11O uydurma haberi getirip iftira atanlar, içinizden bir topluluktur. -Onu kendiniz için bir şer sanmayın. Bilakis o sizin için hayırdır. İftirada bulunanlardan herbirinin kazandığı günaha göre cezası vardır. Onlardan, iftira suçunun çn büyük payını yüklenene ise büyük bir azap vardır. Buradan itibaren on Âyet, münafıkların, Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ) aleyhinde uydurdukları ve bir kısım Müslümanları da içine ittikleri "Çirkin iftira"yı yalanlamakta, Resûlüllah'ın ailesinin bu iftiralardan beri olduğunu ortaya koymaktadır. Urve b. Zübeyr, Said b. el-Müseyyeb, Alkame b. Vakkas ve Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe, Hazret-i Âişe (radıyallahü anhâ)nm bu iftira olayını şu şeklide anlattığını Rivâyet etmektedirler. Hazret-i Âişe diyor ki: " "Resûlüllah sefere çıkarken hanımları arasında kur'a çekerdi. Kur'a kime çıkarsa Resûlüllah sefere onunla giderdi. Yine bir seferde (Beni Mustalik gazvesinde) Resûlüllah aramızda Kur'a çekti ve bana çıktı. Ben, Resûlüllah ile birlikte yola çıktım. Bu olay, kadınların örtünmelerini emreden âyet indikten sonra idi. Ben devemin üzerindeki "Hevdec"ime bindiriliyor ve indiriliyordum. Yola bu şekilde devam ettik. Resûlüllah o seferdeki savaşı bitirip geri döndüğünde Medine'ye yaklaşınca geceleyin hareket edilmesini emretti. Hareket emri ilan edilince ben kalkıp def-i hacet için gittim. Birlikten uzaklaştım. İhtiyacımı giderdikten sonra bineğime yöneldiğimde elimi göğsüme attım ki, Zefar şehri boncuğundan yapılmış olan gerdanlığım kopup düşmüş. Tekrar geri döndüm, gerdanlığımı aramaya başladım. Onu ararken geç kaldım. Beni, devenin üzerine "Hevdec"e bindirenler gelmişler, hevdecimi devenin üzerine yükleyip yola devam etmişler. Onlar, benim, hevdecin içinde olduğumu sanmışlar. Zaten o sıralarda kadınlar hafifti. Onlar şişmanlamazdı. Çünkü onlar az yemek yerlerdi. Bu sebeple hevdeci kaldırıp yükleyenler onun hafifliğini yadırgamamışlar, ben o zaman genç bir kadındım. Onlar deveyi çekip gitmişler. Ben, gerdanlığımı bulduğumda ordu hareket edip gitmişti. Ordunun konakladığı yere geldim ki orada hiç kimse yok. Daha önce oturduğum yere gittim. Ordunun beni arayarak tekrar gelip alacağını düşünüyordum. İşte ben orada otururken uyku bastırdı ve uyudum. Safvan b. Muattal es-Sülemî ez-Zevkânî, orduyu geriden takibetmekle görevliydi. Benim bulunduğum yere gelmiş orada bir insan karartısı görmüş, sonra beni görünce tanımış. Zira o, örtünme âyeti gelmeden evvel beni görmüştü, beni görünce: "İnna Lillahi ve tnna İleyhi Râciûn." derken ben uyandım. Çarşafımla yüzümü örttüm. Allah'a yemin olsun ki bana bir kelime konuşmadı. Ben de ondan "İnna Lillahi ve İnna İleyhi Râciûn." sözünden başka bir şey işitmedim. Safvan devesini çökertti, Ön ayaklarına bastı, ben kalkıp deveye bindim. Safvan deveyi çekerek birlikte orduya kavuştuk. Onlar, öğlenin şiddetli sıcağında bir yere konaklamışlardı. İşte o sırada iftira edenler helak oldular. Bu iftiranın en büyük payını, Abdullah b. Übeyy b. Selûl üstlenmişti. Medine'ye vardık. Ben, o arada bir ay hasta yattım. İnsanlar, iftira edenler hakkında çeşitli şeyler söylüyorlarmış. Ben ise hiçbir şey hissetmiyordum. Ancak