğunu, âhirette ise, Allahü teâlânın mü’minler tarafından görüleceğini, zira başka bir âyette: "O gün, öyle yüzler vardır ki pırıl pınl parlarlar. Rablerine bakarlar. Kıyamet sûresi, 75/22, 23 buyurulduğunu, Allahü teâlânın bildirdiği haberlerde tezat olmasının mümkün olmadığını, bu itibarla, izah edilen âyetteki "Görülmeme"nin sadece dünyaya mahsus olan bir görülmeme olduğunu söylemişlerdir.

Bunlardan bazıları demişlerdir ki: "Bu âyette zikredilen fiili her ne kadar bazı yerlerde "Görmek" mânâsına gelmiyorsa da burada "Görmek" mânâsında kullanılmıştır. Çünkü bu fiilin mânâlarından biri de "Görmek"tir. Kişi, gördüğü şeyi aynı zamanda idrak ta etmiş olur. Buradaki, "Görme" mânâsına gelen "İdrak etme" her zaman olacak bir idrak etme değil sadece dünyaya has olan bir idrak etmedir. Yani dünyada gözler Allah’ı göremezler. Allah ise o gözleri hem dünyada hem de âhirette görür" demektir.

Bu görüşte olan âlimlerden diğer bir kısmı da burada zikredilen ve "Görme" mhanâsına gelen "İdrak etme"nin, hususi bir görme ve idrak etmeyi ifade ettiğini söylemişler ancak bu hususiliğin çeşitli ihtimallere göre olacağını zikretmişlerdir. Mesela: Âyetin mânâsının, "Allah’ı, zalimlerin gözü dünyada da görmez âhirette de görmez. Mü’minlerin ve velilerin gözleri ise onu görür." şeklinde olması caizdir. Keza âyetin mhanâsmın: "Gözler Allah’ı tam olarak kuşatıcı bir şekilde görmezler. Fakat genel olarak görürler" şeklinde olması da caizdir. Yine âyetin mânâsının: "Gözler Allah’ı dünyada görmezler. Âhirette ise görürler" şeklinde olması da caizdir. Yine âyetin mânâsının: "Gözler Allah’ı, Allah'ın onları gördüğü gibi göremezler. Zira yaratılanların gözü zayıftır. Allah'ın, görme gücü verdiği kadarıyla verirler. Allahü teâlânın ise görmesi herşeyi açık seçik olarak görmesi şeklindedir. Bunlar demişlerdir ki: "Gözler Allah’ı göremez" ifadesinin özel bir göremezlik şekli olduğu ve Allah'ın dostlarının kıyamet gününde kendisini görmelerinin kesin olduğu muhakkaktır. Ancak bu özel görmezliğin yukarıda zikredilen dört ihtimalden hangi çeşit görmezlik olduğu bizce belli değildir.

d) Diğer bir kısım âlimler ise cümlesindeki fiilin mânâsının "Görme" olduğunu, âyetin mânâsının ise "Gözler Allah’ı göremez" demek olduğunu ve buradaki görmeme'nin umumi anlamda her zaman görmeme olduğunu söylemişler ve demişlerdir ki "Hiçbir göz Allah’ı ne dünyada iken ne de âhirette iken görebilecektir. Ancak Allah, kıyamet gününde dostları için beş duyu organı dışında altıncı bir duyu organı yaratacak ve onlar, bu duyu organlarıyla rablerini göreceklerdir. Bunlar, görüşlerine delil olarak şunu zikretmişlerdir: Allahü teâlâ bu âyette genel bir ifade ile, gözlerin kendisini görmeyeceğini beyan etmiştir. Buradaki görmemenin, özel bir görmeme olduğuna dair herhangi bir delil yoktur. Bu itibarla bu görmeme, her zaman ve her yer için geçerlidir. Diğer yandan başka bir âyetinde, bir kısım yüzlerin kıyamet gününde rablerine bakacaklarını beyan etmiştir. Allahü teâlânın haberleri arasında tezat olmayacağına göre ve her iki haber de sahih olduğuna göre bunları birbirleriyle dağdaştırmak izah ettiğimiz şekilde olur. Bu görüşte olun âlimler, aklî delil olarak ta şunları söylemişlerdir: "Bizim âhirette Allah’ı bu gözlerimizle kuvvetlendirilerek görmemiz caiz olsa dünyada iken zayıf halleriyle de kısmen de olsa görmemiz icabeder. Çünkü herhangi bir fonksiyon için yaratılan bir organ, tamamen yok olmadıkça o fonksiyonunu az da olsa icra eder. Bu itibarla gözün, yaratıcısını herhangi bir haliyle veya herhangi bir zamanda görmesi mümkün kabul edilecek olursa bu gözün, dünyada iken zayıf olduğu halde de yaratıcısını görmesi gerekir. Gözlerimiz dünyada, yaratıcılarını görmediklerine bunların bu halleriyle âhirette de görmeleri mümkün değildir. Allahü teâlâ da âhirette, yüzlerin, rablerine bakacaklarını bildirmiştir. O halde âhirette Allahü teâlâ, özel bir duyu organı yaratacak biz de onunla kendisini göreceğiz.

