NEML SÛRESİNemi Sûresi, doksan üç âyettir ve Mekke'de nazil olmuştur. Bu Sûre-i Celile, Kur'an âyetlerinin, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve âhirde kesin olarak iman eden mü’minlere bir hidâyet rehberi ve müjde olduklarını beyan ederek başlıyor. Âhirete iman etmeyenlere ise şiddetli azap dokunacağı, âhirette Âhirette en çok zarara uğrayanların da bunlar olacakları açıklanıyor. Sûre-i Celile'de bundan sonra, Hazret-i Mûsa'hın kıssası beyan ediliyor. Kıssaya göre Hazret-i Mûsa, ailesiyle birlikte yolculuk ederken bir ateş görüyor ve aile fertlerine gidip, o ateşin yanından bir haber almak veya ısınmaları için o ateşten bir kor getirmek istediğini söylüyor. Hazret-i Mûsa ateşin yanına varınca bir nida işitiyor. O nidada, ateşin bulunduğu yerin de çevresinin de mübarek ıkılndiğı ve âlemlerin rabbi olan Allah'ın, her türlü noksanlıklardan münezzeh olduğu söyleniyor. Ve: "Ey muşa, gerçek şu ki, ben, aziz ve Hakim olan Allah’ım," buyuruluyor. Sonra ona, asasını yere bırakması emrediliyor. Hazret-i Mûsa, asasını yere bırakınca onun, yılan gibi kıvrılıp hareket ettiğini görüyor ve arkasına dönüp bakmadan kaçıyor. Bunun üzerine: "Ey muşa korkma, Benim huzurumda Peygamberler asla korkmaz." buyuruluyor. Hazret-i Mûsa'ya elini, koynuna sokması emrediliyor ve eli koynundan çıkınca, Firavun'a ve kavmine gösterilen dokuz mucizeden biri olarak pınl pırıl parlıyor. Fakat onun bu mucizelerine inanmayanlar: "Bu apaçık bir sihirdir," diyorlar. Sırf inatları yüzünden bu mucizeleri inkâr edenlerin akıbetlerinin ise çok kötü olacağı haberv veriliyor. Sûre-i Celile'de bundan sonra, Hazret-i Davud'a ve Hazret-i Süleyman'a ilim verildiği beyan ediliyor. Hazret-i Süleyman'ın, Hazret-i Davud'a vâris olduğu açıklanıyor ve Hazret-i Süleyman'ın , Cinlerden, insanlardan, kuşlardan meydana gelen askerler topladığı ve onların hepsini bir arada sevkettiği beyan ediliyor,Hazret-i Süleyman'ın bu ordusu, karınca vadisine geliyor ve bir dişi karınca bu ordunun geldiğini, ezilmemek için ondan kaçmalarını diğer kan ne al ara haber veriyor. Hazret-i Süleyman karıncanın bu sözünü duyuyor ve buna hafifçe gülüyor. Allah'a şükrediyor ve kendisini salih kullarına katmasını isteyerek dua ediyor. Hazret-i Süleyman, kuşları teftiş ediyor. Hüdhüd'ü göremeyince, onun nerede olduğunu soruyor ve hemen gelip mazeretini bildirmezse onu cezai and ıracağnı veya keseceğini söylüyor. Çok geçmeden Hüdhüd geliyor ve Seba ülkesinden haber getirdiğini söylüyor. Seba halkına bir kadının hükümdarlık ettiğini, onun ve kavminin, güneşe taptıklarını haber veriyor. Hazret-i Süleyman, Hüdhüd'ün doğru söyleyip söylemediğini anlamak için, ona, Seba halkını imana davet eden bir mektup verip Seba ülkesine gönderiyor. Hüdhüd mektubu götürüp onlara atıyor. Onlar da mektubu alıp okuyorlar ve Hazret-i Süleyman'dan geldiğini anlıyorlar. Seba Melikesi adamlarım topluyor ve meseleyi görüşüyor. Adamları, emrinde olduklarını söylüyorlar. Melike ise böyle güçlü hükümdarların, ülkeleri harap ettiklerini söyleyerek ona karşı çıkmayı düşünmüyor ve kendisine hediyeler göndererek cevap veriyor. Hazret-i Süleyman, Melike'den gelen hediyeleri önemsemiyor ve onlardan, iman etmelerini istiyor ve aksi halde üzerlerine kuvvetli ordularla gideceğini söylüyor. Elçilere bu cevabı veren Hazret-i Süleyman, Melike'nin tahtını, kendisine kimin getireceğim soruyor. Cinlerden bir ifrit onu, Hazret-i Süleyman'ın, makamından kalkmadan getireceğini söylüyor. Fakat bir başkası, tahtı, göz açıp kapayıncaya kadar getireceğini söylüyor ve dediğini de yapıyor. Sonra tahtın üzerinde bazı değişiklikler yapılıyor ve Melike kalkıp Hazret-i Süleyman'a geldiğinde