ben, hastalığım sırasında, diğer hastalıklarımda gördüğüm nezâket ve ilgiyi görmüyordum. Bu beni kuşkulandırıyordu. Zira Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanıma girince selam veriyor sonra "Nasılsınız?" diyor ve sonra çıkıp gidiyordu. Doğrusu bu beni şüphelendiriyor fakat şerrin ne olduğunu hissetmiyordum. Nihâyet hastalıktan iyileşmeye başlayınca dışarı çıktım. Mıstah'ın annesiyle birlikte "Menasi" denen yere doğru çıkmıştım. Burası bizim def-i hacet ye-rimizdi. Bizler oraya ancak geceden geceye çıkıyorduk. Bu, evlerimizin yakınında tuvalet yapmadan evvelki bir haldi. Bizler, tuvalet hususunda, çölde yaşayan önceki Araplar gibiydik. Evlerimizin yakınına tuvalet yapmaktan rahatsız olurduk. Ben ve Mistahın annesi yürüyüp gittik. Mıstah'ın annesi, Muttalip b. Abd-i Menafin oğlu Ebi Rühm'ün kızı idi., Kadının annesi de Sahr b. Âmir'in kızı idi. bu kadın, Ebumesir es-Sıddıykın teyzesi id, Bunun oğlu Mıstah ise Üsase b. Abbad b. Muttahibin oğlu idi. Ben ve Mıstah'ın annesi, işimiz bittikten sonra evime doğru yöneldik Mıstahın annesi ayağı çarşafına takılarak düştü ve şöyle dedi: "Mıstah yüzükoyun sürünsün." Dedim ki: "Ne kötü bir söz söyledin. Bedir savaşına katılan bir adama hakaret mi ediyorsun?" Mıstah'ın annesi: "Ey kızım, onun, senin hakkında söylediğini işitmedin." dedi. Dedim ki: "Ne dedi?" İşte bunun üzerine Mıstahın annesi, iftiracıların ne söylediklerini bana haber verdi. Benim hastalığım daha da arttı. Evime dönünce Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yanıma gedi. Selam verdi sonra "Nasılsınız?" dedi. Ben de ona dedim ki: "Benim, anne ve babama gitmem için izin verir misin?" Ben, haberi kesin olarak onlardan öğrenmek istiyordum. Resûlüllah bana izin verdi. Anneme vanp dedim ki: "Anne, insanlar neyi konuşuyorlar?" Annem dedi ki: "Yavrum üzülme. Allah'a yemin olsun ki, güzel bir kadın, kendisini seven bir erkeğin nikâhı altında bulunsun, onun kumalan olsun da onun aleyhinde çokça konuşmuş olmasınlar. Bu pek enderdir." Dedim ki "Sübhanallah. İnsanlar bunu konuştular ha?" O gece sabaha kadar ağladım. Gözüme hiç uyku girmedi. Sabaha ağlayarak çıktım. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) vahyi beklemesi uzayınca Ali b. Ebi Talib ile Üsame b. Zeyd'i çağırdı. Onların bu konuda görüşlerini alıyor ve onlarla istişare ediyordu. Üsame, Resûlüllah'ın ailesinde bildiği temizliği ve kendi gördüğünü söyledi ve dedi ki: "Ailen hakkında hayırdan başka birşey bilmiyoruz. Ali ise: "Ey Allah'ın Resulü, Allah seni daraltmış değildir. Bunun dışında kadınlar pek çoktur. Sen, hizmetçiye sor, o sana doğruyu söyler." dedi. Bunun üzerine Resûlüllah, "Berire" adlı cariyeyi çağırdı ve ona: "Ey Berire, sen, seni şüphelendirecek herhangi bir şey gördün mü?" dedi. Berire: "Seni hak Peygamber olarak gönderene yemin olsun ki, ben onda, kendisini ayıplayacağım bir şey görmedim. Ne var ki o, yaşı genç bir kadın. Ailesinin hamurunun üzerinde uyuyor. Evcil hayvanlar gelip hamurunu yiyorlar." dedi. Bunun üzerine Resûlüllah kalkıp gitti ve minbere çıktı. Abdullah b. Übey'i kastederek: "Ey Müslümanlar topluluğu, benim ailemde, bana eziyet etmek isteyen kimse hakkında kim