Taberi diyor ki: "Bize göre bu hususta doğru olan görüş, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'den sağlam bir şekilde nakledilen haberlerin beyan ettikleri görüştür. Resûlüllah, kıyamet gününde mü’minlerin, rablerini ayın on dördünde onu gördükleri ve bulutsuz bir zamanda güneşi gördükleri gibi göreceklerini beyan etmiştir. Evet, mümminler rablerini görecekler, fakat kafirlerin görmelerine engel olunacaktır. Nitekim Allahü teâlâ bu hususta bir âyet-i kerimesinde: "Hayır, hayır o gün yalanlayanların önüne rablerine karşı perde çekilmiştir Multafifin sureyi: 83/15 buyurmuştur.

Taberi sözlerine devamla diyor ki: "Kıyamet gününde Allahü teâlânın, gözle görüleceğini inkâr edenlere gelince bunlar, delil olarak şunu zikretmişlerdir. "Gözler ancak görülebilecek kadar uzak bir mesafede olanı görebilirler. Kendilerine yapışık olanı göremezler. Bu da gözle, görülen şeyin arasında bir boşluğun ve bir mesafenin bulunmasını icabettirir. Allahü teâlânın bu şekilde görüleceğini söylemek te caiz değildir. Zira, bu takdirde Allahü teâlâya bir sınır ve nihÂyet biçilmiş olur ki bu da caiz değildir. O halde Allah’ı gözle görmek te mümkün değildir.

Taberi, bunlara cevap olarak özetle şunu söylemekte ve demektedir ki: "Allahü teâlânın herhangi bir sıfatı yaratıklarının sıfatına benzetilemez. Nasıl ki, Allahü teâlânın, her şeyi sevk ve idare etmesi, yaratıklarının sevk ve idare etmelerine benzemiyorsa, yaratanın görülmesi de diğer yaratıkların görülmelerine benzemez. Allah'ın dışındaki sevk ve idare eden yaratıklar ya sevk ve idare ettiklerinin yanında bulunurlar veya uzağında bulunurlar. Allahü teâlâ ise, sevk ve idare ettiklerinin ne yanındadır ne de onlardan belli bir mesafede uzaklıkta bulunmaktadır.

Yaratıkların görülmesi, görenden belli bir mesafede uzak olmalarını icabettirirken Allahü teâlânın görülmesi için böyle bir durum söz konusu değildir.

Taberi, bu meseleyi izah etmek için şunları söylemektedir: "Sizler, yaratıcınız dışında sevk ve idare etme sıfatına sahib olan bir yaratık biliyor musunuz ki, o size ne temas eder bir vaziyette bulunsun ne de uzak olsun?" Şâyet onlar böyle birisini bildiklerini iddia ederlerse onu açıklamaları istenir. Buna da imkanları yoktur. Şâyet, "Böyle birisinin bulunduğunu bilmiyoruz, derlerse onlara denilir ki "Sizler, yaratıcınızı, size dokunmayan ve uzakta da bulunmayan bir zat olarak bilmiyor musunuz? Halbuki o, sevk ve idare etme ve işleri icra etme sıfatlarına sahiptir. İşte Allahü teâlânın görülmesi böyledir. Onun, görene temas eder halde olması veya uzakta bulunması söz konusu değildir. Çünkü o, diğer görülen şeylere benzetilemez.

Mutezile fırkası, bu âyet-i kerimeye dayanarak, Allahü teâlânın, dünyada görülemediği gibi âhirette de hiç görülemeyeceğini söylemiştir. Onların bu sözü yanlıştır. Gerek lügat bakımından gerekse Şer'i yönden, âyetin batıl bir te'vilidir. Allahü teâlânın âhirette görüleceği, sahih Hadis kitaplarında mevcut olan sağlam Nass'lar ile bildirilmiştir.

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimiz bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyuruyor:

"Şüphesiz ki sizler, ay'ı on dördünde gördüğünüz gibi kıyamet gününde rabbinîzi göreceksiniz Buhari, K. el-Mevakıt, bab: İd, bab: 26, K. el-Ezan, bab: 129, K. et-Tefsir, .Sûre 50, bab: 2, K. er-Rikak, bab: 52, K. et-Tevhid bab: 24/Ebû Dâvud, K. es-Sünne, bab: 19, Hadis No: 4729 Tirmizî, K. el-Cennet, bab: 16, Hadis No: 2551

103 ﴿