ona gösteriliyor. Melike de tıpkı kendi tahtına benzediğini söylüyor ve bu mucizeden önce kendisine ilim verildiğini ve o ilme teslim olduğunu söylüyor. Melike'ye, Hazret-i Süleyman'ın sırça köşkü gezdiriliyor. Melike, gördüklerinden sonra, âlemlerin rabbi olan Allah'a teslim olarak Müslüman olduğunu ilan ediyor. Sûre-i Celile'de bundan sonra, Salih (aleyhisselam)ın, Semud kavmine Peygamber olarak gönderildiği beyan ediliyor. Salih (aleyhisselam) kavmine, niçin iyilikten evvel kötülüğün gelmesini istediklerini soruyor. Kavmi ise onun yüzünden uğursuzluğa uğradıklarını söylüyor. Salih (aleyhisselam)da, uğursuzluklarının asıl sebebinin kendileri olduklarını ve imtihana çekilen bir kavim olduklarını bildiriyor. Salih (aleyhisselam)ın kavminin yaşadığı şehirde, yeryüzünde bozgunculuk çıkaran, insanları ıslah edip düzeltmeye çalışmayan dokuz kişi, aralarında sözleşip Salih (aleyhisselam)ı ve ailesini bir gece baskınıyla öldürmeye karar veriyorlar. Fakat Allahü teâlâ onların tuzaklarını başlarına geçiriyor, onları helak edip yok ediyor, iman edenleri ise kurtarıyor. Bundan sonra, Lût (aleyhisselam)ın, kavmine Peygamber olarak gönderildiği beyan ediliyor. Lût (aleyhisselam) kavmine, hâlâ, o çirkin işi yapmaya devam mı edeceklerini soruyor. Kadınları bırakıp ta erkek erkeğe cinsî münasebette bulunmalarım kınıyor ve onların, cahil bir kavim olduklarını söylüyor. Fakat kavmi, onun bu ikazlarına aldırmadığı gibi onu yurtlarından da çıkarmak istiyorlar. Bunun üzerine onlara öyle bir azap yağmuru geliyor ki, Lût (aleyhisselam)ın karısı dahil bu cahil kavim yok olup gidiyor. Bu kıssaların beyanından sonra gelen âyet-i kerimelerde, Allahü teâlâ, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) efendimize, İnkârcılara sormasını emrediyor ki, o kendilerine tapınılan şeyler mi hayırlıdır, yoksa gökleri, yeri yaratan, yağmuru yağdıran ve onunla çeşitli bitkiler bitiren, denizleri, ırmakları var eden, dağlan diken ve her şeyi yerli yerince yaratan Allah mı daha hayırlıdır? Elbette ki Allahü teâlâ herşeyden hayırlı, herşeyden yücedir. Sûre-i celilede bundan sonra birçok gerçeğe işaret edilip beyan edildikten sonra, yerden "Dâbbe" denilen bir varlığın çikanlacağı ve bunun, insanlara, kesin olarak inanmalarını söyleyeceği beyan ediliyor. Sur'a üfürüldüğü zaman, göklerde ve yerde bulunanların dehşetle korkuya kapılacakları, Allah'ın dilediği kimselerin ise bu korkuyu hissetmeyecekleri, bütün varlıkların, bel bükerek Allah'ın huzuruna gelecekleri beyan ediliyor. Kim bir iyilik yaparsa ona o iyilikten daha hayırlısının verileceği, kimler de kötülük yaparlarsa yüzüstü ateşe atılacakları beyan ediliyor. Ve rabbimizin, mahrukatından hiçbirinin yaptıklarından gafil olmadığı beyan edilerek Sûre-i Celile sona eriyor. Rahman ve Rahim olun Allah'ın ismiyle. 1Tâ.Sîn. Bunlar, Kur'an'ın ve apaçık kitabın âyetleridir. Mukatta'a harfleri hakkında, Bakara Sûresinin başında gerekli izahlar verilmiştir. Buradaki Tâ.Sîn. hakkında da Abdullah b. Abbas şöyle demiştir: "Bu, Allahü teâlâ'nın yaptığı bir yemindir ve Allahü teâlâ kendi ismine yemin etmiştir." Taberi, Abdullah b. Abbas'ın sözünü izah ederken şöyle demiştir: "Tâ." harfi, Allahü teâlâ'nın "Latif isminin, Sîn" harfi ise "Semi" isminin kısaltılmışıdır. Buna göre âyetin mânâsı şöyledir: "Herşeyi işiten ve büyük lütuf sahibi olan Allah'a yemin olsun ki, Ey Rasûlüm, sana indirmiş olduğum bu âyetler, Kur'an'ın âyetleridir. Ve apaçık kitabın âyetleridir. Bunlar, Allah katından sana gönderilmiştir. Ne sen ne de senin dışında herhangi bir yaratık bunları kendiliğinden uydurmuştur. Zira hiçbir kimsenin, bunları meydana getirmeye gücü yetmez. |
﴾ 1 ﴿