beni mazur görür? (Beni kınamayıp bana yardım edecek kimdir?) Allah'a yemin olsun ki ben, ailemde hayırdan başka bir şey görmedim. Onlar öyle bir adam söylüyorlar ki, ben o adamda hayırdan başka bir şey görmedim. O ancak ben olduğum zaman evime girer." Bunun üzerine Abdül Eşhel oğullarının kardeşi Sa'd b. Muaz ayağa kalktı ve: "Ey Allah'ın Resulü, ben seni mazur görürüm. Eğer sana eziyet veren kimse Evs kabilesinden ise ben onun boynunu vururum. Şâyet o kimse Hazreçli kardeşlerimizdense bize emredersin biz de emrini yerine getiririz." Bunun üzerine Hazreç kabilesinin reisi olan ve İfk (İftira) hadisesine katılan Hassan b. Sabit'in annesinin amcasının oğlu olan Sa'd b. Ubade ayağa kalktı. Bu zat, daha önce sa-lih bir kişiydi. Fakat kabilecilik taassubu onu, buna sevketti. Sa'd b. Ubade, Sa'd b. Muaz'a şöyle dedi: "Allah'a yemin olsun ki yalan söyledin. Zira sen ne o adamı öldürüşün ne de onu öldürmeye gücün yeter. O, senin kabilenden biri olsaydı onun öldürülmesini istemezdin." Bunun üzerine, Sa'd b. Muaz'ın amcasının oğlu olan Üseyd b. Hudayr ayağa kalktı ve Sa'd b. Ubadeye: "Allah'a yemin olsun ki sen yalan söyledin. Biz onu mutlaka öldürürüz. Sen münafıksın münafıktan savunuyorsun." dedi. Bunun üzerine Evs ve Hazrec kabilesine mensup olanlar ayaklandı. Resûlüllah minberin üzerindeyken birbirlerini öldürmeyi kastettiler. Resûlüllah onları hep yatıştırmaya çalıştı. Nihâyet sustular. Resûlüllah da sustu. Ben o gün de devamlı ağladım. Gözyaşlarını hiç dinmedi. Gözüme hiç uyku girmedi. Öyle ki, ben, ağlamaktan ciğerlerimin parçalanacağım zannettim. Annem babam yanımda oturuyor ve ben de ağlıyorken, Ensardan bir kadın yanıma girmek için izin istedi. Ona izin verdim. İçeri girdi, oturdu. Benimle beraber ağlamaya başladı. Biz bu durumda iken Resûlüllah yanımıza girdi. Selam verdi sonra oturdu. Aleyhime dedikodu yapıldığından beri yanıma hiç oturmamıştı. Resûlüllah bir ay beklemiş benim hakkımda kendisine hiçbir vahiy gelmemişti. Resûlüllah oturunca şehadet getirdi sonra şöyle dedi: "Ey Âişe, senin hakkındabana şunlar ulaştı. Eğer sen, beri isen, Allah senin beri olduğunu ortaya koyacaktır. Şâyet sen bir günah işlemeyi kastetmiş idiysen Allah'tan af dile ve ona tevbe et. Zira kul, günahını itiraf eder sonra tevbe ederse Allah onun tevbesini kabul eder." Resûlüllah sözlerini bitirince gözyaşlarını kurudu. Artık gözlerimden bir damla dahi düştüğünü hissetmez oldum. Ve babama dedim ki: "Resûlüllah'ın söylediklerine benim yerime cevap ver." Babam: "Vallahi ben, Resûlüllah'a karşı ne söyleyeceğimi bilemiyorum." dedi. Bu defa ben, anneme: "Resûlüllah’ın bana söylediklerine sen cevap ver." dedim. Annem de: "Vallahi Resûlüllah'a karşı ne söyleyeceğimi bilemiyorum" dedi. Ben, genç bir kadındım. Çokça Kuran okumamıştım. Dedim ki: "Vallahi ben anladım ki siz bu sözü işittiniz, kafanızda yer etti. Siz buna inanır oldunuz. Yemin olsun ki ben, beri olduğumu söylesem de sizler bana inanmayacaksınız. Yemin olsun ki eğer size birşeyler itiraf eder gibi olsam sizler bana inanacaksınız. Halbuki Allah biliyor ki ben bundan beriyim. Allah'a yemin olsun ki ben, benimle size ancak Yusufu ve onun babasını misal olarak buluyorum. Zira onun babası, "Artık bana düşen güzelce bir sabırdır, iddialarınız karşısında ancak Allah'tan yardım istenir, Yusuf sûresi, âyet: 18 demiştir. Sonra döndüm yatağıma uzandım. Allah, benim beri olduğumu biliyordu. Benim beri olduğumu da ortaya koyacaktı. Fakat, ben vallahi, hakkımda Allah’ı'ın okunan bir vahiy indireceğini beklemiyordum. Benim hakir nefsim hakkında Allah'ın birşey konuşmasını beklemiyordum. Fakat ben, Resûlüllah'ın bir rüya görebileceğini ve rüyasında Allah'ın, benim beri olduğumu ona bildireceğini bekliyordum. Allah'a yemin olsun ki Resûlüllah, oturduğu yerden kalkmadan ve ev halkından herhangi bir kimse çıkmadan Resûlüllah'a vahiy indi. Resûlüllah'a her zamanki gibi sıkıntı geldi. Öyle ki yüzünden inci taneleri gibi ter dökülüyordu. Halbuki kış günlerinden birinde idik. Bu sıkıntı, ona indirilen vahyin ağırlığından idi. Resûlüllah nihÂyet açıldı. O, gülüyordu. Onun ilk konuştuğu söz şu oldu: "Ey Âişe Allah senin beri olduğunu açıkladı." Annem bana: "Kalk ona git." dedi. "Hayır vallahi ben ona gitmem. Ben ancak Allahü teâlâ'ya hamdederim." . dedim, işte o zaman Allah: "O uydurma haberi getirip iftira atanlar içinizden bir topluluktur..." âyetinden itibaren on âyet indirdi ve bu âyetlerde benim beri olduğumu beyan etti." (Babam) Ebubekîr, akrabası olan ve fakir durumda bulunan Mıstah b. Üsase'ye yardımda bulunuyordu. (Bu olaylar üzerine) dedi ki: "Vallahi Mıstah, Âişe hakkında söylediklerini söyledikten sonra ben ona hiçbirşey vermeyeceğim." Bunun üzerine Allahü teâlâ: "İçinizden fazilet ve mal sahipleri, akrabalara, fakirlere ve Allah yolunda hicret edenlere yardım yapmamak için yemin etmesinler. Bağışlasınlar, müsamahalı davransınlar. Allah'ın sizi affetmesini sevmez misiniz? Allah, çok bağışlayandır ve çok merhametli olandır."(Nur: 22) âyetini indirdi. Ebubekir de dedi ki: "Evet, vallahi Allah'ın beni affetmesini istiyorum." Ondan sonra Ebubekir, Mıstah'a yaptığı yardımlarını yine devam ettirdi ve "Vallahi ben, yardımı bundan kesmeyeceğim." dedi. Buhari, K. el-Megazi, bab: 34, K. Tefsir el-Kur'an, bab: 6 Müslim, K. et- Tevbe, Bab: 56, Hadis No 2770 Âyet-i kerime'nin başında: "O uydurma haberi getirip iftira atanlar, içinizden bir topluluktur." buyurulmaktadır. Bu ifade, iftira olayına bazı Müslümanların da katıldıklarını göstermektedir ki, bunlar Hassan b. Sabit, Mıstah b. Üsase ve Hanne binti Cahş'dır. Yine âyetin devamında: "Onu, kendiniz için bir şer sanmayın. Bilakis o sizin için bir hayırdır." buyurulmaktadır. Bu ifade, iftira olayının, Ebubekir ailesi için bir şer değil bir hayır olduğunu beyan etmektedir. Zira bu hadise, Ebubekir ailesinin, daha bu dünyada iken hayır ile anılmasına ve iffetli olduğunun ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Ahirette ise bu ailenin büyük sevaplara nail olacağına bir sebeptir. Âyetin sonunda: "iftira suçunun en büyük payını yüklenenlere ise büyük bir azap vardır." buyurulmaktadır. Burada, iftiranın büyük payını yüklenen kimseden maksat, tercih edilen görüşe göre, Abdullah b. Übey b. Selul'dür. Bu şahsın, iftirada en büyük payı olan kişi sayılmasının sebebi, ilk önce söylentiyi bunun çıkarması ve onu yaymasıdır. |
﴾ 11 ﴿